Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Bayram, 24 Nisan ve yabancılaşmalar

0

Gelenek ve modern arasında belirsizliklerin her zaman yoğun ya da seyrek bir biçimde bulunduğu anlar, durumlar olur. Gelenek ve geleneksel yaşam biçimi nedir ve modern olan, bazen çağdaş dediğimiz yaşam biçimi nedir? İkisini de bazen yeniden keşfeder ve onun anlamlı gelen bir ögesini veya özelliğini keşfederiz ama genellikle “ne o ne diğeri” ya da “hem o hem diğeri” türü bir gündelik yaşamın, kendimizce sağladığımız (ya da her zaman sağlayamadığımız) uyumu içinde oluruz. Uyumu sağlayamadığımızda giderek yabancılaştığımız, gündelik yaşam içindeki ve bizi mutlu ettiğini düşündüğümüz kavramları yavaş yavaş unuttuğumuz, kaybettiğimiz dönemler olur. Bazen/ bazılarımız için bu dönem sonsuza kadar da uzayabilir.

Bugün geleneksel olarak bir bayram günü. Bayramın geleneksel anlamı, barış, hoşgörü, kardeşlik, olumsuz olan her şeyin unutulması ve sevinmek için, gerçek veya yapay fırsatların yaratılmasıdır. Bayramları genellikle, “Amarkordvari” bir nostalji içinde düşünürüz. Ama bu bayram gerçekten gelmiyorsa, bireysel olarak veya içinde yaşadığımız toplumsallıkta bu bayramı gerçekten hissedemiyorsak, burada birçok yabancılaşmanın, katman-katman yaşamımızı kaplamakta olduğunu düşünürüz.

Geleneklere veda zamanı mı?

Bayramlar geleneğin hoş olan, yüzümüzü güldüren zamanlarıdır ama onu her defasında gerçekleştirebilmemiz gerekir. Bayramı bir takvime bağlı olarak yaşayabilmek hem saçma görünüyor, hem de anlamlı… Bireysel olarak bayram etmek bizim için farklı nedenlere bağlıysa takvim bayramları saçma gelebilir. Ama belirli bir takvim dönemini herkesin bayram olarak kabul etmesi de toplumsal olarak yapay da olsa, barışı ve bolluğu hep birlikte yaşamak olanağı gibi de düşünülebilir.

Toplumsal dönüşümler ve o büyük “değişim”, yani teknolojik ilerlemeler, makinelerin ve yazılımların inanılmaz bir ivmeyle gelişmesi, küresel ölçekte iklim değişikliğiyle ilgili farklı ölçeklerdeki çöküşler ve evrensel bir iklim felaketinin (ya da değişikliğinin) her yönden ve her zaman farklı dozlarda da olsa beliriyor olması hegemonya ilişkilerinin ve sömürünün, yoksullaşmanın ve servetin/ sermayenin giderek belli ellerde toplanması vb. geleneği iyi ve kötü yanlarıyla yıkıyor…

İçinde yaşadığımız toplumun kendi geçmişi (tarihi) bakımından, geleneksel yaşamın içinde (hegemonyasız olmamakla birlikte) farklılıkların bulunması, bir arada yaşaması ve bu beraberliği olağan/ normal olarak görmesi, toplumsal işleyişte her zaman despotluk ve şiddet egemen olmakla birlikte, farklı dinsel inançlar, diller ve etnik kimlikler kendi olmayı anlamlı buldukları biçimde bir toplumsal yaşamı, kırlarda ve kentte sürdürebiliyordu. Geleneksel toplumdaki bu içselleşmiş ve olağan yaşam biçiminin/ kültürün bir parçası olan çoğul bayramlar, çoğul kimlikler ve toplumun çoğulcu (ama aynı zamanda giderek farklılaşmaların ve bu kimliklere özgülenen uzmanlaşmaların geliştiği) yapısı, üretim ve kültürel birikimler bir evrim gösterebiliyordu.

