AB ilerleme raporu açıklandı: “Şark kurnazlığı işlemedi!”

Avrupa Komisyonu’nun 1998 yılından beri her yıl düzenli olarak yayımladığı ilerleme raporlarının on üçüncüsü 9 Kasım Salı günü açıklandı. Yeşiller Partisi Uluslararası İlişkiler Çalışma Grubu’ndan Mahir Ilgaz konuyla ilgili yaptığı açıklamada raporun hükümetin kâr ve rant peşinde doğaya insafsız saldırısını AB kılıfına sokmaya çalıştığını gösterdiğini söyledi.

Avrupa Komisyonu’nun 1998 yılından beri her yıl düzenli olarak yayımladığı ilerleme raporlarının  on üçüncüsü 9 Kasım Salı günü açıklandı. Yeşiller Partisi Uluslararası İlişkiler Çalışma Grubu’ndan Mahir Ilgaz konuyla ilgili yaptığı açıklamada raporun hükümetin kâr ve rant peşinde doğaya insafsız saldırısını AB kılıfına sokmaya çalıştığını gösterdiğini söyledi. Ilgaz “Bu, sadece AB üyeliğinden vazgeçildiğinin açık ve net bir işareti değil, vatandaşları düpedüz aptal yerine koymaktır. Avrupa Komisyonu’nun son raporu en azından şark kurnazlığı ile bir yere varılamayacağını göstermeye yaramıştır.” dedi.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Komisyon’un tüm aday ülkeler için hazırladığı bu raporlar bir anlamda aday ülkelerin o yıl içinde AB müktesebatına uyum adına kaydettikleri ilerlemenin çetelesini tutuyor. Bu kapsamda, teorik olarak üyelik müzakereleri ilerledikçe ve uyum sağlanacak alanlar azaldıkça  düzenli raporların da kısalması beklenebilir.

Ancak, pratikte sürecin böyle işlemediğine tanık olduk. 2005 yılından bu yana Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin giderek daha çetrefilli bir hale geldiğini görüyoruz. Kaldı ki bugün müzakere edilmesi gereken başlıkların yarısından fazlasının (18/35) çeşitli sebeplerden dolayı kapalı olması müzakerelerin ciddiyetini biçimde zedelemiş durumda.

Bu durum, Avrupa Komisyonu’nun ilerleme raporlarına da yansıyor. Raporda artık alışılagelen değerlendirmelere, paragraflarca süren “geri dönüşüm”lere rastlamak kimseyi şaşırtmıyor. Gerçekten de ilerleme raporunun son “edisyonunda” yine yıllardır neredeyse hiç değişmeden gelen paragraflar olduğunu görüyoruz. Yine de rapor, hükümetin “AB öyle istiyor” yalanının ipliğinin pazara çıkması için bize yeterli bilgiyi veriyor.

Anayasa değişiklik paketi gibi Türkiye gündemine damgasını vuran konular bu yılın raporunda yer alan en önemli değişiklikleri oluşturuyor. Avrupa Birliği ‘genelde’ değişiklik paketini olumlu olarak değerlendirirken süregelen eksikliklere de dikkat çekiyor. Örneğin, siyasi partilerin kapatılmasının zorlaştırılmasına ilişkin Anayasa düzenlemesinin son anda paketten çıkarılması ve %10 seçim barajının yerli yerinde durması eleştiriliyor.

Ayrıca, son günlerde, Hrant Dink davası başta olmak üzere, devletin yüz kızartıcı savunmalarıyla gündeme gelen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’yle ilgili olarak Türkiye’ye açılan davaların üst üste dördüncü yıl artış gösterdiği belirtiliyor. Bu çerçevede, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin üç ek protokolünün onaylanmadığının da altı çiziliyor. Azınlıklar ve kültürel haklar konusunda da Türkiye’nin yaklaşımı genel olarak eleştirilmeye devam ediliyor.

Öte yandan, son günlerde hükümetin kâr ve rant peşinde yarattığı doğa yıkımının raporda net bir şekilde yer bulduğunu görüyoruz. Örneğin, Rusya ile ortak yapılması planlanan nükleer santral ile ilgili olarak, bölgenin deprem kuşağında olması nedeniyle, ulusal ve uluslararası kaygının giderek arttığı söyleniyor. Bölgede deprem riskinin inşası planlanan nükleer santrallere etkisine ilişkin hiçbir ÇED ve stratejik çevresel değerlendirme yapılmadığının altı çiziliyor.

