Dil kırımına direnen dil – Sara Aktaş

sara aktaş“Dil varlığın heybesidir” der Heidegger. İnsanın ait olduğu varoluşun, kökenin, özün en çarpıcı ifadesidir. İnsan anadiliyle doğar. Onunla sadece kendisini ifade etmez, dahası onunla var olur. Dil olmadan varlık başka bir şeye dönüşür. Kendisi olmaktan çıkar, benliğinden kopar. Öyle ki bir dili yok etmek bir halkı ve varlığını yok etmekle eşdeğerdir. Kanımca Sartre’ın anavatanını Fransa değil de Fransızca olarak ilan etmesinin anlamı tam da bu açıdan oldukça önemlidir.

Bundandır ki tüm iktidarların asimilasyonist politikacılarının öncelikli uygulamalarının başında dil kırım politikaları gelmiştir genellikle. Bundaki temel amaç dilsiz, davasız, kendi köklerinden kopmuş, kendi köküne dair istem ve iradesi olmayan nesiller yaratmaktır. Böylelikle kimse onların zulmünü sorgulamayacak, onların densizliklerine “dur” demeyecektir. Bu vesileyle çoklu bir etnik, dil ve kültürel yapısına sahip olan Osmanlı İmparatorluğunun kalıntıları üzerinde kurulan Cumhuriyet temellerinin “Türkleştirilmiş”, “Homojenleştirilmiş” bir toplum yaratmak ve bunun için gerekli her türlü vahşeti uygulamak üzerine kurulmasının da bu politikalardan kopuk olmadığının altını çizmekte fayda olduğunu belirtmeliyim. Bu politikalara bağlı olarak başta Kürtler olmak üzere toplumun tüm dil ve kültür zenginliğinin inkar edilip ortadan kaldırılmak istendiği de artık sır olmaktan çıkmıştır. Üstelik bu resmi politika akıl almaz yöntemlerle sokaklarda bile Kürtçe’yi yasaklamaya, karşı çıkanları ise zorbaca çeşitli biçimlerde yok etmeye varan bir nitelik kazandırmıştır. Kürtlerin bir halk olduğunu, bir tarihi dili ve kültürü bulunduğunu söylemek bile en ağır suç olarak kabul edilmiştir. 12 Eylül askeri darbesiyle bu politikalar yasa hükümlerine bağlanıp “Vatandaş Türkçe konuş, çok konuş” zihniyetiyle topluma dayatılmıştır. Geçmişten günümüze Kürtçeye vurulan bu yasaklama zincirlerinden dolayı yaşanan trajedileri burada aktarmak mümkün olmasa da, dilimize ve varlığımıza vurulmak istenen zincirleri kuralınca taşımadığımız, dahası reddettiğimiz açıktır.

Belirtmeliyim ki iktidar güçlerinin tüm kıyıcılığına ve barbar imha politikalarına karşın yasaklanmış, dilimizin her bir sözcüğü için verdiğimiz bedel ve canlarla, esasında varlığımızı savunduğumuz hala süren bu var olma direnişinin her anında capcanlıdır. Bunu belirtirken anadilini konuşmak için ezilen, sömürülen, hapsedilen yetmiyor işkencelerden geçirilip infaz edilen milyonlarca insandan bahsediyorum. Dilsizliğe ve yokluğa mahkûm edildiğinde, kimliği yok sayıldığında, çocukluğun en muhteşem manzarasını saklar gibi bu dili ruhunda saklayan bir halktan bahsediyorum. Ve hiç kuşkusuz bu halk anadilini özgürce konuşmak, kendi dilinde eğitim görmek, yazmak, okumak, kendini savunmak, kültürünü yaratmak ve geleceğe aktarmak için, yani en insani ve onurlu talepler için bunca zulme maruz kalmayı göze almıştır. En acımasız, zalimane, en rezilce uygulamalara karşı koymuştur. Özcesi dökülen onca kan ve can izine rağmen dilinden koparılmanın bir yokluğa, bir köksüzlüğe mahkumiyet olduğunu çoktandır farkındadır Kürtler. Bundandır ki devletin bahşettiğinden fazlasını ve kendine ait olanı istedikçe “bölücü” olarak damgalanmıştır. Anadilde eğitim hakkını istemekle “şeytana uymakla” suçlanmıştır. Mahkemelerde kendi dilinde savunma yapınca “Bilinmeyen bir dille” konuşmakla itham edilmiştir. Nihayetinde ise dil kırım politikalarının incelikli bir devamı olarak anadilini mahkemelerde para karşılığında bir tercüman aracılığıyla konuşmaya mahkum edilmek istenmiştir. Diğer taraftan ortada bir hakikat var; kendi benliğinden kopartılıp her defasında farklı bir kalıba sokulmaya çalışılan bu halkın gösterdiği direnme azmi ve iradesi karşısında tüm bu yasakların ve baskıların artık bir hükmü kalmamıştır.

Sonuç olarak belirtmeliyim ki bu dil üzerindeki yüz yıllık baskılara, hayatın her alanında yok sayılmasına ve tüm ölümlerden ölüm beğen dayatmalarına rağmen bugüne kadar kendini yaşatma ve direnme gücünü göstermiştir. Tam da bu nedenle 21 Şubat Dünya Anadil Günü vesilesiyle de hiçbir dilin zalimlikle, zorbaca yok edilemeyeceğini, herkesin anadilinin herkesin varlığını ifade ettiğini tekrar hatırlatmak isterim.

Sara Aktaş – Özgür Gündem

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR