[Doğum ve Ötesi] Doğumum: Kadınlığıma ve anneliğime doğuşum – Özra Peker Gökçe

Bugünden itibaren doğum üzerine [Doğum ve Ötesi] başlıklı yazı dizisine başlıyoruz. Okuyacağınız hikayeler annelerin ağzından anlatılmış olacak. Bu diziyi doğal doğumun anne ve bebek açısından öneminden yola çıkarak başlatmaya ve Yeşil Gazete’nin konvansiyonel olmayan bakış açısını doğum hikayelerine de taşımaya karar verdik. Bununla birlikte gerektiğinde hayat kurtarıcı olan sezaryen hikayelerine de yer vereceğiz. Bu deneyimlerin kadınların kendi içlerindeki güce güvenmeleri için cesaret verip, doğumlarını sahiplenmeleri, mutlu doğum hikayelerine sahip olabilmeleri için destekleyici olmasını ümit ediyoruz.  

İlk yazı, 3,5 yıl önce ne şanslı ki tam istediği gibi bir doğum yapan, doğuma hazırlık eğitmeni ve doğum destekçisi Özra Peker Gökçe’den. Hikayesini 7 Ekim 2015 tarihinde yazmış; şimdi tekrar kaleme almaya vakti olsaydı bazı yaşadıklarına daha farklı bir gözle bakacağını belirtiyor. Yazının orijinaline buradan ulaşabilirsiniz: 

***

Doğumum; kadınlığıma ve anneliğime doğuşum

 “Doğurmuştum işte! Bebeğimize bakıp bakıp eşime “onu ben doğurdum, baksana ben doğurdum onu!” diyor ve gülüyordum. Kendimi 10 kaplan gücünde hissediyordum. Ben bu bebeği içimde büyütüp, bir de dünyaya getirdiysem bu dünyada yapamayacağım hiçbir şey yok! Kadın olmak ne güzel, ne şifalı, ne bereketli…”

 7 Ekim 2015

Bugün itibariyle tam 21 günlük anneyim. 21 gündür sabırsızlıkla doğumumu yazmayı hayal ediyor, kafamın içinde sürekli yazıyorum. Bebeğimle geçirdiğim her saniye o kadar özel ve tarifsiz ki, onu bir an bile bırakıp ya da birine emanet edip başka bir meşgale ile ilgilenmek mümkün olmadı. Şimdi yanımda misler gibi uyuyor ve ben de izin verdiği kadar yazacağım, yazının sonunda bakalım kaç günlük anne olmuş olacağım.

Tüm hamileliğim boyunca hep pek çok konuyu merak edip durmuştum. İçinden geçtiğim süreç o kadar öğretici ve güzeldi ki kendime ve kadınlığıma, bedenime, kapasiteme dair pek çok şeyi yeniden keşfettim. Yine de “acaba nasıl?” soruları bitmek bilmiyordu. Oysa ki bir süredir hayatın en önemli kuralları olan geçicilik ve belirsizliği anlamaya çalışıyor ve sadece geleni kabul etmeye hazırlıyordum kendimi. Buna rağmen doğum nasıl başlayacak, nasıl olacak acaba diye sormadan da edemiyordum.

Bir gün meditasyon yapmak için oturduğumda doğumun nasıl başlayacağını bana en iyi bebeğim söyler deyip ona sormuştum. Ve birden kasıklarımdan başlayan, regl sancısına benzeyen sıcak kasılmalar hissetmiş, bir süre o hislerde kalmıştım. Ve doğumum da gerçekten tam öyle başladı. Nişanımın gelmesinin üstünden 3 gün geçmişti. O gece saat 3.30 gibi uyandım ve tam da o bildiğim sıcak kasılmaları hissettim. Önce yatarak biraz izledim, sonra ayağa kalkıp devam edip etmediklerine baktım. Devam ediyordu, hem de çok düzenliydi.

