Ankara'nın iklim gündemiEditörün SeçtikleriManşetRöportaj

[Ankara’nın iklim gündemi-10] HDP: İklim krizi yeni kazanç kapısı olamaz

0

Röportaj: Hilal KÖYLÜ

*

İklim krizi ve onunla birlikte büyüyen çevre sorunları HDP’nin de yakın takibinde. Sorunlara çözüm politikaları üretmeye sorunları doğru tespit etmekten başladıklarını belirten parti yetkilileri, hükümetin iklim kriziyle ilgili gerçek verileri kamuoyuyla paylaşmamasının sadece siyasi partileri değil sivil toplum örgütlerini de zora soktuğu ve halkın kafasını karıştırdığını düşünüyor. Bu nedenle de sorunların üstüne tek tek gitmekten yana tavır almış durumdalar.

HDP Ekolojiden Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Naci Sönmez, bu tavrı nasıl geliştirdiklerine dair Yeşil Gazete’nin sorularını yanıtladı.

‘Temel sorun; şeffaflığın olmaması’

İklim ve çevre sorunları Türkiye’de neden azaltmaya çalışmak yerine büyüyor?

Türkiye’de iklim ve çevre sorunlarının bir parçasını da ekoloji ile ilgili gerçek verilerin kamuya açıklanmaması oluşturuyor. Öncelikle, gerçek verilere ulaşma ve kamuoyuna açıklama yönünde bir çalışma gerekiyor.

İklim krizinin ticari bir metaya dönüştürülmesinin önemli bir konu olduğunu; doğanın, biyoçeşitliliğin, ekosistemin, yaşamın korunması amacının mevzuat düzenlemelerinde yer almadığını ya da göstermelik olarak yer aldığını fiili durumun başka türlü olduğunu düşünüyoruz. Bu, öncelikle ele alınması gereken sorunların başında geliyor. Mevzuatın hızla bu nitelikten kurtarılması, koruma amacına uygun yasal düzenlemeler yapılmasının doğru olacağının, uyulan bir kurallar düzeni gerektiğinin farkındayız.

Türkiye’nin ekolojik sorunları birçok alanda kendini gösteriyor: İnsansızlaştırma, bunun ticarete dönüşmüş orman kesimi halini alması; ormanların ormancılık dışı faaliyetlere açılması, orman niteliğinden çıkarılması; kentsel dönüşümün kentsel ranta el koyma yöntemi olarak işlemesi; ÇED süreçlerinin göstermelik hale getirilmesi, kabul edilemez yüksek oranlarda ÇED olumlu ve ÇED gerekli değil kararları verilmesi; koruma kurullarının bağımsızlığını, bilimselliğini yitirip idari kurullara dönüşmesi, suyun ticari bir metaya dönüşmesi,  suya erişim hakkının ciddi bir hak ihlali halini alması.

‘Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ayrılmalı’

İktidara ortak olursanız, hangi politikaları hayata geçirmenin sözünü veriyorsunuz?

Ekolojik sorunlar arasında öncelikle, koruma yaklaşımı açısından bakıldığında yönetilemez hale gelecek kadar büyütülmüş olan Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın işlevlere uygun biçimde ayrılmasını ele almamız gerekiyor. İktidar tarafından dahi iklim krizinin nedenleri arasında olduğu kabul edilen kentleşme ile çevre-ekolojinin korunması aynı bakanlık altında yürütülüyor. Bakanlık aslında, Türkiye’deki rant düzeninin bir parçası, doğanın ranta dönüştürülmesinin mevzuat düzenlemelerini yapıyor. Bu işleyişten kurtarılması, doğal, ekolojik koruma işlevini yerine getirir bir yapıya kavuşturulması gerekiyor; bunun için çevre ve şehirciliğin ayrı bakanlıklar olarak örgütlenmesi gerekir.

Önceden ayrı bakanlıklar olarak örgütlenen merkezi birim 2011 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığına dönüştürülmüş, yakın zamanda buna iklim değişikliği eklenmiştir. Bakanlığın ayrılması öncelikli işlerimizden biri olacaktır.

‘Kentsel dönüşüm, zorla yerinden etme değil’

Kentsel dönüşümün yaşam hakkının yok sayılması, zorla yerinden etme uygulaması olmaktan çıkarılması uygulamasını durduracağız. Neredeyse otomatik hale gelmiş ÇED olumlu ve ÇED gerekli değildir kararlarının verildiği süreci durduracağız.

