Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

[Cadı Kazanı] Ekonomik eşitsizlik: Hem neden hem sonuç

0

“Ekonomik eşitsizlik, birden fazla insan hakkı ihlalinin hem nedeni hem de sonucudur. Sömürü amaçlı çalıştırılmadan  eşler arası istismara kadar uzanan bir etkisi vardır.. Artan küresel refaha ve yarım yüzyıldan fazla bağlayıcı insan hakları sözleşmelerine rağmen, en zenginler ve en fakirler arasında her zamankinden daha fazla  olan ekonomik eşitsizlik yaygın olmaya devam ediyor. Bu ekonomik eşitsizliklerin itici güçlerinin çoğunun uzun bir geçmişi vardır. Köleleştirme, soykırım, sömürgeleştirme gibi devletlerin yaptığı adaletsizlikler ve bunların kalıcı mirası tarihin önemli bir parçasıdır ve ekonomik haklar üzerinde yıkıcı etkileri olmuştur.”[1]

Günümüzde bunlar söz konusu olmasa da bugün yaşadığımız eşitsizliğin sıra dışı olduğunu söyleyebiliriz. Ekonomik ve siyasal gücü elinde tutanlar  kadar kapitalizm  öncesi aşırı bir seviyede olsa da kapitalizmin geldiği bugünkü vahşi noktada gücü ellerine tutanların, bu gücü kaybetmemek için başvurduğu yollar neredeyse geçmişi aratmayacak boyuta ulaşmıştır.

2001 Nobel İktisat Ödülü‘nü kazanan Joseph Stiglitz, “Eşitsizliğin Bedeli” adlı kitabında; ABD’de 2008’deki krizden yola çıkarak yüzde 1’lik  kesimin devleti, yargıyı, ve demokratik süreci ele geçirerek, yüzde 99’un üzerinde nasıl egemenlik kurduğunu kapsamlı bir şekilde ele alırken küresel bir yaklaşımla ülkemiz için de geçerli olacak önemli saptamalarda bulunuyor ve bunun göstergelerini  şöyle sıralıyor:

“Toplumsal kutuplaşma,  mevcut siyasal sürecin toplumun geri kalan kesimleri pahasına zenginlere yardım etme yolları diye tanımladığı rant arayışı, algı mühendisliği, güven problemi, adaletsizlik, fırsat eşitsizliği, genç işsizlik.”

Yazarın, “Zengin çıkar gruplarına daha çok hassasiyet gösteren bir siyasal sistem söz konusu olduğunda, artan iktisadi eşitsizlik, siyasal gücün artarak dengesizleşmesine, siyaset ve ekonomi arasındaki bağların kötüye kullanılmasına yol açmaktadır” saptamasının birçok gelişmekte olan ülkenin yanı sıra Türkiye için de geçerliliği yadsınamaz. Bunun yakın zamandaki en belirleyici örneği; kurlardaki aşırı yükselişin tetiklediği fiyat artışları ve yüksek enflasyon için somut önlemler alınmazken sadece bankalarda TL mevduatı birikimleri olanların  zarar görmemesi için  ‘kur korumalı TL mevduat’ hesabıyla korumaya alınmasıdır. Toplumun geri kalanının pahasına, nüfusun çok küçük bir kesiminin işine yarayacak uygulamalar için çabalanmıştır. Bunun gibi daha onlarca örnek sıralanabilir ama zaten bu örnekleri yaşıyoruz.

Stiglitz’in 2012 de yazdığı kitabındaki şu sözlerinin günümüz Türkiyesi için hala geçerli olduğunu  görmek, siyasal sistemlerdeki demokratik gelişimin sadece 4-5 yılda bir verilecek oylarla gerçekleşemeyeceğinin somut bir göstergesi adeta:

“Kendi başlarına işleyen piyasalar, istikrarlı olduklarında bile, genel olarak adaletsiz görünen büyük eşitsizlik seviyelerine yol açarlar ……..Dünyanın dört bir yanındaki hükümetler uzun süreli işsizlik dahil temel iktisadi sorunlara eğilmiyorlardı; dahası adaletin evrensel değerleri, aksi yöndeki söylemlere rağmen küçük bir azınlığın aç gözlülüğüne kurban edildikçe, adaletsizlik hissi ihanete uğramışlık duygusuna dönüşmüştü.

…..İktisadi ve siyasal sistemlerin adil olmadığı hissi, dünya genelindeki göstericileri her şeyden daha çok harekete geçirmektedir. Tunus’ta, Mısır’da ve Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde sorun sadece iş bulmalarının zor olması değil, mevcut işlerin bağlantıları olan kişilere verilmesiydi”

Bunun bizdeki abartısı ise daha vahim: “Hamili kartın sahibi yakınımdır”dan da öte gençler iş bulamazken, 3-5 maaşlıların varlığı.

İşçisin sen, işçi kal

“Sesimi Duy” belgeselimin Sivas kırsalındaki çekimlerinde, Güney Doğu bölgelerimizden gelen tarım işçilerinin çalıştığı bir tarlada, yanında 2-3 yaşlarında kızı olan genç bir anneyle yaptığım röportajda, anneye kızı için nasıl bir gelecek düşündüğünü sorduğumda, “O da benim kaderimi yaşayacak, benim gibi berdel olacak, okumayacak  tarlada çalışacak” demişti. Bunu da çok kızgın ve kesin ifadeyle belirtmişti. O gün tüylerimi diken diken eden bu sözlere bir anlamda kızmış olsam da annenin gözlem ve deneyimleriyle ‘fırsat eşitsizliği’ni ‘kader’ olarak içselleştirdiğini  anlamıştım.