Profesyonel bir doğuma hazırlık eğitmeni ve doğum destekçisi olarak bildiğim her şeyi unutup akışta kalmaya çalışırken bir yandan da yatıp uyumam ve dinlenmem gerektiğini kendime hatırlattım. Yattım, o heyecanla da olsa uyumaya çalıştım. Sabah 7’ye doğru kalktığımda hala kasılmalarım devam ediyordu. Doktoruma ve doulama haber verdim, ikisi de anında cevap yazdı, aportta bekliyorlardı. Doktorum aralıklarını ölçüp kendisine iletmemi istedi, ilettim. Eşimle kahvaltı yaptıktan sonra doktorumla konuşup tekrar yatıp uyudum. Evden ayrılmak istemiyor, huzurla evde kalmak istiyordum, üzerimde inanılmaz bir dinginlik ve mutluluk vardı. Ve bir de bilgelik. Bedenime ve bebeğime güveniyor, bir şekilde her şeyin güzel olacağını biliyordum.

Doktorum öğle saatlerinde bir NST çektirmemi istedi. Öğleden sonra yakındaki bir tıp merkezine NST çektirmeye gittik. NST hem rahim kasılmalarının şiddetini hem de bu kasılmalar olduğunda bebeğimizin bunu ne kadar tolere edebildiğini gösteren bir ölçüm. NST çektirmeye gittiğimiz yerde, NST öncesinde, normalde hayatımda olmayan, çikolata, meyve suyu gibi şeyler tüketmem istendi. Aç olmadığımı, bunları yemeyeceğimi söyleyince de “NST’niz iyi çıkmaz” dendi. Oradaki ebe ile yaşadığımız bu kısa gerginlik bile kasılmalarımı durdurmaya yetti. NST çekilir çekilmez doktorumuza gönderdik. O da “e hiç kasılma yok” dedi. Normaldi, çünkü oradaki personel beni çok germiş ve üstelik NST’ye bağlanır bağlanmaz da “iyi gitmiyor işte, ben demiştim” demişti. Çok sinir bozucuydu. Oradan da saat 2-3 civarı doktorumuzun muayenehanesine geçtik. Çok garipti ama ben o gün pek çok şeyi çok derinden hissediyor, biliyordum. Bu bilgi öğrenilmiş kognitif bir bilgi değildi, olan ve o gün sadece farkına varılan bilgilerdi…

O gün bana kalan çok büyük bir mirası keşfettim. Binlerce yıldır neslimizi sürdüregelmiş kadın atalarımın gücünü, kadın olmanın bilgeliğini, doğurganlığımın fevkaladeliğini, kadınlığımı, güzelliğimi, tamlığımı… Sakindim, kendimden beklemediğim kadar sakin. Ve doktor kontrolüne ihtiyaç duymayacak kadar emin. Yani doğum ne kadar ilerledi öğrenmek istemiyordum mesela. İlginçti ve çok güzeldi. Hatta eşim bu kadar sakin olmama bakarak ve doğumun başladığına bir türlü inanamayarak işe gitmeye kalktı! Ben bu kadar sakin olamazdım ona göre, doğum o gün olmayacak sanıyordu. Ona doğumun gerçekten başladığını ve her an hızlanabileceğini söyleyerek yanımda kalmasına ikna ettim. Doktorumuzun muayenehanesine giderken de ne kadar rahim açıklığına ulaştığımı biliyordum, eşime söyledim. Doktorumuz da muayenesinden sonra aynısını söylediğinde eşim de şaşırdı. Oraya varır varmaz rahatlamış ve tekrar düzenli kasılmalarımı yaşamaya başlamıştım. Zaten huzur veren tatlı bir enerjiyle sarmalanmak tekrar doğuma dönmek için yetiyor. Orada zor bir karar vermemiz gerekti. Biz evimize gidip orada zaman geçirmek istiyorduk, fakat seçtiğimiz hastane şehrin diğer yakasındaydı ve o gün İstanbul’da çok yoğun trafik vardı. Hızlanmış bir doğumla köprü geçmeyi ve trafiğe takılmayı da hayal bile edemiyordum. Bu sebeple doğrudan hastaneye geçme kararı aldık. İyi ki de öyle yapmışız. Eşim, ben “zaman var, yavaş git” dememe rağmen yıllardır yapmak istediği “karım doğuruyor, çekilin” aksiyonunu almayı seçti! Ve biz emniyet şeridinden dörtlüleri yakarak saat 4 civarı hastaneye vardık. Hastanede geçeceğimiz oda hazırlanana kadar gelen dalgaları ayakta, yürüyerek, birbirimize sarılıp hafif hafif sallanarak geçirdik. Çok güzeldi, hızlanıyordu.