Benzer bir sürecin madencilik için doğal varlıkların, türlerin yok edilmesi uygulamaları için de gerekli olduğunu düşünüyoruz. Uygulanacak projelerden etkilenecek, seslerini duyurmak için dava açan, sokağa çıkan insanlarımızın hep birlikte süreçlerde söz sahibi olmalarını, yaşam alanlarının korunmasını önceleyen, bunu mümkün kılacak bir sistem kuracağız.

‘İklim krizi yeni kazanç kapısı olamaz’

İmzalanan Paris İklim Anlaşması’nın hayata geçirilmesi konusundaki tavrınız ne olacak?

Paris İklim Anlaşması’nın doğal varlıkların korunmasını öngören hükümlerinin öne çıkarılması gerekiyor. Bunun yolunun hem uluslararası hem ulusal düzeyde iklim krizinin ticareti yapılan bir olgu olmaktan çıkarılmasından geçtiğini düşünüyoruz. İklim krizini yeni bir kâr kapısı olmaktan çıkarmak gerekiyor.

İklim krizine karşı önlemlerin ilk adımı olarak fosil yakıtlara dayalı yeni enerji santralleri kurulmasını önleyeceğiz. Mevcut santrallerin geçinmeye, tarıma, doğal varlıklara zarar verme açısından kötü durumda olanlarının öncelikle kapatılması yoluna gideceğiz. Bu aynı zamanda Paris Anlaşması’nın gereklerine uygun davranma anlamına da gelecektir. Ama yapılması gereken, yapmayı düşündüğümüz değişiklikler bunlarla sınırlı olmayacak. Enerjinin ne için gerektiğini sorguluyoruz/sorgulayacağız. Enerjinin, daha çok sanayileşme, daha çok kâr yaklaşımıyla üretildiğini; bunu mümkün kılacak mekanizmaların oluşturulduğunu biliyoruz.

Meseleye kaynakların nasıl, hangi amaçla kullanıldığı sorunu olarak bakmak gerektiğini düşünüyoruz. Aynı kaynakları sermaye birikimi için de, ki şu anda Türkiye’de bunun yapıldığını biliyoruz, kamunun, yoksulların yaşamını sürdürmesi için de kullanabilirsiniz. Bunu yapacağız.

‘Akkuyu Nükleer Santrali dayatma’

Akkuyu Nükleer Santrali’nin inşasına devam edecek misiniz?

Nükleer enerjinin zorunlu ve gerekli olmadığını düşünüyor, bu düşüncemizi mümkün olduğunca duyuruyoruz. İklim krizi olgusu daha az karbon salımının sağlanması yoluyla tek boyuta indirgenmeye çalışılıyor. Nükleer santrallerin daha az karbon salımına yol açtığı söylemiyle, iklim krizine çare olarak görülmesini sağlayarak meşrulaştırılmak isteniyor. Bunun doğru olmadığı, santrallerin atıklarının yüzyıllarca insana ve doğadaki canlı yaşama zarar vereceği biliniyor.

Bunun da ötesinde, kaza riskinin çok daha önemli olduğunu düşünüyoruz; dünyada örnekleri var. Bu olumsuzluklara rağmen enerji üretimi yapılamaz. Akkuyu Nükleer Santrali’nin inşasının dahi bölgeyi alt-üst ettiğini biliyoruz. Hem işçi ölümlerinin, yaşanan çalışma koşullarının yarattığı toplumsal sonuçları, hem doğanın tüketilmesini izliyoruz. Geniş bir kesimin de kısaca belirttiğimiz nedenlerle nükleer santral yapılmasına karşı durmaya çalıştığını kamuoyu biliyor.

Her ne şekilde olursa olsun enerji üreteceğiz yaklaşımının doğru olmadığını kabul ediyoruz. Bu soruna devlette devamlılık esastır diye de yaklaşılamaz. Bunun demokratik bir yöntem olmadığı açık. Nükleer santral yapılmasına karar verilirken, yapılacak tesisten olumsuz etkileneceklere düşünceleri sorulmadı. Yapım süreci dayatmacı bir anlayışla yürütülüyor.

Doğayla barışık tarımsal üretim, acil toprak reformu

Sürdürülebilir tarım ve su politikalarınızı paylaşır mısınız?

