Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Belleğe yakılan ağıt: Binboğalar Efsanesi

0

Sürdürülebilirlik, hiç olmadığı kadar moda bir kavram oldu. Hemen hemen herkesin dilinde artık. Bu kelimeyi kullanmadan günümüz geçmiyor sanırım. Diğer taraftan, amacına hizmet edemeden içi boşaltılmış bir kavram haline de gelmiş olabilir. Kanımca bu konuyu çalışan akademisyenler olarak bizler de konuya çok dar bir açıdan yaklaşıyoruz.

En basit tanımı ile sürdürülebilirlik, şimdiki neslin ihtiyaçlarını, gelecek neslin ihtiyaçlarından ödün vermeden karşılayabilmek anlamına geliyor. Bu tanım, sadece kaynak kullanımını yani üretim ve tüketimi dikkate alan bir tanımdır. Belki biraz da çevre sorunlarının insan hayatının kalitesini nasıl etkilediğine değinen tanımdır. Halbuki insanlığı ve insan hayatını önemli kılan bir de bellek var. Hayatın sürdürülebilirliğine dair en temel şeylerden biri de bellek ve mekandır. Hem kişisel hem toplumsal bellek ve mekanlar bizim geçmişte yaşadıklarımız ile bağlarımız. Bu kavramlar, sürdürülebilirliğe dair konular tartışılırken mutlaka tartışmalara dahil edilmesi gereken kavramlar. Yıllarca yaşanılanların bir ürünü olarak ortaya çıkan kültürlerin korunması da belleğin korunması ile mümkün olabilir.

Serhan Ada, Bengi Oya ve Mert Erarslan’ın Türkçeye kazandırdığı “Sonun Fenomenolojisi”ni okurken, bellek konusunun ne kadar önemli olduğunu bir daha düşündüm.  Franco “Bifo” Berardi’nin yazdığı, çok güzel bir kitap. Bir taraftan keyifle okunan, diğer taraftan okurlarını derin düşüncelere salan bir kitap. Kitabın birçok yerini okuduktan sonra uzun uzun düşündüm. Ama bazı yerler, özellikle ilgimi çekti. Bunlardan biri de “Blade Runner” filmi ve esinlendiği roman. Filmi tekrar izleyip ardından “Blade Runner 2049”u izledim. Çarpıcı gerçek karşımda idi. Replikantların daha fazla insan gibi hissetmeleri için onların belleğine yüklenen anılar, gerçek insan olmayı ayrıcalık gibi hissetmeleri, gerçekten insan olmayı dilemeleri… Belleğimiz ve anılarımızın, bizi replikantlardan ayıran en önemli özellik olması… Onların, biz insanlara özenmesi…

Çukurova’nın belleği: Yaşar Kemal

Bana göre, bellek hakkında en iyi yazan yazarlardan biri Yaşar Kemal’dir. Romanları roman değil, onun ötesinde birer destandır; insanı ve doğayı olağanüstü bir güzellikte anlatırlar. İnsanın en karanlık yerlerine ustaca iner Yaşar Kemal. Okuduğum romanlarını hüzünle karışık bir keyifle okudum. Sıfatları, tanımlamaları, Çukurova’da geçen olaylar, haksızlığa kafa tutan mert ve adil insanlar, toprak, ağalık, mülkiyetin el değiştirmesi, göçebe obalar. Okuyucuyu elinden tutar, adım adım dolaştırır, anlatır börtü böceği, yağan yağmuru, rengini, kokusunu. Hiç görmemiş olsanız bile, yıllardır Çukurova’da yaşamışsınız gibi hissettirir. Yaşar Kemal, böyle güzel ve büyülü anlatır insanları, doğayı, olup biteni. Okuduklarım içinde, “Binboğalar Efsanesi”, gönlümde başka bir yer edindi. Belki konar göçer aşiretlerin geleneklerinin, hayat tarzlarının nasıl zamana yenik düştüğünü yürekleri yakarak anlatması, belki de büyüklerimden dinlediğim kadarı ile atalarımın da bir zamanlar konup göçmesidir bunun nedeni.