Cylopc dönemi

Dünyada ve Osmanlı’da, evrimin artık “modern” olduğunu söyleyebileceğimiz aşamasında ortaya çıkan ve modernin en korkunç ve insan yiyen/ “cyclopic” evladı olduğu düşünülebilecek ulus-devlet/ milliyetçilikler hem bu çoğul yaşamın hem de çoğul bayramların sonunu hızla getirdi. Her imparatorluk-toplum, kendi evlatlarını yemeye ve daha çok/ daha hızlı ve daha gaddarca yok etmenin teknolojilerini geliştirmeye başladı. Her ne kadar, Nazi milliyetçiliğini “bu modernliğin” doruk noktası olarak kabul etsek de “cylopc” dönemin başlangıcının da yaşadığımız topraklarda meydana gelen Ermeni, Süryani ve Ezidi soykırımları olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

İttihat ve Terakki, İmparatorluğun en kanlı ve en korkunç/ gaddar olaylarını düzenledi ve 24 Nisan, Ermeni toplumunun soykırıma uğratıldığı gün olarak, dünya toplumunun belleğine yazıldı. Bu korkunç günde, Osmanlı’nın bütün toplumları, tarihte birlikte gerçekleştirdiği ve bir imparatorluğun halkları olarak birlikte başardığı bütün ilerlemelerde ve değerlerde cehennemi bir kırılma ve dönüş noktasıyla karşılaştılar. Bu kırılma anının kazananı olarak Müslüman-Sünni-Türk toplumu, hala inanılmaz bir inkarcılık içinde, büyük bir “zafer kazandığını” düşünüyor. Öyle ki bugün bile bu büyük soykırıma dayanarak ve orada elde ettiğini zannettiği türde zaferleri, çoğulculuktan geriye kalmış son etnik topluluk olan Kürtlere karşı yenileyerek genişletebilme hayalleri kuruyor.

Oysa 24 Nisan’dan sonra, herkes kaybetti. Bu coğrafyadaki hiçbir kent artık eskisi gibi olamadı. Hiçbir kır, kendi öz kaynaklarına ve özelliklerine dayanarak geliştirmiş olduğu ekolojik dengeyi bir daha tutturamadı. O çoğul yaşamın zenginlikleri bir daha bu topraklara uğramadı. Anadolu, bu yalnızlık ve tek türcülük/ homojenleşme içinde yoksullaştı ve çoraklaştı. Renklerini ve çoğulluğunu, çoklu coşkularını kaybetti. Giderek daha militer, daha despotik ve daha tek tür ve basmakalıp/ duyarlıktan ve yaratıcılıklardan uzak bir toplum olma yolunda ilerlemeye devam etti. Bugün içinde olduğumuz siyasal İslam iktidarı, bu durumun doruk noktası oldu.

Acıyı paylaşmak

Bayramlar artık eskisi gibi gelmiyor. Takvimlerde tatil dönemi olmak ya da orta sınıflar için kentlerden kaçışa elverişli olup-olmamak bakımından değerlendiriliyor. Toplumun kendi belleği ve toplumsal bilinçaltı, artık hiçbir bayramı saf ve mutluluk içinde yaşayamayacak kadar bulanık, çapaklı ve masumiyetten uzak. Hala ciddi bir hegemonya savaşının, savaş makinesinin dişleri ve dişlileri olağanüstü bir güce sahip. Barış için sadece bir dilekçe veren ve belki ülkenin en nitelikli akademisyenlerine ve entelektüellerine eziyet etmek için yıllardır kötülük inşa ediyor.

Evet bayram ve hiç olmazsa bayramları, bir barış ve bolluk-bereket zamanı olarak yaşayabilsek… Ama öylesi bir yoksulluk ve gerilim içinde ki toplum, bunu yapamayız.

Evet, soykırımın anısı önünde sessizce eğilmek ve Nazi öncesi bir deha ile düzenlenen soykırımda her şeyini, yaşamlarını kaybeden bir halk için üzülmek ve (ne kadar anlam taşıyabilirse) özür dilemek gerekirken bunu yapamıyoruz. Bu büyük acı önünde, hepimizin acısı olması gereken bu acıyı bile paylaşamıyoruz.

Kaybettiklerimiz ve dünyanın gelişimi, küresel olarak insanlığın gidiş yönü  yabancılaşmaları ve yabancılaşmış (doğal ve toplumsal) ilişkileri çoğaltıyor sadece.

Bir bayram ve barış yazısı olmak amacıyla başlayan ama giderek acılaşan bu yazıyı, her şeye rağmen bundan sonrası için iyi bir bayramlar dileği ve olgun bir toplum gibi soykırımın bu büyük acısı karşısında içten bir özrü başarabilen toplum beklentisi ile bitiriyorum…

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.