Tarım ve su başlıklarındaki parti politikalarımızı sermeye kuruluşlarının da planlama yaptığı ve strateji geliştirdikleri ‘sürdürülebilirlik’ başlığı altında ele almıyoruz. Tarım, bereketli toprakların bulunduğu coğrafyamızda yerleşik bir yaşam kültürüyle başlayan ve yüzyıllar boyu hem toprağı besleyen hem de tüm canlılara yaşam sağlayan bir faaliyet olarak sürmüştür. Neoliberal politikaların etkisini belki de en çok gördüğümüz yerlerden biri tarımdır. Geldiğimiz aşamada tarımdan geçimli ekonomi yaratan toplulukların, kentli ve köylülerin oldukça azaldığı, tarımdan geçimin giderek zorlaştığı, atalık tohumların ve nesilden nesile ulaşan kadim bilgilerin azaldığı zamanlarda yaşıyoruz. Bunun tersine çevrilebilmesi için küçük üreticilerin desteklendiği, GDO’lu ürünlerin ve tarım zehirlerinin kullanılmadığı, büyük organize sanayiler yerine kooperatifler aracılığıyla dayanışma ekonomileriyle var edilen, doğayla barışık bir tarımsal üretimi geliştirmek için düzenlemeler yapacağız.

Neo liberal iktidarın, küçük tarım üreticilerinin sürekli aleyhine olan düzenleme ve politikalar ile çiftçiyi zarar ettirmek ve toprakların holdingler elinde toplanmasına uğraştığını ve işsiz kalan milyonlarca köylünün vasıfsız ucuz ve güvencesiz işlerde sömürüldüğüne şahidiz. Soma kömür işletmesinde ölen 301 işçinin büyük çoğunluğu yakın bölge köylerinde aç kalan köylülerden oluşmaktaydı.

Tarım politikalarımız küçük çiftçilerin, üreticilerin topraklarında zehirsiz, sömürüsüz bir şekilde üretim yapacağı, ürettiklerini doğrudan tüketiciye ulaştıracağı modeller oluşturmak üzerine olacaktır.

Bölge ve iklim koşullarına uygun türlerin üretimini ve alternatif tarım modellemeleriyle minimum enerji, su vb. tüketimini hedeflemekteyiz. Gıda egemenliğinin sağlandığı bir tarım politikasını hayata geçireceğiz. Toprakların büyük sermayenin elinden alınıp topraksız köylülerin oluşturduğu kolektiflere devredilmesini sağlayacak olan toprak reformuna acil ihtiyaç vardır. Bu, bir politika olmanın çok daha ötesinde kapitalist şirketlerin karları uğruna yok ettikleri hayatımızı sürdürebilmenin de tek yolu.

‘Su politikası aynı zamanda bir barış meselesidir’

Su politikası olarak ise önceliklerimiz ‘suyun gaspı’ olarak nitelediğimiz her türlü faaliyete son vermek yönünde. Bu başlık altında her canlının ücretsiz ve temiz suya erişebilmesi var, buna suların şişelenerek satılması da kentlerde ücretlendirilmesini engellemek de dahil. Suyun bir ‘kaynak’ olarak görülmediği ekolojik, adil ve sosyal katılımcılığı da içeren su politikaları yönetimini hayata geçireceğiz.

Bu bağlamda; su havzalarının, sulak alanların, derelerin, nehirlerin, göllerin, denizlerin, yeraltı sularının korunması için politikalar geliştirecek, suları kirleten atık yönetimi politikalarının tekrar elden geçireceğiz. Başta çoğunluğu Kürt sorunun demokratik çözümünü engellemek için güvenlikçi politikalar nedeniyle kurulmuş olan ve nehirlerin ekosistemlerini ve yataklarını değiştiren barajlara son vereceğiz. Hem yeraltı hem de yerüstü sularını bir hammadde olarak kullanan enerji santrallerinin kapatılmasını sağlayacağız. Su politikası aynı zamanda bir barış meselesidir, Türkiye’den doğan nehirlerin komşu ülkelerden geçmesi, başka ülkelerin sınırlarında yer alan denizlere dökülmesi nedeniyle nehirlerin komşu ülkelerle bir müştereğimiz ve ortak zenginliğimiz olarak değerlendireceğimiz, nehirlerin özgür ve temiz akabileceği düzenlemeleri gerçekleştirmeye çalışacağız. Bu çabamız, aynı zamanda ortak denizler üzerinden yürütülen barışcıl politikalarla savaşların engellenmesini, bölgemizde fosil yakıt arama ve çıkarımlarının ve büyük enerji yatırımlarının engellenmesi için de bir kolektif zenginliği koruma ve barış çabasını kapsayacak.

