Ayrışma – Karin Karakaşlı

Karin Karakaşlı’nın yazısı gazeteduvar.com sitesinden alındı

Kimya laboratuvarında pek havalı duran deneydi şu damıtma ve ayrıştırma işlemleri. Karışımlar birbiriyle sınırı belli tabakalar halinde cam şişeler içerisinde nasıl da steril görünürdü.

Oysa iş hayata geldiğinde steril çoğu zaman kirin, pisliğin ta kendisidir. Çünkü ayrışamayacağın, muaf kalamayacağın şeyler vardır hayatta. Ve o korunaklı duvarların, sırça fanusların, kayıtsızlıktan yapılı suni cennet mekânların kalbini kirletir. Deterjan reklamlarının lekelerini çıkarmaya talip olamayacağı yegâne yeri.

Bazı coğrafyaların tarihi, hakikatin yazımını ve aslında bizatihi tecellisini halkların omzuna dayatır. Çünkü resmi anlatı sistematik yalanlar ve inkârlar bütünüdür. Ölülerine senin sahip çıkman gerekir ki yaşarken adını, varlığını unutmayasın. Bu kadar basit. Sen anmazsan hani öldürüldüğü unutturulacak insanlar var. Sen sımsıkı sarılmazsan, “Yok öyle bir şey yaşanmadı” denecek güzellikler. Yani seni parça parça, seni lime lime edecekler. Ayrışmış değil, yok olmuş olacaksın. Kim bilir belki arkadan “Aslında hiç var olmadı” bile diyecekler. İzlerine kast edecekler.

Düzen böyle. Keyfi ihraçlarla işinden olan on binlerce insan adına, kendi işleri, o iş denen şey altında onurları için direnen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlık grevlerinin yüzüncü gününe gelmiş dayanmış. Esra Özakça, Sultan Özakça 22’nci, İsmail Erdoğan 20’nci günde. Böyle bir sayımdır gidiyor. Ve işin tuhafı, açlık grevi sanki münazara konusuymuş gibi ayrışabiliyoruz. Farklı görüşlerimiz, görmezden gelişlerimiz olabiliyor. Özgürüz ya hepimizi ne istediğimizi düşünmekte… E, teoride elbette öyle. Peki insan hayatının önceliği, talebin duyulması aciliyeti?.. Bunlar masal mı, bunlar hikâye?..

12 YAŞ 13 KURŞUN

Uğur Kaymaz’ı nasıl bilirsiniz? “12 yaşında 13 kurşunla öldürülen” dendi onun için yıllarca. Katliam, faili meçhul cinayet, suikast, yağma zengini bu topraklarda bu tanımla ezildik ezilebilenler olarak. Bu tanımla dirildik yakan öfkemizde.

Mardin’in Kızıltepe ilçesinde 12 Kasım 2004 tarihinde evinin önünde babası Ahmet Kaymaz ile birlikte 12 yaşında 13 kurşunla öldürülen Uğur Kaymaz adına ilçede öğretmen Kamuran Aydoğan tarafından yapılan heykel ilçe belediyesine atanan kayyım tarafından kaldırıldı. Avuçlarında güvercin bulunan iki çocuk heykeli kepçeler tarafından kaldırılarak bilinmeyen bir yere götürüldü.

Öğretmen Kamuran Aydoğan tarafından yapılan heykelde yer alan Kürtçe sözcüklerin Türkçe karşılığı şöyleydi:

Memleketin sokaklarında güler yüzlü çocuklarız

Kan yüzlü bulutlar canımızı alıyor

Biz Mezopotamya çocuklarıyız

Barış güvercinleriyiz

Size göre ise bir can

Bazen hatırlayın bizi

Yüreğinizde yer açın bize

Nerede o koca yürek? Nerede acıları birlikte sağaltacak cesaret? Dihaber’de yer alan habere göre Kızıltepe Belediyesi’ne atanan kayyum Ahmet Odabaşı, geçen yıl oğlunun öldürüldüğü 21 Kasım günü Kaymaz’ın annesi Makbule Kaymaz’ı işten atmış. Hani, bahsettiğimiz böyle bir fikri takip, böyle bir süreklilik.

Hazır yeri gelmişken, baba-oğul öldürüldükten sonra yaşananları da hatırlayalım mı? Dört polis hakkında dava açıldı. Sanık polisler Mehmet Karaca, Yaşafettin Açıkgöz, Seydi Ahmet Döngel ve Salih Ayaz tutuksuz yargılandı. Mahkeme ‘meşru müdafaa’ gerekçesiyle polislerin beraatına karar verdi. Temyize giden davada Yargıtay 1’inci Ceza Dairesi yerel mahkemenin kararını oy birliğiyle onadı. İç hukuk yollarının tükenmesinin ardından Kaymaz Ailesi, AİHM’e başvurdu. AİHM, Uğur ve Ahmet Kaymaz’ın hayatını kaybettiği operasyonun riskleri minimuma indirecek biçimde planlanmadığına ve öldürücü güç kullanımının gerekli olmadığına, dolayısıyla yaşama hakkını düzenleyen 2’nci Madde’nin ihlal edildiğine karar vererek Türkiye’yi mahkûm etti.

Mesele şu: Heykeli kaldırınca olmamış değil bir kez daha yaşatılmış oluyor o cinayet. Roboski ve Tahir Elçi anıtlarına reva görülenlerde, sayısız köy boşaltmada, tarih boyu kavimlerin sürgün adlı ölüm yolculuklarında olduğu üzere. İnkâr ettiğini tasdik ediyor devlet. Bazılarımız da şükür hatırlamak değil, hiç unutmuyor.

Geceler gündüzler HDP milletvekillerinin gözaltına alınmasıyla aksın gitsin. İçerdeki gazetecilerden haberler, Sur’da yıkım, İstanbul’da inşaat harekâtı, ünlülerin iftar sofraları, dizilerin, evlilik programlarının yeni bölümleri, açlık grevinde bir gün daha…

Özerk, bağımsız duruş kıymetli. Ayrışmak değil. Ayrışmak laboratuvar ortamının faaliyeti. Demiştim değil mi? Steril çok kirli.

Karin Karakaşlı – Gazete Duvar

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR