Avrupa Kalesi yaklaşımı çözüm değil – Zeynep Özler

Lampedusa Adası’nda yaşanan olay gösteriyor: AB hiç hazırlıklı değil. Çok boyutlu bir yaklaşım gerektiren düzensiz göçün önlenmesinde göçmen haklarını hiçe sayan, “güvenlik” odaklı yaklaşımlar sorunu kronikleştirmek öteye geçemez.

Sicilya’nın güneyindeki Lampedusa Adası’nda yaşanan olay ilk değil, bu gidişle son da olmayacak. Göçmen akınının ardından alarma geçen İtalya, Avrupa Birliği’nden acil bir zirve toplanması talebinde bulundu. İtalya’daki bu ‘istisnai’ durumu görüşmek üzere 24 Şubat’ta toplanması öngörülen AB Zirvesi’nde gündem, Arap ülkelerindeki siyasi ayaklanmalar ve ‘yasadışı göç’ yönetimi üzerine odaklanacak. İtalya, bir yandan Avrupa Dış Sınırlar Ajansı FRONTEX timlerinin harekete geçirilmesi konusunda ısrar ederken, diğer yandan AB ülkelerini “dayanışma”ya çağırıyor. Tunus’un ardından Mısır’dan da AB’ye benzeri bir göçmen akışının yaşanması muhtemel. Ancak AB, buna ne kadar hazırlıklı? Bu sorunun yanıtı ‘hazırlıklı değil, hem de hiç’. Zira, bu filmi biz daha önce de görmüştük. Daha önce, yine Lampedusa’da, bir çok Libya vatandaşı, adil ve şeffaf sığınma hakkı prosedürlerine erişemeden sınır dışı edilmiş, non-refoulement ilkesi hiçe sayılarak Libya’ya geri gönderilmişlerdi. Diğerleri ise çok sınırlı kapasiteye sahip barınma merkezinde alıkoyulmuş, hava alacak alan dahi bulamamışlardı. İnsan haklarını ve uluslararası hukuku hiçe sayarak 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne taraf olmayan Libya ile ikili anlaşma imzalayan İtalya, başta Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği olmak üzere sivil toplum ve insan hakları kuruluşlarının tüm eleştirilerine rağmen, bildiğini okumuş, düzensiz göçü durdurduğu yanılgısına düşmüştü.

Benzer şekilde, Yunanistan’ın talebi üzerine harekete geçen FRONTEX, Türkiye ile Yunanistan arasındaki kara sınırının 12,5 kilometrelik bölümünün “yasadışı” göç baskısı karşısında kontrolünü sağlamak üzere, hızlı sınır müdahale ekiplerini (RABITs) 2 Kasım 2010 tarihi itibariyle konuşlandırmıştı; hatta, Türkiye-Yunanistan sınırında bir ‘duvar’ örülmesi gündeme gelmişti.

Lâkin, çok boyutlu ve bütüncül bir yaklaşımı gerektiren düzensiz göçün önlenmesi konusunda, göçe neden olan unsurları gidermeye yönelik tedbirler almadan, askeri çözümlerden, deniz devriyelerinden, güvenli olmayan üçüncü ülkeler ile yapılacak ikili anlaşmalardan medet ummak, sorunu kronikleştirmek öteye geçemez. Bu kapsamda, dışlayıcı mekanizmalar geliştirerek değil, ancak çok boyutlu düzenli işbirliği mekanizmaları (mali, teknik, idari vb.) aracılığıyla, düzensiz göçle mücadelede gerçek ve kalıcı kazanımlar elde edilmesi mümkün olabilir.

Göçmen haklarını hiçe sayan, “güvenlik” odaklı yaklaşımlar düzensiz göçü ne durduruyor ne de azaltıyor; sadece ve sadece göçmenlerin ve insan kaçakçılarının ülkeye giriş noktalarını ve stratejilerini değiştirmelerine yol açıyor. Bu sorunu gidermenin başlıca yolu, yasal göç kanallarını erişilebilir kılmaktan geçiyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerden gelen ve her ne pahasına olursa olsun “Avrupa Kalesi”ne girmeyi göze alan göçmenler açısından, kısıtlayıcı politikaların artırılması beklenen caydırıcı etkiyi yaratmıyor. Bir ülke topraklarına erişimde yasal yollar ne kadar tıkalı olursa, göçmenlerin tehlikeli alternatif yollara başvurmaları ihtimali o oranda artıyor. Kontrol odaklı bir göç politikası güdüldüğünde, başta tutukluluk ve gözaltı koşulları olmak üzere, sığınmacıların koruma taleplerini ve kişilerin insanlık onurunu zedeleyecek durumlar ortaya çıkabiliyor. Dolayısıyla siyasetçilerin ve medyanın AB sınırlarını aşmaya çalışan “düzensiz göçmen akını” söylemini benimseyerek, sınır kontrollerinin artırılmasını meşru kılma çabaları, düzensiz göçün yönetiminde etkili bir araç olamaz ve bu anlayışın sorgulanması gerekiyor.

AB’nin, buna ek olarak, neden henüz ortak bir göç ve sığınma politikası oluşturamadığı yönünde ciddi bir sorgulamaya gitmesi, belirlenen hedeflerin neden yerine getirilemediğine dair bir iç hesaplaşma sürecinden geçmesi elzem. Günü kurtarmaya yönelik kozmetik değişiklikler, ya da üye ülkelerin münferit yardım çığlıkları ile düzensiz göç yönetiminde ilerleme kaydedilemeyeceği çok açık. Son dönemde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan siyasi ve sosyal değişimlerin Avrupa eliyle daha beter insani krizlere dönüştürülmemesi için acil olarak harekete geçilmesi şart!

(Zeynep Özler çalışmalarına İktisadi Kalkınma Vakfı’nda Avrupa Birliği Göç Politikası Uzmanı olarak devam ediyor – Y.G.)

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Kardan Kadın da Roma Bostanı’nda

İstanbul’da kar yağınca hayat yavaşlar. Okullar tatil olur, araçlar...

ABD’de seçimi izlemek: Korkuların cisimleştiği gece – Göktuğ Taner

Bizim evin geleni gideni bitmez, sağolsunlar. Amerika’daki seçim gecesi...

Bir “teferruat” hikayesi değil: Kaz Dağları, Termik, Baraj, HES!

Çanakkale’nin Yenice ilçesi geçtiğimiz günlerde siyanürle altın arama izni...

İklim Forumu ilk gününden izlenimler – Didem Usluca

Bundan bir yıl önce çalışmalarına başlayan #IklimIcin Hareketinin düzenlediği...

“G 20 Krizler ve Alternatifler” toplantısı ile benim krizim – Fatoş Çırnaz

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisinin Yeşil Sol buluşma G2O...

EN ÇOK OKUNANLAR