‘Maden arama ruhsatlarını iptal edeceğiz’

Ormanları ve tarım alanlarının madenlere açılması konusunda partinizin tavrı nedir? 

AKP iktidarı zamanında giderek artan maden projeleri ve büyüyen madencilik sektörü doğanın en büyük düşmanı oldu. Metalik madencilik başta olmak üzere tüm madencilik faaliyetlerinden doğan zararların, Balıkesir Balya’da olduğu gibi geçmiş dönemlerde çok büyük ekolojik tahribatların yaşandığı yerlerle, bu tahribatların devam ettiği, örneğin, siyanür sızıntısının olduğu ve Fırat havzasının büyük tehlike altında kaldığı Erzincan İliç’teki altın madeni, 400 bine yakın ağacın kesildiği ve üst toprağın yok edildiği Kazdağları gibi yerlerdeki ekolojik yıkımların önüne geçmek için madencilik faaliyetlerini ve projelerini sonlandıracak, tüm sorumlularının, görmezden gelenlerin ve suçları örtbas edenlerin bağımsız mahkemelerde yargılanmasını sağlayacağız.

Şu anda Çin dünyanın en büyük maden tedarikçisi durumundadır. Bu pazara katılmak isteyen pek çok şirket ülkenin ormanları ve doğal varlıklarını yok etmek uğruna mermer başta olmak üzere onlarca farklı madeni çıkarmak için talan yarışına girmişlerdir. Dolayısıyla hammadde olarak çok ucuza satılan bu mineraller vb. varlıklar ihraç edilerek sadece holdinglerin cebini doldurma pahasına ülke ekosistemini geri dönüşü olmayan bir yıkıma uğratmaktadır. Bu pazara ve dahasına dahil olmak üzere 24 ilde yaklaşık 20 bin maden ruhsatı bulunuyor, kalan diğer illerde de yine maden ruhsatları inanılmaz boyutlarda. Tüm bu arama ruhsatlarını da iptal edeceğiz.

‘Orman sadece ağaçlardan ibaret değil’

Yaşamı var eden, karbon yutak alanları oldukları için iklim dengesini de koruyan ormanları ve yaban hayatını, ekolojik dengeyi biyoçeşitliliği korumak ekolojik bakış açımızın olmazsa olmalarıdır. Ormanların elbette ki madencilik faaliyetlerine kapatılması gerekmektedir. Bunun için tahribata açılmak üzere yasal olarak statüsü değiştirilmiş ve orman olmaktan çıkartılmış tüm ormanlık alanları tekrar orman olarak tanımlayacağız, ormanın sadece ağaçlardan ibaret olmadığına kendine ait bir ekosistem olduğuna ilişkin toplum içerisinde bilgilendirme faaliyetleri yapacağız, ormanların ve tüm ekosistemlerin korunmalarına yönelik yasal prosedürleri güçlendireceğiz.

‘Kanal İstanbul’a izin vermeyeceğiz’

Kanal İstanbul ile ilgili partinizin tavrı nedir?

Bildiğiniz gibi partimiz Kanal İstanbul projesine hemen iptal davası açmıştır. Kanal İstanbul ve Yenişehir Rezerv Alanı Projesi’ni, AKP- MHP iktidarının bir rant, talan ve katliam projesi olarak görmekteyiz. Bu proje aynı zamanda doğal alanları, arkeolojik yapıları ve alanları, İstanbul’un belleğini yok edecek bir projedir. Kuzey Ormanları ve sulak alanlar üzerinde inşa edilen, yüzlerce işçinin ölümüne ve yüzlercesinin iş göremez hale gelmesine, sayısız yabanıl için yaşam alanlarının yok olmasına neden olan 3. Havalimanı, 3. Köprü ve bağlantılarının da bu projenin bir parçası olduğunu ifade ediyoruz.  Bunun için tüm ekoloji ve demokrasi güçleriyle birlikte projeye birlikte karşı çıktık ve projeyi yaptırmayacağımızı ilan ettik. Çok net olarak bu proje yapılmayacaktır, izin vermeyeceğiz diyebiliriz.

 

 

You may also like

Comments

Comments are closed.