Memleketin en büyük festival organizasyonlarından, kendi deyimleriyle “Anadolu’nun Festivali” 19. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali sona erdi…
Hafta boyunca o keyifli havayı soluyup, oradaki güzel insanlarla sanat dolu bir hafta geçirememiş olsam da uzaktan uzağa tüm gelişmeleri takip ettim ve nihayetinde final akşamı olay mahalline ulaştım.
Ben hep söylüyorum, söylemekten de yorulmayacağım, bir şeyler değişir mi bilmiyorum ama değişse iyi olur, yine tören sıkıcılığına takmış durumdayım.
Öncelikle festival ekibinin ellerine sağlık, yine her sene olduğu gibi mükemmel bir iş çıkardılar; her şey tıkır tıkır işledi fakat benim dikkat çekmek istediğim sunucuların performansları (kim olduğu ya da olacağı gerçekten mühim değil) ve ödüller alanların teşekkür konuşmaları…
Bunun nedenine geçmeden, kısaca törenden birkaç not düşmek istiyorum. Festival haftasında orada bulunmadığım için yarışan filmlerin arasından yalnızca Yeraltı’nı görmüştüm. Çoğunluk tarafından çok beğenilen bu filmin oyuncu (Engin Günaydın ve Nihal Yalçın) performanslarını bende takdir ediyorum. Zaten ödüllerini de aldılar. Ancak en iyi film için son günlerde en çok Araf ve Gözetleme Kulesi konuşulmaya başlanmıştı.
Törenin başında Umut Veren Genç Kadın Oyuncu (Neslihan Atagül) ve Umut Veren Genç Erkek Oyuncu (Barış Hacıhan) ödülleri Araf’a gidince tamam dedim Araf bütün ödülleri silip süpürecek. Ama öyle olmadı ödüller dağıldıkça, dağıldı…
Aaa bir de burada Umut Veren Genç Kadın Oyuncu Ödülü’nü, bundan böyle festivalin onur konuğu olan Türkan Şoray’ın adıyla anılacak olması ve bu ödülü ilk kez hem de sultanın elinden alma güzelliğini yaşayan oyuncunun Neslihan Atagül olması önemliydi diye düşünüyorum. Ama Atagül (sanıyorum çok heyecanlıydı) ödülünü alırken Şoray’a bir teşekkür ya da atıfta bulunmadı. Yalnızca “bu kez annem için alıyorum” dedi.
Bir de asıl mesele, festivalden sonra sinema yazarı sevgili dostlarımızla da konuştuğumuz esas mesele şuydu; ecnebi memleketlerin ödül törenlerinde, genelde bir, iki film favori olur. En baba ödüller de tek bir filme gider; biz neden tutarlı, istikrarlı olamıyoruz dendi… Bence de çok doğru, çok yerinde bir tespit.
İşte buradan başta söylediğim mevzuya geri döneceğim. Biz ne yazık ki hâlâ bunca yıl geçmesine rağmen o seviyeye gelemiyoruz. En basitinden sunucularımız hâlâ eski bir TRT yayınından fırlamış gibi… Ben bunu söylemekten yoruldum ama n’olur sevgili sunucular, oyuncu, şarkıcı, tiyatrocu, sinemacı… Ne olursanız olun, birazcık hazırlıklı gelin. Birkaç espri yapın, bir hikâye anlatın, ne bileyim samimi bir şeyler olsun. Bilgisayar gibi sunmayın şu törenleri. Yemin ederim iki tane robot koyup programlasınız hiçbir farkı olmaz, en azından karışıklık olmaz. Bir Oscar, bir Altın Küre izleyin. Bakın insanlar nasıl hazırlanıyorlar, sunuyorlar… Her şey başlı başlına bir show…
Bir de ödül alanlar, sizde artık sıkıcı teşekkür konuşmalarını bir kenara bırakın. Hepiniz yaratıcı insanlarsınız. Bir teşekkür konuşması hazırlayın. Hadi oldu ya ödül alacağınızı bilmiyorsunuz, hazırlıksız yakalandınız. Bir B plânınız olsun. Yani bu ödül törenleri aldım -verdim otomatiğine bağlamasın. Evet en büyük derdim buydu. Söyledim rahatladım.
Ve bir de sevgili jüri, yeni jüriler, gelecek jüriler sizin tutarlığınız, adilliğiniz ve seçimleriniz bu festivallerin prestijini artıracak. Yani artık eşim, dostum, arkadaşım mantığından çıkıp kimsenin şüphe duymayacağı kararlar alın. Yoksa ancak körler – sağırlar birbirini ağırlar durumundan farklı bir şey olmuyor bu törenler.
Bu arada ödül konuşması ille de komik olacak diye bir şey yok elbette, bence gecenin en güzel konuşmalarını Reis Çelik ve Orhan Eskiköy yaptı. Çelik memleketteki terör sorununa çok içten, samimi ve insancıl bir duyarlılıkla yaklaştı. Orhan Eskiköy de Seyfi Teoman’la olan güzel bir anısını anlattı, paylaştı… Ayrıca bence sinemamızın yaşayan en yetenekli nadir aktörlerinden İlyas Salman’ın da ödül alması çok güzel oldu. Salman’ın ödül konuşması da bir o kadar tatlı ve samimiydi. Ne kadar mutlu olduğu öyle açıktı ki, “Ehmm çok teşekkür ediyyyorrumggss, öhmm” cool’luğundan uzak… Biraz abarttı bence ama olsun, ona yakıştı.
Metin Erksan’ı yalnızca Erden Kıral andı; Lütfi Ömer Akad için ise bence anmanın ötesinde, bir saygı duruşu olmalıydı… En nihayetinde biraz cesaret, biraz yenilik ve yaratıcılık görmek istediğimiz hareketler…
Gizem ertürk – www.sadibey.com