Hafta SonuManşet

[Arada bir] Mültecinin rüyası- Yaşar Özürküt

0

Adamın biri, kara-kuru, kısa boylu, kıvırcık saçlıdır. Siyasal düşüncelerinden ötürü, yıllarca çalıştığı mesleğinden atıldığı zaman, Akdeniz Bölgesinde, kaktüsleriyle ünlü bir kentte sendikacılığa başlamıştır. Ege’nin, adı zeybekleriyle, efeleriyle ünlü bir ilçesinde doğmuş olmasına karşın; O, sendikacılık yaptığı bu güney kentini daha çok benimsemiştir. Ve vakt-i saati gelip 12 Eylül gongu vurulduğunda, bu kentteki diğer sendikacılar, ilericiler gibi arananlar listesinde adı ünlenmeye başlamıştır. Ne yapsın? İlk iş kenti terk etmek, tanınmadığı, bilinmediği bir yerde yaşamını sürdürmektir. O da öyle yapmış. Şurası senin, burası benim; inşaat işçiliği, pazarcılık gibi asıl mesleğiyle ilgisi olmayan işler yaparak yaşamını sürdürmüştür.Çember daralıp,  hapse düşme tehlikesi artınca da, uluslararası dayanışmanın güvenli elleriyle, kendini İsveç’in Arlanda Havaalanında bulmuştur. Ayrı bir toplum, ayrı bir dünya. Ne çocukluğunu geçirdiği zeybekleriyle, efeleriyle ünlü ilçeye, ne de gezip gördüğü, ya da son çalıştığı güney kentine benzememektedir Stockholm.İlkin İsveççe kursları, sonra da iş yaşamı başlamıştır. Sabahın altısında çalışmaya başlıyor; saat on beş sularında işi bitirip evine geliyor. Koltuğunda hep İsveççe – Türkçe sözlük ve ‘mål-1’, ‘mål-2’, ‘svenska för invandrare’ gibi gramer kitapları vardır.

Olmayacak usta… Biz bu İsveççeyi öğrenemeyeceğiz. Bu yaştan sonra zor oluyor.”

En çok yakındığı şey budur. “İsveççeyi öğrenemeyeceğiz”. Bir de kimi zaman buram buram yurt özlemini dillendirir. Akdeniz’in yosun kokan, kaktüslü kentinden girer; İstanbul’un kımıl kımıl Sirkeci’si, Haydarpaşa’sı, Rumeli Hisarı’ndan çıkar.

İsveç’i seviyorum sevmesine… İnsanları da mülayim. Ne ki bizimkiler başka. Salkım saçak ada vapurları; Eminönü’nde ciyak ciyak bağırarak satış yapan seyyarlar; ilk akşamda bir o yana, bir bu yana akan Beyoğlu insan selleri nerede? Ama İsveççeyi çözebilsek burada da güzel şeyler bulmak mümkün.”

O’nun ülkede bıraktığı kimi kimsesi yoktur. Bir tek sınıf dostlarını, eski iş arkadaşlarını anımsar. Bazen onlara iki satır yazar, bayram tebriki gönderir, onlardan aldığı yanıtlarla da kıvanır.

Kimin çoluğu çocuğu, yıllardır özlem duyduğu yakını İsveç’e gelse, bizimki Arlanda Havaalanında sevinci coşkuyu paylaşanlar arasındadır.

Sözün özü; o bir yanıyla ülkesinde, kalabalıklar arasında, öte yanıyla İsveç’te sözlüklerin, sözcüklerin arasındadır.

“Usta dün yine Sirkeci’deki gemilerin oraya gitmiştim. Epey oturdum. Bir ara gözüm dalmış. Ta karşı tepelere takılmışım. İstanbul Boğazı’na ne kadar benziyor dedim. Şu karşıya insan taşıyan motorlar da, Eminönü’ndeki dolmuş motorlarıdır dedim kendi kendime… Bir ara öylesine dalmışım ki, karalı aklı martılar, dalga sesleri almış götürmüş beni İstanbul’a. Neredeyse yandaki Viking botuna koşanlara karışıp, ‘Üsküdar’a bir bilet’ diyeceğim. Bir daha gitmeyeceğim oraya. Mültecilikte böylesine hayal kurmak tehlikeli bir şey”

‘Sirkeci’ dediği yer, Stockholm’ün kuzey yakasını, güneye bağlayan, Gamlastan ile Slussen arasındaki köprünün oralardır. Ki karşılıklı kıyılara motorlar, gemiler buradan kalkar. İsveç’in binlerce takımadalarına, Finlandiya’ya küçüklü büyüklü turistik yerlere gemiler motorlar buradan kalkar.

‘Gitmeyeceğim’ der ama Sirkeci ‘siz yapamaz. Haftanın hiç değilse bir günü, tek başına uzanır o kıyılara. Tabii koltuğunda yine İsveççe ders kitapları, Türkçe- İsveççe sözlük vardır.

İşte böylesi günlerden birinde, ‘Sirkeci’ dönüşü, yarım ülkede, yarım İsveç’te dalgın dalgın evine döner.

“Yapması bir saat sürüyor, on dakikada yeniyor” dediği yemeğini yer… Çayını demler. Koltuğuna uzanıp televizyondaki diziyi izler. Bir yandan da bilmedikleri sözcüklerin karşılığını elindeki sözlükten bulup, anlamaya çalışmaktadır diziyi. Derken, göz kapakları ağırlaşmaya, kafası hafiften öne doğru kaymaya başlar. Ufaktan ufaktan da horluyordur. Elindeki kalın ciltli İsveççe- Türkçe sözlüğün yere düşmesi bile uyandırmaz daldığı uykudan onu.

Dizi filmdeki uçak homurtusu, onu İsveç’in Arlanda Havaalanı’ndan alıp, İstanbul’a Yeşilköy Havaalanı’na götürür. Diğer yolcularla birlikte iner uçaktan. Bir sevinç, bir heyecan, bir korku; hepsi karışır birbirine.

Daha uçaktan inerken, iki sivil girer kollarına ”Gel bakalım bizimle. Yıllardır bekliyoruz seni” deyip, bir polis arabasına bindirirler. Çok geçmeden de Sirkeci’de Sansaryan Han’daki işkence evine getirirler.

“Şimdi bülbül gibi konuşursun merak etme” der getirenlerden biri. Öteki: ”Atın hücreye”der.

Kendini daracık bir odada bulur. Loş bir ışık vardır. Bir dolu da işkence aygıtı. Askılar, coplar, Mål-1, Mål-2, Svenska för invandrare gibi ders kitapları, İsveççeden Türkçeye; Türkçeden İsveççeye sözlükler, elektrik verme aygıtları, kafesler…

Çok geçmeden tavandaki hoparlörden kalın bir ses komut verir.

“Haydi, ulan İsveççe konuş. İsveççe… isveç… İs…

Kan-ter içinde uyandığı zaman, dizi hala devam etmektedir TV’de.Yaşamını simge olarak öykülendirdiğim arkadaşım Nurettin Bediz’i 4 Eylül 2017’de yitirdik.

 

Yaşar Özürküt

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.