ManşetYazarlar

Akkuyu’nun bitmeyen Çevresel Etki Değerlendirmesi – Yılmaz Kilim

0

Çevresel Etki Değerlendirmesi yani kısa adıyla ÇED çevre mühendisleri için bir çevre yönetim aracıdır. Ekolojik krizin temelinde sermayenin kar uğruna doğayı sömürüsü yatarken bir çevre yönetim aracının bütün çevre sorunlarını tek başına çözmesini bekleyemeyiz elbette. Ancak bir bölgede gerçekleştirilecek faaliyetten etkilenecek olan halk için tek bilgilenme ve göstermelik de olsa katılım yolu olması nedeniyle günümüz koşullarında ÇED hala önemini korumaktadır.

Çevre kirliliği için teknolojik çözümlerin zorluğu ve yüksek maliyetli olmasından hareket eden bu yöntem, sorun ortaya çıkmadan önlemeyi hedeflemektedir. Yani bir faaliyetin daha planlama aşamasındayken olası çevresel etkilerin tahmin edilmesini ve alternatiflerinin değerlendirilerek gerekli tedbirlerin alınması için kullanılır. Bu yöntem ilk defa 1970’lerin başında ABD’de uygulanmaya başlanmıştır.

Bizim hayatımıza ise ÇED 1983 yılında çıkan Çevre Kanunu ile girmiştir. Kanuna göre “ÇED Olumlu” görüşü verilmeden hiçbir projeye izin verilmeyecektir. 1993’den bugüne kadar 26 Temmuz 2013 tarihi itibariyle 3104 projeden sadece 32 proje için “ÇED Olumsuz” kararı verilmiştir.

1983’de Çevre Kanunu vardı ama Çevre Bakanlığı yoktu. Belki de bu yüzden uygulanması ise ancak 10 yıl sonra 1993’de ÇED Yönetmeliği yayınlanarak mümkün oldu. Geçen 30 yıl içinde ise maalesef beklenen kurumsal yapısına da bir türlü kavuşturulamadı. ÇED hep yatırımcının önünde hep bir engel olarak görüldü. Sermaye grupları ile ters düşmek istemeyen siyasi iktidarlar da bu yöntemi bürokratik düzeyde bir karar alma sürecine hatta formalite düzeyine indirgedi. Dolayısıyla bilimsel yöntem olarak da bir değer bulamadı.

Nihayetinde neo-liberal politikanın gereği olarak sermayenin ve yatırımcının önünü açmak adına olsa gerek AKP hükümeti konuyu daha da ileriye taşıdı. Çevre Bakanlığını önce Orman Bakanlığı ile birleştirildi. Olmadı bu defa Bayındırlık ve İskan Bakanlığına kattı. ÇED süreçleri şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yürütülüyor. Bu da yeterli olmadı tabii. Torba yasaya bir madde eklenerek Akkuyu Nükleer Santrali gibi çevresel etkileri korkunç boyutta olacak birçok büyük proje çevresel etki değerlendirmesinden muaf tutuldu.

Mersin’de nükleer santral inşaatını ve işletmesini gerçekleştirecek olan tamamı Rusya sermayeli Akkuyu NGS A.Ş. Yönetmeliğin tanıdığı muafiyetten faydalanmamıştı. Torba yasa ile gelen ikinci muafiyete rağmen hala ÇED sürecini yürütüyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının süreç boyunca verdiği ek süreler ile de her projeye tanınmadığı kadar şirkete kolaylık sağladığını da söylemek mümkün. Hatta 21 Mart 2012 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Başbakanlık Genelgesi ile bütün kamu kurumlarına Akkuyu Nükleer Santrali için “her türlü iş ve işlemler ivedilikle sonuçlandırılması” talimatı bile verildi.

Akkuyu’da nükleer santral yapılması ile ilgili Rusya ile yapılan uluslararası sözleşme 2010 yılında imzalanmıştı. ÇED süreci ise 2 Aralık 2011’deki başvuruyla başladı. ÇED süreci bu tarihte başlamasaydı Sözleşmeye göre yer tahsisi iptal edilecekti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığına sunulan 100 sayfalık rapor Yönetmelikte 3 gün denilmesine rağmen ancak 90 günde incelenebildi. 29 Mart 2012 günü yapılan halkın katılımı toplantısına katılmak isteyenler “salon müsait olmadığı için” içeri alınmadı. Nisan 2013’de teslim edilmesi gereken ÇED Raporu 9 Temmuz 2013 günü sunuldu ama yetersiz bulunarak 15 Temmuz 2013 günü 3 ay içinde eksiklikleri tamamlanmak üzere iade edildi.

Sorum şu: Bu kadar basite indirgenmiş ve binlerce firma tarafından zamanında tamamlanabilmiş bir ÇED sürecini bile 3 yılda tamamlayamayan, bir türlü usulüne uygun  olarak yürütemeyen Akkuyu NGS A.Ş.’nin Mersin’de bir nükleer santral inşa edebileceğine ve bu santrali işletebileceğine hala inanıyor musunuz?

paylaşmak için tklynz / click for to share

 

 

Yılmaz Kilim

Tarım Orkam-Sen Mersin Şubesi

 

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.