Odamıza geçtik, ben yine kurt gibi acıkmıştım. O gün sabahtan itibaren çılgın gibi yiyip içmiştim ve hala yemek istiyordum. Bedenimin bilgeliğine güvendim ve yine yanımızda getirdiğimiz kuvvetli yiyeceklerden yedim. Bizden hemen sonra hastaneye ulaşan canım doulam hemen ortamımızı daha da güzelleştirdi, mumlarımızı yaktık, tatlı güzel bir müzik yayıldı odaya…

Kasılmalarım artık daha da güçlenmişti. Benim de tek isteğim bebeğime yolunu açmak, olabildiğince gevşemek ve teslimiyet idi. Gözlerimi kapattım ve doğuma dek çok nadiren açtım. Sadece kendime, bebeğime ve doğumuma odaklanmak istiyordum. Ve gözlerimin kapalı olması buna çok yardımcı oluyordu. Artık güçlenen kasılmalarda daha çok desteğe ihtiyaç duyar olmuştum. Doulamın hemen hazırladığı sıcak su torbası ilaç gibi geldi, nasıl rahatlattı anlatamam. Bir yandan da eşimle birlikte bana masaj yapıyorlar, farklı noktalarda ters bası uyguluyorlar ve her bir dalgayı daha kolay geçirmemi sağlıyorlardı. Hastaneye daha önce doğumumuz ile ilgili tercihlerimizi yazılı olarak sunduğumuzdan odamızda rahatsız edilmiyor ve bu mahremiyeti sürdürebiliyorduk. En az yatak odamızda geçirdiğimiz mahrem anlar kadar mahrem olan doğumun da kesintiye uğramaması için böyle olması gerekiyordu ve tüm personel buna saygı duyuyordu. Tek bir NST daha çekmek istemeleri ve probun bozuk olmasını bugün güzel yavrum yanımdayken aksilik olarak sayamıyorum, ama o gün o dalgaları yatar pozisyonda karşılamaya çalışmak bana ciddi bir işkence olmuştu doğrusu.

Bu arada doğum havuzunun da hazırlanmasını istedik. Daha önceden verilmiş net bir kararımız yoktu. Ama şartlar uygun olursa havuzu kullanmak istediğimizi belirtmiştik. Havuz şişirilip dolduruldu ve ben havuza girdim. Suda olmak gerçekten çok rahatlatıcıydı. Harika destekçilerim bana masajlar yapmaya, aromaterapi kullanmaya, güzel telkinler yapmaya, beni farklı imgelemelerle rahatlatmaya devam ettiler. Bir yandan da sıcak suyu omuzlarımdan, sırtımdan dökmeleri çok iyi geliyordu. Eşim kulağıma sürekli beni güçlendiren, gücümü hatırlatan güzel şeyler fısıldıyor, yüzüme, omuzlarıma masaj yapıyordu. Artık kasılmalarım iyice hızlanmıştı ve ben dolunaydaki bir dişi kurt gibi ulumak istiyordum. Ses çıkarmak çok iyi geliyordu. Her dalgada derin güzel nefesler alıp o nefesleri içimden geldiğince yüksek sesle veriyordum.

Bir süre sonra doktorum da geldi. Tekrar yaptığı muayene ile doğumun çok güzel ilerlediğini ve açılmamın oldukça ilerlediğini öğrendik. Güzel oğlumuza kavuşmamıza daha da az kalmıştı. Yine gözlerimi kapattım ve bebeğime, bedenimin geçirdiği değişimi gözlemlemeye geri döndüm. Artık dalgalar daha da yoğunlaşmış ve beni tamamen içine almıştı. Sadece dalgalar, ben ve ilerleyen bebeğim vardık. O hisleri tarif etmek sanırım imkânsıza yakın. Çok güçlü ve yoğun dalgalar geliyor ve her biri geçiyordu. Sadece bunu biliyordum, art arda gelecek ve her biri bitecek. Ben de kendimi tamamen serbest bırakmaya, bedenimin oğlumun geçişine izin verebilmesi için hiçbir kasımı kasmamaya, gevşemeye gayret ediyordum. Bir süre sonra açılmam tamamlanmıştı, artık oğlum doğum kanalına girmeye hazırdı. Veee “plop”! Oğlumun rahmimden ayrılıp kanala girdiğini hissetmiştim işte!!! Bir eşiği geçmişti. Çok az kalmıştı ona kavuşmaya…

İşte tam bu anda mühim göstergelerden “kaka hissi” de gelince “tamam” dedim, “oluyor az kaldı”. Bu aşama aslında ıkınma aşaması idi. Ben ise ıkınmamaya, oğlumun kendi kendine ilerlemesine izin vermeye çalışıyordum. Doktorum beni ıkınmaya motive etti. Çok tatlıydı. Birçok şeyi tam hatırlayamasam da onun orada bir an annem, bir diğer an ablammış gibi bana sarılması, ellerimi tutması, tatlı ve sakin konuşması, “hadi yavrum, hadi kızım it!” demesi, yol göstermesi hiç gözümün önünden gitmiyor. Eşim “kulağının içine içine bağırdın, kulağı gitti kadıncağızın” dedi doğumdan sonra, bunu kendisine de söylediğinde, o ise hiç farkında bile olmadığını söyledi. O denli konsantreydi bebeğimizi karşılamaya.

 

Ikınırken bir yandan da hep hayalini kurduğum gibi perinemi koruyor ve oğlumu kendi ellerimle karşılamaya hazırlanıyordum. Başına ve hatta saçlarına dokunmayı beklerken ellerime kesesi geldi! Doğru ya, suyum gelmemişti, yani kese olduğu gibi duruyor olmalıydı. Ve şimdi de daha önce internette örneklerini gördüğüm gibi oğlum kesesiyle geliyordu! Sabırsızlıktan ölüyordum, artık bitsin, kollarıma gelsin istiyordum. Fakat ıkınmaktan da oldukça yorulmuştum. Her dalga arasında doktorum derin derin nefes almamı salık veriyor ve bir yandan da bebeğimin kalp seslerini dinliyordu. Her şey yolundaydı. Oğlum da güçlü ve cesur bir bebekti ve yoluna devam ediyordu. Son bir ıkınmayla bir anda onu göğsümde buldum. Çok hızlı olmuştu. Ben önce başı gelecek ve bir ya da birkaç ıkınma daha bekleyeceğiz sanırken o tek seferde suya süzülüvermişti. Göğsümdeydi!!!

Artık kollarımdaydı. Hastaneye girişimizin üzerinden 5 saat kadar geçmişti, bense bir rüyanın içinde yüzüyor gibiydim. Tüm doğum boyunca yanımda olan eşim bizi kucaklamıştı. İşte sonunda üçümüz beraberdik. Bu muazzam mutluluk, rahatlama ve heyecanı tarif etmem mümkün değil. Gözlerimi oğlumdan alamıyordum. Hemen bebeğimizin sırtını sıcak havluyla örttük ve kordondaki atımın bitmesini bekledik. Kordonu kesildikten sonra da bir süre göğsümde kaldı. Ve sonra bebeğimiz 5 dakikalık bir kontrolden geçmek üzere göğsümden babasının göğsüne geçerken ben de sudan çıktım.

Benim kontrollerim yapılırken bebeğim hemen göğsüme geri geldi. Ağlıyordu ve ben paniklemiş onu bir türlü sakinleştiremiyordum. Emzirmemi söylediler. İyi tamam emzireyim de, nasıl? Daha önce hayatımda hiç emzirmedim ki ben. Hiçbir fikrim yoktu. Hemen yardım ettiler ve işte kolostrum denilen ilk süt de görünmüştü! Fakat bebeğim hala canhıraş ağlıyordu. Canım doktorum hemen gelip orada da sihirli dokunuşunu yaptı. O her zamanki telkin eden, sakin, güven veren sesiyle “sen nasılsan bebeğin de öyle olur, hadi bırak şimdi endişelenmeyi, her şey çok güzel olacak, sakinleş ki bebeğin de sakinleşsin” diyerek bana EFT yaptı. Ben sakinleştim ve bebeğim de anında ağlamayı bıraktı…