Benzer bir şekilde HES tehdidi altında bulunan doğal zenginliklerle ilgili olarak TBMM’de bulunan ‘Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı’ ile Natura 2000 korunması gereken alanlar listesine girmesi gereken bir çok bölgenin mevcut SİT alanı statüsünün kaldırılacağı belirtiliyor. Bu konuda da Avrupa Komisyonu kaygısını açıkça dile getiriyor. Yani, geçtiğimiz hafta Türkiye Cumhuriyeti Çevre Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada söylendiğinin aksine mevcut SİT alanlarının ilgasının AB düzenlemeleri ile hiçbir ilgisinin olmadığı açıkça ortaya koyuluyor.

Sonuç olarak, 2005 yılında başlayan Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik müzakerelerinde gelinen nokta son derece hazin. Aradan geçen beş yıl içinde Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki müzakereler karşılıklı atalet ve siyasi irade eksikliği sonucu fiilen durma noktasına gelmiştir.

Ancak, asıl yürek burkucu olanı hükümetin kâr ve rant peşinde doğaya insafsız saldırısını AB kılıfına sokmaya çalışmasıdır. Bu, sadece AB üyeliğinden vazgeçildiğinin açık ve net bir işareti değil, vatandaşları düpedüz aptal yerine koymaktır.

Avrupa Komisyonu’nun son raporu en azından şark kurnazlığı ile bir yere varılamayacağını göstermeye yaramıştır.”

Avrupa Komisyonu’nun 1998 yılından beri her yıl düzenli olarak yayımladığı ilerleme raporlarının on üçüncüsü 9 Kasım Salı günü açıklandı. Yeşiller Partisi Uluslararası İlişkiler Çalışma Grubu’ndan Mahir Ilgaz konuyla ilgili aşağıdaki açıklamayı yapmıştır:

“Komisyon’un tüm aday ülkeler için hazırladığı bu raporlar bir anlamda aday ülkelerin o yıl içinde AB müktesebatına uyum adına kaydettikleri ilerlemenin çetelesini tutuyor. Bu kapsamda, teorik olarak üyelik müzakereleri ilerledikçe ve uyum sağlanacak alanlar azaldıkça düzenli raporların da kısalması beklenebilir.

Ancak, pratikte sürecin böyle işlemediğine tanık olduk. 2005 yılından bu yana Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin giderek daha çetrefilli bir hale geldiğini görüyoruz. Kaldı ki bugün müzakere edilmesi gereken başlıkların yarısından fazlasının (18/35) çeşitli sebeplerden dolayı kapalı olması müzakerelerin ciddiyetini biçimde zedelemiş durumda.

Bu durum, Avrupa Komisyonu’nun ilerleme raporlarına da yansıyor. Raporda artık alışılagelen değerlendirmelere, paragraflarca süren “geri dönüşüm”lere rastlamak kimseyi şaşırtmıyor. Gerçekten de ilerleme raporunun son “edisyonunda” yine yıllardır neredeyse hiç değişmeden gelen paragraflar olduğunu görüyoruz. Yine de rapor, hükümetin “AB öyle istiyor” yalanının ipliğinin pazara çıkması için bize yeterli bilgiyi veriyor.

Anayasa değişiklik paketi gibi Türkiye gündemine damgasını vuran konular bu yılın raporunda yer alan en önemli değişiklikleri oluşturuyor. Avrupa Birliği ‘genelde’ değişiklik paketini olumlu olarak değerlendirirken süregelen eksikliklere de dikkat çekiyor. Örneğin, siyasi partilerin kapatılmasının zorlaştırılmasına ilişkin Anayasa düzenlemesinin son anda paketten çıkarılması ve %10 seçim barajının yerli yerinde durması eleştiriliyor.

Ayrıca, son günlerde, Hrant Dink davası başta olmak üzere, devletin yüz kızartıcı savunmalarıyla gündeme gelen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’yle ilgili olarak Türkiye’ye açılan davaların üst üste dördüncü yıl artış gösterdiği belirtiliyor. Bu çerçevede, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin üç ek protokolünün onaylanmadığının da altı çiziliyor. Azınlıklar ve kültürel haklar konusunda da Türkiye’nin yaklaşımı genel olarak eleştirilmeye devam ediliyor.

