Dış Köşe

AKP, demokrasi, vesayet – Oya Baydar

0

Demokrasi, vesayet, bağlı olarak militarizm son zamanlarda çok sözü edilen, hele de seçim meydanlarında sakız gibi çiğnenen; çiğnendikçe, kullanıldıkça bulanıklaşan içi boşaltılan kavramlar. Oysa Kürt sorununun çok kritik bir eşiğe dayandığı ve yeni bir anayasanın gündemde olduğu şu günlerde özellikle de bu konularda kafalarımızın açıklığa ihtiyacı var.

Öncelikle Türkiye’nin, herkesin gördüğü ancak kimilerinin “Eyvah, Cumhuriyet elden gidiyor!” diyerek, kimilerinin ise heyecan içinde alkışlayarak karşıladıkları derin bir değişim sürecinden geçmekte olduğunu; değişim sürecinin dünyadaki ve bölgedeki süreçten bağımsız olmadığını ve olamayacağını hatırlayalım. Beğenelim beğenmeyelim, isteyelim istemeyelim değişimin önüne geçmenin mümkün olmadığını biliyoruz. Değişimin yönünü, doğrultusunu, toplumun, doğanın, insanın ve insanlığın geleceğini bir ölçüde de olsa belirleyebilmek; dünyayı ve ülkeyi daha yaşanası, daha huzurlu, barışçı, özgür, haklı, adaletli kılabilmek ise insanların ve siyasetin elinde. Elinde belki ama kolay değil. Binlerce yıllık insanlık tarihi, bizim ülkemizin yüzlerce yıllık tarihi ve özellikle de son 100 yıl, bu yolda düşe kalka gitmenin, zaferlerin ve yenilgilerin, ileri adımların ve gerilemelerin, yanlışların ve doğruların tarihidir aynı zamanda. Bugünden bakıp o tarihi yargılamak, tarih kadar siyaset bilimi açısından da sorunlarla doludur. Olsa olsa deneyimlerden ders çıkartılabilir. Kimi bilgiç tarih eleştirileri “Halam amcam olsaydı bıyıkları olurdu” çıkarsamasını hatırlatır bana. Her neyse…

Türkiye ve 90 yaşına yaklaşan Cumhuriyet kabuk değiştiriyor, kendisine dar gelen bebeklik giysilerinden kurtulmaya çalışıyor. Bütün benzer değişim dönüşüm süreçlerinde gözlendiği gibi, değişimi kavrayamayan, geçmişle bağlarını koparamayan geleneksel siyasal sınıflar ve yapılar, kendi ideolojik hegemonyalarının ve ekonomik-siyasal iktidarlarının sönümlenmesine direniyorlar. Son zamanlarda yaşamakta olduğumuz keskin kutuplaşmaların  temelinde bu karşıtlıklar ve çatışmalar var. Ne ki, sorun burada bitmiyor; özellikle benim gibi kendini sol cenahta konuşlandıranların kafalarını karıştıran, hatta deyim yerindeyse kafalarını attıran olgu, toplumsal-siyasal tarihimizin özelliklerinden gelen bir ironiyle, ülkemizde değişim sürecinin bayraktarlığını yapmanın, -çoğu zaman laf ve söylemle sınırlı da olsa-  AKP’ye kalması; daha doğrusu, son zamanlara kadar böyle görünüp algılanması.  İdeolojisi, felsefesi, siyaset kültürü, 20. yüzyılın büyük devrimlerinin taşıyıcısı olma ayrıcalığıyla değişimin tartışılmaz öncüsü sayılan, ilerlemenin tekelini elinde bulunduran solun, 21. yüzyılı kavrama ve kendini yenileme gücünü gösterememesi…

Toplumdaki dipten gelen özgürleşme, zincirlerinden boşanma, geleneksel devletin ve asker-sivil bürokrasinin baskısından, korkusundan, vesayetinden kurtulma talep ve zorlamasını AKP iyi okudu. Okumanın da ötesinde bu talepler AKP’nin dayandığı, güç aldığı ve sözcülüğünü yaptığı kesimlerin, sınıfların ve kendi öz kadrolarının yaşamsal talepleriydi zaten. AKP’ye ve tarikatiyle cemaatiyle dayandığı güçlere “demokrasi” gerekiyordu; vesayet rejiminin, özellikle de askerî-militarist vesayetin geriletilmesi, kendi varlığını tehdit eder durumdan çıkarılması gerekiyordu; değişimi yönlendirme projesini rahatça uygulayabilmesi için başta ekonomik liberalizm olmak üzere kimi özgürlükler gerekiyordu. AKP Avrupa Birliği’nin kapılarını zorlarken ve içeri girebilmek için önemli uyum yasaları çıkarırken; Ergenekon ve benzeri davalarla askerî vesayetin belini kırmak için siyasi irade koyarken, ilk dönemlerinde Ermeni meselesinde, Kürt meselesinde, Kıbrıs meselesinde barışçı ve özgürlükçü politikalara yönelir gibi yaparken hem kendi siyaset alanını genişletmeye hem de iktidarını korumaya ve pekiştirmeye çalışıyordu. Aslında iktidar mücadelesi, hatta varoluş mücadelesi vermekteydi. Ama demokrasi için, vesayete karşı verdiği mücadele kendi çıkarlarıyla ve kendi sınıfsal, kültürel, ideolojik özü ve müktesebatıyla sınırlıydı.

İşte bugün AKP o sınırlara çoktan dayanmış, hatta kendi sınırlarının da gerisine çekilmiş görünüyor. Ancak, kat edilen yolda kendi iktidarı ve çıkarları için de olsa, başta askeri-bürokratik vesayetin sarsılması, statükonun geriletilmesi, darbecilikle ve darbeci zihniyetle hesaplaşılması, Cumhuriyet tarihi boyunca tabu sayılmış yasaklı konuların tartışmaya, konuşmaya açılması bütün ülkenin kazanımı oldu. AKP iktidarı döneminde gerçekleşti diye bunları reddetmenin, yok saymanın anlamsız olduğunu düşünüyorum. Atılan ileri adımları gittiği yere kadar desteklersin, çünkü bunlar senin programındaki adımlardır aynı zamanda. Durduğu yerde de, “Oh ne güzel, durdu işte, beceremedi işte!” diyerek kına yakıp köstekleyeceğine, mümkün olduğunca ileri itmeye çalışırsın. Geriye yöneldiğinde de karşısında olursun. “Sıkı devrimci”lere pek uzlaşmacı görünse de, tarihin dersleri ve acımasız gerçekçiliği bunu öğretiyor bize. Tabii ders alma niyetimiz ve yeteneğimiz varsa…

AKP, epeyce bir zamandır, hele de seçimlere giden günlerdeki eylem ve söylemleriyle duraksamanın ötesinde geriye doğru yöneliyor. Artık değişimin öncüsü değil köstekleyicisi konumunda. İnsani gelişmeyi gözetmeyen; insanı, doğayı, geleceği rakamlarla ifade edilen ekonomik büyümeye kurban eden; neo-liberal vahşi kapitalist uygulamaları, sosyal devlet yerine ikame ettiği iane ve zekat anlayışıyla yumuşatmaya çalışan bir siyasal iktidarla karşı karşıyayız. Türkiye’nin en önemli ve en acil sorunu olan Kürt sorununda milliyetçilik damarına yenilen, Kürt açılımı noktasından MHP ile boy ölçüşen azgın milliyetçi konumlara gerileyen AKP, özellikle bu noktada kendi doğal sınırlarının da gerisine çekilerek hem kendi sonunu hazırlıyor hem de Türkiye’yi ateşe sürüklüyor. Bütün bunlar da can alıcı noktanın Kürt sorununa getirilecek çözümler olduğu yeni anayasa hazırlıklarının arifesinde gerçekleşiyor.

Bu lafların özeti mi?

Birincisi: Askeri-bürokratik vesayeti sadece kendi varlığınıza, iktidarınıza ve ideolojinize tehdit olarak görüp size karşı darbe hazırlayan generalleri hapse tıkınca  vesayetçilikle ve darbecilikle hesaplaştığınızı sanırsanız, başka vesayetlere ve kendi vesayetinize kapıyı açmış olursunuz.

İkincisi: Milliyetçilikle, şehitlik ve bayrak edebiyatıyla hesaplaşmadan, bu çağda ve bu ortamda “tektekçilik” zihniyetini bir yana bırakmadan ne demokrat ne de sivil olabilirsiniz. Milliyetçilik doğası gereği savaşçı ve militaristtir. Askeri vesayete karşı olmak tartışmasız şekilde militarizme karşı olmaktır. Somutlarsak: vicdani red hakkıdır, vatandaşı askerlikten soğutmak gibi bir suçun yasalardan çıkarılmasıdır, bayrak astı -asmadı edebiyatından vazgeçmektir, “Ben Kürdüm, Kürt kimliğimin tanınmasını talep ediyorum” diyenin çocuğuna “Türküm, doğruyum……varlığım Türk varlığına armağan olsun” türünden traji-komik antların okutulmasına son verme cesaretini gösterebilmektir. Hani ”ileri” olanından vazgeçtik, demokrasi bütün bunlardır ve çok daha fazlasıdır.

Konuyla doğrudan bağlantılı değilse de, fırsat bulmuşken söyleyeyim. Vesayete, darbelere, militarizme, statükoya karşı; demokrasiye, barışa, özgürlüklere doğru her sözü, her adımı; kimden geliyor, kim söylüyor, neden, niçin şimdi söylüyor demeden desteklememiz gerekir diye düşünüyorum. CHP’nin seçimlere beş kala açıkladığı demokratik özgürlükler raporu gibi, bir zamanlar AKP’nin kendini sağlama almak için bile olsa attığı adımlar gibi…

Fazla mı kötümserim bilmem ama, güç bir döneme giriyoruz gibi geliyor bana. Şu v eya bu siyasal cepheye yandaşlık yerine demokratik, barışçı, özgürlükçü ilkeler etrafında kenetlenmeye her zamankinden çok ihtiyacımız var. Başarabilecek miyiz?

Oya Baydar / www.t24.com.tr

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.