Romanı çok kısaca anlatacak olursam; obalar, yazın Çukurova’nın dayanılmaz sıcağından, sivrisineğinden kaçmak için yaylalara çıkar. Kışın havalar soğuduğunda da Çukurova’ya inerler. Yüzyıllardır böyle yaşarlar, taaa Horasan’dan sökün edip geldiklerinden beri. Gel zaman, git zaman bu konar, göçer obalar padişah fermanı ile iskana zorlanır. Dadaloğlu, dayanamaz bu ferman karşısında. “Ferman padişahın ise, dağlar bizimdir”, diyerek ağıt yakar. Dadaloğlu, böyle der demesine, lakin değişen düzene çare değildir bu ağıt. Obalardan çoğu iskanı tercih ederken, bazıları eski geleneklerini yaşatmak için bu düzeni reddeder. Direnenler, hayat memat meselesi ile karşı karşıya kalır. Kışın Çukurova’da konacak tek bir karış toprak bulamazlar. Buldukları yerleri de eşkıya kılıklı insanlar haraca bağlamıştır.

Horzumlu Beyi ile Süleyman Kahya’nın, kışı geçirmek için konacak bir yer ararken karşılaşmaları, eski günler, Horzumlu Obası’nın Çukurova’yı titrettiği zamanlar. “Horzumlu Beyi, bin yepyeni kara çadırla Çukurovaya bir kartal sürüsü gibi inerdi eskiden. Koyununu, keçisini, kırmızı yakut gözlü atlarını, develerini Çukurova alamazdı… Baş döndürücü bir tattı eski günleri düşünmek bu dar, ölümlü zamanda… Horzumlu Beyini görünce eski anılar başına bir çağlayan gibi dökülmüştü.” Yaşar Kemal, Süleyman Kahya’nın, eski büyük obalardan birinin kahyasının, Horzumlu Obası hakkında düşündüklerini böyle anlatır.

Sürdürülebilirlik, sadece gelecek için mi?

Haydar Ağa, romanın baş kahramanlarından, iyi kılıç döven bir ustadır. Obaları koskoca Çukurova’da konacak bir yer bulamayınca, eskiden tanıdığı beylerden yardım istemek için Adana’ya iner. Elinde özenle yaptığı kılıcı, kendi atının üstünde, dimdik. Bir bildik bey arar, derdini anlatmak için. Umutludur; eski günleri bilen bir bey, kılıcın ne kadar değerli olduğunu ve özenle yapıldığını kılıcı görür görmez hemen anlayacak, hediyeyi kabul edecek ve onlara kışı geçirmeleri için bir yer verecek. İşte böyle düşünür, umutlanır Haydar Ağa… Ancak her şey, zaman içinde tarumar olmuştur. Kimi bey eskiyi anmak istemez, kimi yardım etmek istemez. İskan ve değişen zaman ile adetler de değişmiştir. Konup, göçmek aptal insan işidir onlara göre. Aklı başında insan yapar mı böyle şeyler bu devirde! Bir karış toprak sahibi olur, yerleşik düzene geçer ve yaşar gider. Ama Haydar Ağa ve obası öyle düşünmez. Nice yıllardır süregelen kültüre, geleneğe indirilen bir darbedir bu iskan dedikleri. Haydar Ağa, isyan eder bu olup bitene. Böylesine unutulmak, hiç bir şeyin hatırının olmaması. Ne acı! Obaya kötü haber ile döner dönmez o güzelim kılıcı, alın teri dökerek, nice zaman harcayarak yaptığı kılıcı ateşte eritir. Onun, bu dünyaya veda etmeden yaptığı son iştir bu.

Unutulan gelenek, görenek bizi biraz daha eksiltirken, biraz daha kendimize yabancılaştırırken, replikantlar bizim yaşanmışlıklarımıza özenir. Gerçekten de sürdürülebilirlik derken gelecek nesillerin hakkından çalmadan sürekli üretimi mi tartışmalıyız sadece, yoksa yaşadıklarımıza ve geçmişimize de sahip çıkan daha geniş bir yoruma mı ihtiyacımız var?

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.