Öte yandan, son günlerde hükümetin kâr ve rant peşinde yarattığı doğa yıkımının raporda net bir şekilde yer bulduğunu görüyoruz. Örneğin, Rusya ile ortak yapılması planlanan nükleer santral ile ilgili olarak, bölgenin deprem kuşağında olması nedeniyle, ulusal ve uluslararası kaygının giderek arttığı söyleniyor. Bölgede deprem riskinin inşası planlanan nükleer santrallere etkisine ilişkin hiçbir ÇED ve stratejik çevresel değerlendirme yapılmadığının altı çiziliyor.

Benzer bir şekilde HES tehdidi altında bulunan doğal zenginliklerle ilgili olarak TBMM’de bulunan ‘Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasa Tasarısı’ ile Natura 2000 korunması gereken alanlar listesine girmesi gereken bir çok bölgenin mevcut SİT alanı statüsünün kaldırılacağı belirtiliyor. Bu konuda da Avrupa Komisyonu kaygısını açıkça dile getiriyor. Yani, geçtiğimiz hafta Türkiye Cumhuriyeti Çevre Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada söylendiğinin aksine mevcut SİT alanlarının ilgasının AB düzenlemeleri ile hiçbir ilgisinin olmadığı açıkça ortaya koyuluyor.

Sonuç olarak, 2005 yılında başlayan Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik müzakerelerinde gelinen nokta son derece hazin. Aradan geçen beş yıl içinde Avrupa Birliği ve Türkiye arasındaki müzakereler karşılıklı atalet ve siyasi irade eksikliği sonucu fiilen durma noktasına gelmiştir.

Ancak, asıl yürek burkucu olanı hükümetin kâr ve rant peşinde doğaya insafsız saldırısını AB kılıfına sokmaya çalışmasıdır. Bu, sadece AB üyeliğinden vazgeçildiğinin açık ve net bir işareti değil, vatandaşları düpedüz aptal yerine koymaktır.

Avrupa Komisyonu’nun son raporu en azından şark kurnazlığı ile bir yere varılamayacağını göstermeye yaramıştır.”

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yeşil Kamp ekoloji mücadelesi ve LGBTİ+ hakları gündemiyle başladı

Yeşil Düşünce Derneği'nin geleneksel olarak düzenlediği Yeşil Kamp, ekoloji, sürdürülebilirlik, yaratıcılık ve LGBTİ+ hak mücadelesinin de aralarında bulunduğu birçok konunun ele alındığı oturumlarla Çanakkale'deki Sincap Kamp'ta başladı.

Yeşiller Partisi’nin kuruluşuyla ilgili Bakanlığı haksız bulan karar, istinafta bozuldu

Yeşiller Partisi'nin kuruluşunun 'alındı' belgesi verilmeyerek engellenmesine ilişkin davada 8. İdare Mahkemesi'nin Bakanlığı haksız bulan kararı İstinaf Mahkemesi'nce bozuldu.

[Seçim Günlüğü] Yeşiller Partisi eş sözcüleri TİP listesinden aday: Meclis’e Yeşiller gerek

14 Mayıs seçimlerine eş sözcüleri Özlem Taşdemir Teke ve Koray Doğan Urbarlı ile TİP'in listelerinden İstanbul 2. ve 3. Bölge'den aday çıkaran Yeşiller Partisi umudu ve geleceği çalınan, hayalleri engellenen vatandaşlara güçlü bir alternatif yarattığını duyurarak 'Meclis'e Yeşiller gerek' dedi.

Yeşil Düşünce Derneği’nden Batı Karadeniz’de İklim Okulu

Yeşil Düşünce Derneği'nin 29-30 Nisan'da Kastamonu ve Zonguldak'ta düzenleyeceği İklim Okulu'na başvurular başladı.

Yeşil Diyalog: İklim krizine ve insan haklarına duyarlı bir yol ve yeşil siyaset

Yeşiller Partisi'nin düzenlediği 19'uncu Yeşil Diyalog'da Türkiye'deki hak ihlallerinden iklim krizine karşı hayata geçirilmeyen mücadele adımlarına kadar birçok konuya değinilerek çözümler üzerine konuşuldu.

EN ÇOK OKUNANLAR