Bundan sonrası tam bir aşk. Tarifsiz bir mutluluk. Gözlerimizde kalpler dünyanın geri kalan tüm dertlerini unuttuk. Bir süre daha göğsümde ten tene temasımızı sürdürdük. Benim de ne yırtığım ne de başka bir sıkıntım olmuştu. Kontrollerim bittikten ve plasentam da doğduktan sonra da orada oğlumla ten tene temasımızı sürdürdük. Ve sonra yürüyerek geceyi geçireceğimiz odamıza geçtik. Her şey bir rüya gibiydi, hiç bitmesin dediğimiz… Doğurmuştum işte! Bebeğimize bakıp bakıp eşime “onu ben doğurdum, baksana ben doğurdum onu!” diyor ve gülüyordum. Kendimi 10 kaplan gücünde hissediyordum. Ben bu bebeği içimde büyütüp, bir de dünyaya getirdiysem bu dünyada yapamayacağım hiçbir şey yok! Kadın olmak ne güzel, ne şifalı, ne bereketli…

Bu nefis deneyim için yolumun şu 4 insanla buluşmuş olmasına şükürler olsun:

Dünyanın en harika erkeği, ennn en mükemmel babası, yoldaşım, evimin direği, yuvamın sıcağı, huzur kapım, yol göstericim, bilge eşim, diğer yarım, gözümün nuru, ışığım, canım ciğerim erkeğim Erdem;

Sonuna kadar güvendiğim, omuz omuza her yola çıkacağım, sevdiğim, saydığım, doğumun güzelliğine inanıp daha da güzelleştiren, her daim kendini geliştiren, doğumumuzdan sonra üçümüzün de aşkla bağlandığımız doktorum Gülnihal;

Hem hamileliğim, hem öncesi, hem doğumum, hem sonrasında en ihtiyaç duyduğum zamanlarda Hızır gibi yetişen, anneliğime geçişimi hayal bile edemeyeceğim kadar güzel bir seremoni ile onurlandıran, benim canım, sıkıldığımda rüyasına girdiğim kız kardeşim, doulam Özge;

Minik tatlı elleri ve ayaklarını ve hatta sarı uzun kirpiklerini saatlerce izlemeye doyamadığım, kokusuyla sarhoş olduğum, varlığının düş misali güzelliğiyle mest olduğum, bu hayatı için aile olarak bizi seçen ipek tenli, badem gözlü güzel oğlum Can Yaman…

Kendimi çok mutlu, şanslı, zengin, bereketli ve tam hissediyorum. Bu deneyimin içinde olan herkesin varlıklarına şükran duyuyorum.

Not: Yazımın bittiği bugün 27 günlük anneyim!

 

 

 

Özra Peker Gökçe

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

[COP29] Yeni taslak metin yayımlandı: 2035’e kadar 250 milyar dolar iklim finansmanı

COP29 Başkanlığı'nın yeni nihai taslak metninde gelişmekte olan ülkelere 2035'e kadar 250 milyar iklim finansmanı öngörülüyor. Ayrıca 1,3 trilyon dolar toplama yönünde daha geniş bir hedef belirleniyor.

[COP29] BAE’den Suudilere uyarı: ‘Fosil yakıtlarda uzaklaşma’ya itirazı sonlandırın

Bakü'de Suudi Arabistan'ın COP28'de mutabakat altına alınan 'fosil yakıtlardan uzaklaşma' taahhüdünün geri alınması çabaları, komşusu ve müttefiki, petrol ülkesi Birleşik Arap Emirliklerini bile kızdırdı.

ABD, zürafaları ‘tehlike altındaki türler yasası’ kapsamına alıyor

İklim krizi ve vücut parçalarından yapılan süs eşyalarına yoğun talep nedeniyle sayıları yüzde 77 oranında azalan zürafalarla ilgili girişimin kaçak avlanmayı azalması umuluyor.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden Netanyahu hakkında tutuklama emri

UCM savaş suçu işledikleri gerekçesiyle İsrail Başbakanı Netanyahu, eski Savunma Bakanı Gallant ve Hamas liderlerinden Deyf'in yakalanmasına hükmetti.

Türkiye’de kömür yatırımlardan tamamen çıkan banka sayısı 4

Türkiye’nin en büyük 17 bankasından sadece dördünün kömür yatırımlarından tamamen çıkma kararı aldı. Temiz enerji projelerine yönelmeyi taahhüt eden banka sayısı ise 12.

EN ÇOK OKUNANLAR