İklim değişikliği ve ekosistemdeki kötüleşme, dünya için büyük bir tehdit olmaya devam ederken, Avrupa Birliği (AB) tarafından kapsamı ve öncelikleri tanımlanan ‘yeni’ bir mutabakat bir süredir tartışmalara konu oluyor: Avrupa Yeşil Mutabakatı (AYM).
AYM, refahı azaltmadan düşük karbon ekonomisine geçişi, daha temiz hava ve su ile daha iyi hayat koşullarını hedefleyen, aslında yıllarca süren bir çabanın sonucu olup hedeflediği öncelikler eski, sadece adı yeni olan bir mutabakattır. AB sınırları içinde 1990 yılında enerji/karbon vergisi önerilmiş, 2005 yılında Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kurulmuş, 1990 yılından itibaren vergileri regülasyonlara ilave olarak çevre politikalarında da kullanmak için “Yeşil Bütçe Reformu” başlatılmış, iyinin değil (kişisel gelirlerin) kötünün (çevre sorunlarına yol açan aktivitelerin) vergilendirilmesi hedeflenmiş ve yıllar boyunca enerji, ulaşım, atıklar ve vergiler alanında binlerce direktif yapılmış ve üye ülkelerde bağlayıcı olarak uygulanmıştır.
Avrupa Yeşil Mutabakatı’nda en ön plana çıkan hedeflerden biri, AB sınırları içinde 2050 yılına kadar karbon nötr bir ekonominin sağlanabilmesidir. Bu hedef, iddialı bir hedef olabilir. Zira, üye ülkelerin enerji kaynaklarında ve fosil yakıtlara bağımlılığında önemli farklar mevcuttur. Nötr karbon ekonomisinin önemini anlayan ve çok önceden yatırım yapan üye ülkelerin yanı sıra, kömüre hala teşvik veren üye ülkelerin olması bu hedefi iddialı bir hedef haline getirebilir.
Kömüre olan bağımlılık, yıllar önce gündeme gelen enerji/karbon vergisinin uygulanmasına engel olmuştu. AB, karbon vergisini AYM ile bu kez sınırda uygulanacak karbon vergisi olarak tekrar gündemine aldı. Ama aslında AB, karayolu ulaşımından kaynaklanan ve ETS ile regüle edilmeyen emisyonları da azaltabilmek için 2010 yılından bu yana bu vergiyi tartışıyor. Yeni bir politika önerisi gibi gözüken karbon vergisi, AB’nin gündeminden hiç bir zaman düşmedi. Sadece vergilendirme alanındaki oy birliği ilkesi, AB’nin elini kolunu bağladı.
Bu nedenle, gündeme sınırda karbon vergisi uygulaması geldi. Bu politika önerisinin hayata geçmesi ile AB, rahatlıkla sınırları içinde de karbon vergisi uygulamasına geçebilir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, bu vergi çok uzun bir süreden beri bazı üye ülkelerde uygulanıyor. Hatta vergiden elde edilen gelirler de düşük karbon ekonomisini teşvik eden projelere kaynak sağlıyor.
Ülkeler arasında yük paylaşımı
AB’nin gündeminde düşük karbon ekonomisine geçiş çok uzun zamandır var. AB’nin yıllar önce bu soruna kafa yorduğunu, Kyoto Protokolü’nün belirlediği hedeften daha yüksek bir azaltım hedefi benimsediğini de hatırlamak gerekir. Protokol, OECD ve geçiş ekonomisine sahip olan ülkelerden 1990 yılı emisyon miktarları esas alınarak 2008-2012 yılları arasında yüzde 5,2 azaltım isterken, AB yüzde 8 oranında bir azaltımı benimsemiştir. Bu hedefi koyarken üye ülkelerin (o zamanlar üye sayısı 15 idi) farklı gelişmişlik seviyelerini dikkate almış ve “yük paylaşım anlaşması” çerçevesinde AB genelinde toplam emisyon azaltımının yüzde 8 olmasında mutabık kalmakla birlikte, bazı ülkelerde emisyon artışı olabileceğini kabul etmiştir.