Bu insanların, üst gelir seviyesine yükselme ya da çocuklarının kendilerinden daha iyi bir hayat sürme ihtimalleri var mıydı?

Böyle bir ihtimal olsaydı, yoksul ve belki biraz eğitimli bir ailenin çocuğunun başarılı olma ihtimali, yüzde onluk bir dilimdeki yüksek gelirli ve eğitimli bir ailenin çocuğuna yakın olabilirdi. İyi okullarda okuyanların daha iyi işlere girme şansı her zaman daha yüksektir.

Ne yazık ki gerçekler giderek eşitsizlik makasının açıldığını gösteriyor. Bunun  yapılabilir olduğunu gösteren örnekler de var aslında. Örneğin Danimarka böyle bir eşitliği neredeyse sağlamış: İstatistiklere göre, bu ülkede düşük gelirlilerin sadece yüzde 25’i aynı konumda kalmaya devam ediyor. Yani 100 düşük gelirli ailenin 25’inin çocukları aynı kesimde yer alırken 75’i buradan kurtulabiliyor.

2022’nin insan hakları öncelikleri

2021 Uluslararası İnsan Hakları Günü‘nde Harvard Üniversitesi’nden (1) bir grup bilim insanı, insan haklarının günlük hayatımızın merkezinde yer aldığı daha iyi bir dünyanın temellerini atmak için, 2022 de odaklanılması gereken ana alanları ve zorlukları belirledi.

Artan küresel refaha ve yarım yüzyıldan fazla bağlayıcı insan hakları sözleşmelerine rağmen, küresel anlamda en zenginler ve en fakirler arasında her zamankinden daha fazla uçurum olan ekonomik eşitsizliğin yaygın olmaya devam ettiğini söyleyerek ,insan haklarımızı geliştirmek ve korumak için en önemli dört alanı belirlediler:

Ayrımcılık ve ırk eşitsizliği, yoksullaşma ve ekonomik eşitsizlik, hesap verebilirlik ve otoriterlik, teknoloji ve yapay zeka.

“Demokrasiyi desteklemek, tutarlı sözlerin ve eylemlerin ağırlığının zamanla biriktiği uzun bir oyundur” diyen Prof. Dr. Kathryn Sikkink, demokrasinin dünya çapında yükselen otoriter rejim tarafından tehdit edildiğini ve buna örnek olarak Macaristan Cumhurbaşkanı Orban ve  Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı demokrasilerini içeriden oymuş, seçilmiş liderler olarak gösteriyor. ABD’nin yurtdışında demokrasiyi destekleme gibi görünen çabalarına yaptığı yorumda ise, “Aynı anda kendi demokrasimizi içeride geliştirmek için çalışırsak daha fazla inandırıcı olacaktır’ diyor.

Grup, yazdığı “Tazminat Zamanı: Kolektif Adaletsizlik İçin Devlet Sorumluluğunu Ele Almak” adlı kitapta, ekonomik yoksunluğun yaygın ve yıkıcı etkisi de dahil olmak üzere, kalıcı eşitsizlikleri ele almak için kilit bir mekanizma olarak geçmişteki devlet adaletsizliği için tazminatların acil ve zorunlu olduğunu savunuyor. Karar vericilerin kusurları ya da liyakatsizlikleri nedeniyle yaşanan ölümcül olaylarda bile tazminat sisteminin işlemediği bir ülkede, ekonomik yoksunluğun bir tazminat nedeni olabileceğini düşünmek bile ütopik olabilir mi?

Bu soru, ne kadar azla yetindiğimiz değil, ne kadar talepkar olmamız gerektiğiyle ilgili aslında. İnsanlara ütopik olarak sunulan hiçbir şey aslında ütopik değildir çünkü.

Sir Thomas Moore’un  1500’lerde yazdığı Ütopya adlı eserini alın ve okuyun; göreceksiniz ki ütopya aslında ütopik değil. Gerçekleşmesini engelleyen tek  sistem kapitalizm.

“İktisadın en temel kanunu, ekonominin verimliliği için talebin arza eşit olmasıdır. Ne var ki çok sayıda ihtiyacın karşılanmadığı bir dünyada yaşıyoruz; yoksulları yoksulluktan kurtaracak, Afrika ve diğer kıtalardaki az gelişmiş ülkelerde kalkınmayı teşvik edecek ve küresel ısınmayla baş edebilmek için ekonomik yatırımların  yapılmadığı bir dünyada…”[2]

*

[1] Looking Ahead, uman Rights Priorities in 2022, Carr Center For Human Rights Policy, Harvard Kennedy Scholl, December 10,2021
[2] Eşitsizliğin Bedeli, Stiglitz, Joseph E.

 

Olanca kötülüğün, karanlığın içinde her şeye rağmen ışık vardır ve ışığa zaten en çok ‘karanlık zamanlar’da ihtiyaç duyarız. Her doğum bir mucize, her insan yeni bir başlangıçtır ve insanlar bir araya gelip ortak eylemde bulunabildikleri sürece umut da vardır. Dünya sevgisini mümkün kılan, içinde yaşadığımız dünya için sorumluluk alıp ortak eylemde bulunma yetimizdir.” (Hannah Arendt) 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.