Bilgi Üniversitesi ve Buğday Derneği işbirliğiyle bu sene 4.sü düzenlenen Ekolojik Sosyal Girişimcilik Yaz Okulu deneyimlerime bu sefer Yonca Demir’in sunduğu “Organik Tarım Türkiye’yi Besler Mi?” çalışması ve Mehmet Gürmen tarafından aktarılan “Gıda Toplulukları” hakkında bilgi vererek devam edeceğim.
***
Endüstri Mühendisliği lisans eğitimim boyunca, aldığım derslerin arasından beni en çok etkileyenlerden biri Yöneylem Araştırması olmuştu. En basit şekliyle, bu derste belli kaynaklar ve kısıtlar çerçevesinde, ulaşmak istediğiniz amaca göre size en iyi çözüm yolu ve alternatiflerini sunan bir matematiksel model kurma temel alınıyor. Aslında, bu yöntemle, tüm değişkenleri ve amacınızı matematiksel olarak tanımlayıp ilişkilendirebildiğiniz sürece, gündelik hayata dair de bir çok probleme çözüm getirebilme imkanına sahip oluyorsunuz.
Yüksek matematiğin gerçek problemlerin çözümüne yönelik böyle bir kullanımı olması benim üzerimde hayranlık uyandırmış olsa da, karşılaştığım bütün örneklerin nasıl daha fazla kar edilir amacı üzerinden gerçekleştirildiğini görmek hep bir hayal kırıklığı yaratmıştı. tam da bu sebeple, Bulut Arslan ve Yonca Demir’in aklınıza gelebilecek her türlü kısıtı ve değişkeni hesaba katarak, çok büyük bir titizlik ve emekle kurduğu doğrusal programlama modeliyle, “Organik tarım Türkiye’yi beslemek için yeterli mi?” sorusuna yanıt verdiği sunumu beni iki nedenle çok heyecanlandırdı.
1-Evet, yüksek matematik maddi kaygılardan daha iyi amaçlar için kullanılabilir
ve
2-Evet, ekilebilir alanların %65’inde organik tarım yapılarak tüm Türkiye sağlıklı bir şekilde beslenebilir!
Öncelikle bu çalışmanın yapılmış olması aslında, bugüne kadar organik tarım savunucularının karşılaştığı “iyi de organik tarım herkesi besleyebilecek verimlilikte değil” eleştirisine karşı bilimsel bir kanıt olması bakımında çok önemli. Böylece doğaya ve tüm canlılara zarar vermeden de aslında herkesin yeterince beslenebilmesi için hiçbir engel olmadığı kanıtlandı.
Hepçil Beslenme – Vejetaryen Beslenme
Basitçe çalışmadan bahsedecek olursam, öncelikle vejetaryen ve hepçil olmak üzere iki çeşit beslenme alışkanlığı tanımlandı. Her ikisi de bireylerin günlük besin ihtiyacı karşılanacak şekilde :
Vejetaryen beslenme için günlük 2.330 kalori, 83 gr protein, 69 gr yağ ve 297 gr karbonhidratı içerecek şekilde menüler hazırlandı.Her bir ildeki ekilebilir arazi, yaşayan insan sayısı, bir insanın yıllık olarak her bir ürüne duyduğu ihtiyaç, organik tarım koşulları altında her bir ilin her bir ürünü üretme verimi ve iller arasındaki mesafe değişkenler olarak belirlendi.
Hepçil beslenme için aynı şekilde hayvansal değişken ve kısıtlar da (ırkların verimleri, yem gereksinimleri, otlak miktarları gibi) eklendi. Böylece, öncelikle her ildeki tüketimin o ilden karşılanacağı, ancak kaynak eksikliği varsa, bunun en yakındaki olası ilden ulaştırılacağı şekilde bir model kuruldu.
Model çalıştırıldıktan sonra, vejetaryen beslenmeyle Türkiye’deki ekilebilir alanların %65’i, hepçil beslenmede ise %70’i kullanılarak aslında herkesi beslemeye yetecek kadar ürünün organik olarak üretilebileceği hatta fazladan üretim yapılarak ihtiyaç duyan ülkelere ihraç edilebileceği ortaya çıktı.
Olabildiğince basitleştirerek anlatmaya çalıştığım, aslında çok daha fazla teknik detaya sahip olan böyle bir model geliştirme niyetleri, emekleri ve sonuçları öyle saygı duyulası ki..
Gıda Toplulukları
Gıda demişken, Mehmet Gürmen tarafından anlatılan, aslında dünyada fazlaca örneği olmasına rağmen Türkiye’de yeni yeni gelişmekte olan Gıda Toplulukları’ndan bahsetmeden olmaz.
Gıda Topluluğu’nun temel amacı, tüketicilerin bir araya gelerek, belli periyotlarla kendi ihtiyaçlarını belirlemeleri ve anlaştıkları güvenilir üreticilerle düzenli bir iletişim içerisinde olmaları. Böylece tüm üretici ve tüketiciler belirli zaman ve mekanlarda bir araya gelerek bu ürünlerin paylaşabiliyor, tüketiciler kim tarafından ne şekilde üretildiğini bildikleri, güvenilir ürünlere ulaşırken, üreticiler de ürünlerini aracılar nedeniyle ederinin çok daha altında fiyatlara satmaya mecbur kalmıyor. Bazı durumlarda, oluşturmuş oldukları iletişim ve güven sayesinde üreticiler önceden desteklenilebiliyor, bu durumda yeterli sermayesi olmayan girişimcilere de fırsat sağlanmış oluyor.
Gıda topluluklarının, yerellik, aracısızlık, küçük ölçek, gönüllülük, şeffaflık ve topluluk gibi belirli prensipleri var. Her birini tek tek açıklamak yerine beni en çok etkileyen “küçük ölçek”ten bahsetmek istiyorum. Zaten yerellik prensibiyle, belirli bir bölgeden daha geniş alana yayılmayan her bir gıda topluluğu, üye sayısı bakımından bir seviyeye ulaştıktan sonra büyümeyi reddediyor ve yine yerellik prensibi çerçevesinde, üretici ve üyelerin bulunduğu yerleşim alanlarına göre bölünüp, ilkinden bağımsız ikinci bir topluluk oluşuyor. Bu şekilde aslında aracısızlık, gönüllülük, şeffaflık ve yerellik gibi prensipler de korunmuş oluyor.
Yaygın olan üretim ve tüketim şekline tamamen alternatif bir model olarak Gıda Toplulukları sadece tüketicilerin iyi ürünlere ulaşması ve üreticilerin desteklenmesi için değil, aynı zamanda tüketim biçimimi ve alışkanlıklarımızın gözden geçirilip, topluluk olma bilincinin yeniden oluşturulması bakımından da oldukça önemli.
Kendi bölgesinde bir gıda topluluğu olan Bitot’un oluşturulabilmesi ve sorunsuzca işleyebilmesi için oldukça emek vermiş olan Mehmet Gürmen’in, Bilişim Ekolojisi ve Dijital Ayakizi’ni anlattığı bir diğer sunumundan da daha sonra bahsedeceğim.
Ece Elbeyi