Bir başka deyişle, “yük paylaşım anlaşması”, AB içinde gelişmişlik seviyesi düşük olan ülkelerde bu süre içinde emisyon artışı varsa, bunu daha gelişmiş üye ülkelerdeki azalış ile telafi etmek anlamına geliyordu. AB, daha sonra “20-20-20” olarak bilinen bir hedefi gündemine almıştır. Bu hedef, 2020 yılına kadar sera gazı emisyonlarında yüzde 20, yenilebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğin toplam elektrik üretimindeki payının yüzde 20 ve enerji verimliliğinin yüzde 20 artırılması için belirlenmiş bir hedefti.
“Yeşil Bütçe Reformu”, AB’nin çevre politikalarında dikkat çeken bir diğer gelişmedir. AB, vergi gelirleri içinde yeşil vergiler olarak bilinen vergilerden elde edilen gelirin oranını artırarak mali vergilerin, başka bir amaca daha hizmet etmesini istemiştir. Hepimizin bildiği gibi vergilerin ilk amacı, kamu harcamalarına kaynak sağlamak. Bu amaçla konulan vergiler, mali vergiler olarak adlandırılır. AB, “Yeşil Bütçe Reformu”nda iki farklı, ama birbirini tamamlayan bir yol izlemiştir. İlk uygulamasında üye ülkeler, halihazırda var olan mali vergileri çevre lehine yeniden yapılandırmıştır. İkinci uygulamada ise üye ülkeler, amacı bütçeye gelir sağlamak olmayan, tamamen belli bir çevre sorunu ile mücadeleyi amaçlayan yeni vergiler koymuştur.
Vergi koymak kolay değil
Yıllar boyunca bu vergilerin hem sayılarında hem de bütçeye sağladıkları gelirlerde artış olmuştur. Diğer taraftan, AB sınırları içinde yeni bir vergiyi koyabilmek için oybirliği ilkesine uymak zorundadır. 1990 yılında önerilen enerji/karbon vergisinin birlik genelinde uygulanamamasının nedeni, üç ülkenin (Portekiz, Yunanistan ve İngiltere) verdiği ret oyudur. Bununla birlikte, bir üye ülkenin yaptığı vergi düzenlemeleri, diğer ülkeleri de bu tür düzenlemelere teşvik etmiştir. Bunun en güzel örneği, yıllık araç vergilerinin bütçeye kaynak sağlamanın yanı sıra, gelişmelere göre çevreyi de koruyacak şekilde sürekli yeniden yapılandırılmasıdır.
AB, aynı zamanda bağlayıcı olan direktifleri ile vergi oranlarının da çevre lehine düzenlenmesini sağlamıştır. Vergi oranlarının çevre lehine düzenlenmesinin yanı sıra direktifler sayesinde hem su hem de hava kalitesinde önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Sürdürülebilir ulaşımda ise, AB özellikle yük taşımacılığında yük miktarı başına daha düşük emisyonlara yol açan demiryolu, nehir ve/veya denizyolu taşımacılığını teşvik eden “kombine taşımacılık” politikalarını çok uzun bir zamandır uyguluyor.
Kısaca AB, bugüne gelene kadar AYM kapsamına giren konularda ve hedeflerde uzun yıllardır yoğun hazırlıklar içinde idi. AYM, yeni bir mutabakat olmayıp, AB’nin yıllardır üzerinde çalıştığı bir mutabakattır. Sadece adı yenidir ve hedefleri daha yüksektir. Diğer taraftan, hem bölgesel hem de ülkesel farklılıklar, bu hedeflerin uygulanmasında sıkıntılar çıkarabilir. Kendisi yeni olmayan, adı yeni olan mutabakatın uygulamasına ilişkin zorlukların konuşulması, mutabakatın yeni bir şeymiş gibi konuşulmasından çok daha önemlidir.