Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

Antarktika’nın metanı Karagöl’ün betonu

0

Küresel iklim krizinin en önemli iki sorumlusu karbondioksit ve metan gazı! Karbondioksitin olağanüstü düzeyde artmasının nedeni direkt olarak artan insan faaliyetleriyken, metan gazının büyük bölümünün oluşmasından ziyade atmosfere salınmasına neden olan değişikliklerin doğrudan sorumlusu yine insan. Metan gazının salınmasında insan faaliyetlerinin kaynak olduğu noktalar da var ancak geçtiğimiz günlerde Antarktika’da keşfedilen okyanus dibi metan sızıntısı ile son yıllarda artan oranda rapor edilen Sibirya permafrostlarındaki metan sızıntılarının yarattığı kaygının yanında biraz sönük kalabilecek düzeyde.

Normalde her ikisi de bu kadar hızlı olmaması gereken sızıntılar. Bu kadar hızlı yayılmadıkları takdirde ekosistemin baş edebilecekleri bir seviyeye sahipler. Ancak bu gazları bertaraf edebilecek canlıların (çoğunluğu bakteriler) sayısı ve artış hızı ile metan gazının salım hızı arasında metan gazı lehine bir orantısızlık olursa, o zaman, metan gazı atmosfere daha fazla salınacak ve var olan sıcaklık artışını da hızlandıracak.

Bu durum geçmiş döneme ait iklim modellerinde göz ardı edilmiş bir durum. Çünkü bu problemlerin varlığı yeni yeni keşfediliyor. Antarktika’daki metan sızıntısını keşfeden ekibin lideri Andrew Thurber mevcut durumu “Metanın kaynağı muhtemelen çökeltiler altında gömülü binlerce yıllık alg birikintilerinin bozunması. Aslında okyanusların çoğunda, deniz yatağından sızan metan gazı, dip sedimentinde veya daha yukarıdaki su sütununda var olan mikroorganizmalar tarafından tüketilir. Böylelikle metan gazı atmosfere neredeyse salınmadan döngü içerisinde işlenmiş olur. Ancak Cinder Cones sahasında var olan mikroorganizmaların yavaş büyümesi ve alanın sığ olması, metanın atmosfere sızmasını neredeyse kaçınılmaz hale getiriyor” şeklinde özetliyor ve ekliyor “Gerçekten endişelenmeliyiz çünkü bu hiç hesapta olmayan bir şey”

Birbirini besleyen zincirleme tehditler

Araştırma bize şunu açıkça gösteriyor: İnsan faaliyetleri artık hiç hesapta olmayan saklı tehditlerin de gün yüzüne çıkmasına neden oluyor. Fosil kaynaklara olan bağımlılığımızın kendisi iklimi değiştirirken, değişen iklim de doğal şartlarda hapsolmuş halde kalması gereken başka tehditlerin de hesaba katılmasını zorunlu kılıyor.

Bu saklı kalması gereken tehlikelerden biri olan Antarktika’da keşfedilen metan sızıntısı olayı tekil bir olay değil. Benzer şekilde yine buzul altında hapsolmuş metan gazı için de benzer bir endişe söz konusu. Çünkü gerek deniz dibinden gelen sızıntıların artması, gerekse de artan sıcaklıklar nedeniyle buzulların erimesi sonucu hapsolmuş metanın atmosfere salınması, endişelenmemiz gereken durumun sanılandan daha da büyük olma ihtimalini doğuruyor. Bunlar insan faaliyetlerinin dolaylı etkisinin yarattığı kötü sonuçlar.

Bir de insanın direkt etkisinin yarattığı sonuçlar var. Üstelik bu sonuçlar iklim krizi gibi uzun vadeye yayılan bir şekilde ortaya çıkmıyor. Daha hızlı ve etkisi daha hissedilir olabiliyor. Bu etkilerden biri de doğaya yapılan doğrudan müdahaleler. Doğaya yapılan müdahalelerin zincirleme etkisi konusunda çok söz söyledik. Bu durum birbiriyle ilişkili birçok faktörün harekete geçmesine ya da dengesizleşmesine neden oluyor. Bozulan sistem yeni bir denge durumuna gelene kadar (ki bu her zaman garanti değil ve yeni bir denge oluşsa da bu dengenin eskisine hiç benzemeyeceği gerçeği de var) ekosistemlerin bozulup ortadan kalkması ve bağlantılı olarak türlerin yok olması gibi durumların ortaya çıkmasına neden oluyor. O halde çözüm belli, doğa ile uyumlu yaşamak.

Salda Gölü.

Görünen ise tam tersi! Doğal olana uyumlu olmayanı doğal ortamlara dayatma inadı sürdürülmeye devam ediyor. Neredeyse tüm doğal zenginlikler zaten yeterince insan faaliyetleri baskısı altındayken bir de yeniler ekleniyor. Bu durum Salda Gölü için de, Gökpınar Gölü için de, Trabzon Uzungöl için de Artvin Karagöl için de geçerli. Tüm bu yerler doğal güzelliğiyle baş başa bırakılması gerekirken, beton yığınlarıyla mahvediliyor. Absürt estetik algısıyla tarumar edilen eskileri yetmezmiş gibi biraz olsun bakir kalabilmiş yenileri de bu absürtlükten nasiplensin diye olmadık işlere girişiliyor. İçinde çevre, park, koruma doğal gibi isimler bulunan kurumlar eliyle yapılması ise hikâyenin trajikliğini ortaya koyuyor.

İnsan olarak doğal olana düşman olduğumuzu Artvin Karagöl’e kondurulan ucube beton yığınıyla, Uzungöl’ün içler acısı haliyle, ısrarla sürdürülen termik santral inadıyla, katlanarak artan plastik üretimiyle, Kanal İstanbul ve 3. Havalimanı’yla ve daha niceleriyle ispat etmeye devam ediyoruz. Doğa da bu durum karşısında bize yıkım ve tükenişi geri veriyor. Çünkü ne ekiyorsak onu biçiyoruz. Doğa kendisine baltayla yaklaşana ne yazık ki artık daha fazla tolerans gösteremeyecek kadar tükenmiş durumda. Bunu fazlasıyla hissediyoruz. Hal böyleyken neden talanda, bozmada ya da tahrip etmede ısrar ediyoruz?

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.