Alaturkalık kaldırmayacak konular – Okay Gönensin

Japonya’da olanlar istisnasız bütün Türk vatandaşlarının diline “ya bizde olsaydı” diye yansımıştır. 

“Ya bizde olsaydı”ya gelene kadar “bizde çok daha hafifi oldu ama daha çok zarar verdi” var.

1999’dan bu yana Marmara depreminin ne zaman geleceğini konuşuyoruz. Bazı uzmanlar daha yakın bir tarih, daha kuvvetli bir sarsıntı haberi verdiğinde korkumuz artıyor, sonra unutarak yaşamayı tercih ediyoruz.

Japonların depremle yaşamayı öğrenmiş, üstelik en ileri teknolojik imkânları depremin zararlarını hafifletmek için kullanabilen bir toplum olduğunu biliyoruz.

Yine biliyoruz, depremin üzerinden 12 yıl geçmiş olmasına rağmen alınması gereken tedbirlerden birçoğu henüz İstanbul ve Marmara Bölgesi’nde alınmış değildir.

Uzmanlar her fırsatta, alınması zorunlu tedbirler konusunda ne kadar geride olduğumuzu hatırlatıyorlar. Önlemlerin bazıları, hiçbir maddi imkân gerektirmediği halde yine de gereken yapılmıyor. Bunların başında da riskli bölgelerdeki yapılaşmanın kısıtlanması, çok kesin kurallara bağlanması geliyor. Bu bile yapılmıyor.

***

Japonya’daki felaket bir başka konuyu daha ne kadar az tartıştığımızı hatırlattı.

Üstelik Çernobil’deki nükleer santral kazasının ölümcül etkilerini yaşadığımız, yaşamaya devam ettiğimiz halde.

Nükleer enerji üretimi ve kullanımıyla ilgili lehte ve aleyhteki teknik tartışmaların ötesinde Japonya olayı deprem alanı olan ülkemizde nükleer santralin üzerine öyle kolayca atlayamayacağımızı gösterdi.

Nükleer santralin üreteceği enerjinin sağlayacağı maddi getiri kuşkusuz tartışılmaz. Ama bu santrallerin, herhangi bir kaza veya Japonya’da olduğu gibi depremden zarar görmesi durumunda yol açacağı zararlar ve kıyım hiç tartışılamaz.

Japonya’nın yaşadığı afet bu konuyu tekrar tekrar değerlendirmeye ve tartışma gündemine almak gerektiğini gösterirken “köprüler de tehlikeli, doğal gaz da tehlikeli” demek konuya en ciddiyetsiz, en alaturka yaklaşım oluyor.

Bunun bir adım ötesi “bize bir şey olmaz” alaturkalığıdır, Çernobil’in bulutunun altında kalmış çayı afiyetle içen bakanın traji-komik hâlidir.

Ne yazık ki bu alaturka yaklaşım alışkanlığımız oldukça yaygın ve belki de bu yüzden “çevreci” hassasiyetler toplumumuzda ciddi bir karşılık bulamıyor.

Vatan

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR