Melbourne’a gelişimin üçüncü gününde arkadaşımın doğum günü vesilesiyle şehrin Victoria eyaletinin güney batısında sahil şeridinde bulunan Great Ocean Road’a doğru karayolu seyahatine çıktık. İlk durağımız Apollo Bay’deki The Twelve Apostles denilen doğa harikaları oldu.

Bölge üzerinde helikopter turları da yapılıyor ama ben kayaların yanında küçücük durup onlara aşağıdan bakarak ululuklarına hayran kalmayı tercih ettim.
Kayalıklar ismini ‘İsa’nın 12 Havarisi’nden (İsa’nın öğüt ve inançlarını yayma işiyle görevlendirdiği mürit ve öğrencilerinden her biri) alıyor. Kaya kütlelerinin kudretli ve haşmetli duruşu sebebiyle bu isim verilmiş. Ne var ki, 12 Havari’den günümüze 8 tanesi kalmış. Çok eskidense adı ‘The Sow and Piglets’miş (Domuz ve Yavruları). Yaşanılan farklı dönemlere göre isimler de farklılaşmış anlaşılan…
Bu, kayaların sadece görünen kısmı. Görünmeyen kısmını merak ederseniz, su yosunlarından oluşan ormanlar ve rengarenk sünger bahçelerini görmek için okyanusta dalış da yapabilirsiniz. Çok çeşitli omurgasıza ev sahipliği yapan bu sığ kayalıklarda, gün doğarken ya da gün batımında evlerine dönen penguenleri de görebiliyormuşuz –uslu durursak.

Hep National Geographic’te ya da rüyamda falan gördüğüm bu harikaları geride bırakarak, huşu içinde motele döndük.
Ertesi gün Great Otway National Park’ta, kocaman kocaman ağaçların, şelalelerin arasında başka bir boyuta geçtik. Milli parkın çok büyük bir kısmı yağmur ormanlarından oluşuyor, gökyüzünü ağaçların izin verdiği kadar seçebiliyorsunuz. Ilıman iklimin bitki örtüsü ve ağaçları ne kadar müthişmiş! Daha önce böyle güzel bir yerde bulunmamıştım.


Parkta yürürken platypuslarla karşılaşabileceğimizi, bazı çevrili alanlarda arılara ve zehirli yılanlara (Copperhead ve Tiger Snake) dikkat etmemiz gerektiğini söyleyen, mantar ve kuş çeşitliliğini anlatan, yılanların, kuşların, kertenkelelerin, solucanların, böceklerin, mantarların toprağa düşenleri karıştırarak nasıl komposta dönüştürdüklerini açıklayan tabelaları okumak heyecan vericiydi. Gerçek yaşam bilgisi burada.


Milli parkın devamında bu kez rolleri değiştirip ağaçları ve bitki örtüsünü metrelerce yukarıdan görebileceğiniz parkurlar var (Otway Fly Treetop Adventures).
Buradan sonra iki gece konaklayacağımız küçük sahil kasabası Lorne’de hava iki gün boyunca rüzgarlı ve yağışlı olduğu için okyanusun kenarında çimmekle yetinsek de Lorne’yi bir başka sevdim. Sürekli Angry Birds oyununun içindeymiş gibiydik. Oradaki tropik kuşları bilir misiniz? İşte motelimizin balkonuna gelip kahvaltımıza ortak olmak isteyen papağanlar meğer, -oyundaki adıyla; Nigel’miş.



Bir de Melbourne şehir merkezinde her an görebildiğimiz bu güzellikler var.

Lorne’un en büyük sürprizi, kasabanın göbeğindeki bir okaliptüs ağacının tepesindeki koala oldu! Doğal ortamında koala görmeyi beklemiyordum doğrusu.

Avustralya’nın ata sporu sörf demiştim ya… Ne şanslıyız ki, her sene başka bir eyalette yapılan, ‘State Surf Life Saving Championships’ yarışmasına Lorne’de denk geldik. Okyanus sağ olsun, ufacık çocuklar çekirdekten sporcu yetişiyor, dolayısıyla disiplini öğreniyor, kendi vücutlarını tanıyor, nasıl beslenmeleri gerektiğini biliyorlar. En temel hayatta kalma içgüdüleri çok erken gelişmiş oluyor. Üşüyüp de ‘Anneeaaa, havluuu!’ diye seslenen, ıslak mayosunu çıkarıp fırlatan görmedim en azından orada.


St. Kilda kasabası ise günbatımında ortaya çıkan penguenleriyle meşhur. Gözlerine ışık tutmadığınız sürece sessizce izlemenize izin veriyorlar. Biz penguen ailesi olmasa da bir yavru penguen gördük kayalıkların arasında. Annesi ya da babasi mesai saati bitince uzak sulardan yüze yüze evine döndü. Sanırım sonra akşam yemeklerini yediler.
Tüm bu bekleyiş sırasında kalabalıktan hiç çekinmeden fıttırı fıttırı yüzen, suya bir dalıp bir çıkan, sürekli bir şeyler avlayan bir deniz faresi gördük.

Melbourne’da ve şimdiye kadar bulunduğum hiçbir yerde sokak hayvanına rastlamadım, bir tanesine bile. Sokak hayvanı derken kedi köpeği kastediyorum bir Türk olarak, yoksa koala olsun, kanguru olsun, bunlar var yollarda. Özellikle başıboş köpeklere hiç iyi gözle bakılmıyormuş. Ama köpek sahibi olmak moda gibi bir şey burada.
Hayatımda hiç görmediğim canlıları görmekten, hiç gitmediğim yerlere gitmekten, keşfetmekten, şaşırmaktan çok büyük keyif alıyorum. Avustralya da böyle benim için; her anı sürpriz dolu.
Bugün Sydney’deki Gay ve Lezbiyen Mardi Gras Festivali’nde olacağım. Haftaya yazacaklarımı ben de çok merak ediyorum!
Ceylan Yurdakuler