Ya barbarlık ya sürdürülebilirlik! – Barış Doğru

Bu yazı ekoiq.com/ dan alınmıştır

Francis Fukuyama düşünce dün­yasını dağıtan o ünlü “Tarihin Sonu” makalesini yayınladığında üniversite öğrencisiydim. Totaliter ve otoriter ideolojilerin bittiğini, liberalizmin zaferini ilan ettiğini duyurmasının ardından derin bir sessizlik sardı ortalığı ve arkasın­dan zincirlerinden boşanmış bir değişim çağı başladı hepimizin gözleri önünde. “Katı olan her şey buharlaşıp havaya karışıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve in­sanlar nihayet kendi gerçek yaşam koşulları ve diğer insanlarla iliş­kileriyle yüzleşmeye zorlanıyor”. Marx bu sözleri edeli 150 yıldan fazla olmuş. Bugünleri görseydi ne derdi bilmek zor ama cümle­ler sanki bugün için yazılmış gibi. Ama tabii fazlası var. Diyalektik yeniden işliyor ve küreselleşme kendi mikro karşıtlıklarını milliyet­çilik veya din-mezhep kimliklerini, belki de hiç görülmediği kadar güçlü bir biçimde tekrar doğuru­yor. Fukuyama’nın öngördüğü tarzda bir liberalizm ve tarihin sonu düşüncesi, zaferini kutlama­ya vakit bulamadan ta en derin­den sarsılmış durumda. Samuel Huntington’ın ünlü “Medeniyet­ler Çatışması” tezi ise önümüzde çatır çatır gerçekleşiyor gibi. Çatı­şan medeniyetler mi, bölgesel güç alanları mı emin olmak zor; kim, kimi gerçek anlamda temsil edi­yor, o da büyük bir tartışma ko­nusu (Trump, statü ve gelir kaybı yaşayan beyaz alt ve orta sınıfların temsiliyetiyle başkan oldu ama kabinesine bakınca, o beyaz alt ve orta sınıfların, kısa süre içinde “yandım Allah” diyeceğini tahmin etmek zor değil).

Peki bunların arkası nasıl gelecek? Bunu hiçbirimizi bilemiyor, sade­ce tahminler yapabiliyoruz…

Ama sanırım insanlık bir kez daha kendi önüne derin bir çukur açtı ve içine düşmek için hemen her­kes elinden geleni ardına koymu­yor. Ve bütün bunların üzerinde artık bir başka olgu ve değişken daha var: İklim değişikliği. İnsanlı­ğın kendi eliyle yarattığı en büyük tehdit, hiç de azımsanmayacak bir hızla ilerlerken, bu gidişata dur demek için on yıllardır uğraşanla­rın bir şekilde ayağa diktiği tüm uluslararası zemin, anlaşma ve ta­ahhütler de kimsesiz ve desteksiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya…

***

Bu çukura düşmemek veya çu­kurdan çıkmak nasıl mümkün olur; ulus aşırı, küresel sorunlar, kafasını bu kadar dar ulusal çıkar ve saplantılarla, kısa vadeli bakış açılarıyla ufkunu sınırlamış lider­ler ve ne yazık ki onların peşin­den sürüklenen insanlarla nasıl hal yoluna koyulabilir? Ne yazık ki sorunun tam cevabını verebil­mek için uzman değil, kahin ol­mak gerekiyor.

Ama belki insanlığın birikimini de çok hafife almamak gerekli. Bilimden sanata, toplulukların  enerji ve yaratıcılıklarına kadar uzanan o geniş birikim olmasaydı, insanlık büyük ihtimalle çok daha uzun süre önce kendini çukurla­rın birinde bulur, bir karış suda boğmuş olurdu… O büyük birikim ne yazık ki bugün gerçek-sonrası (post-truth) çağın kaosunda geniş kitleler tarafından, demagojinin ve hamasetin gürültüsünde duyul­maz durumda. Ama inanın, insan­lığı hâlâ ayakta tutan bir şey var­sa, işte o birikim ve ortak akıldan başkası değil. Tarih kolay kolay biten bir şey değil, insanlık sürgit demagogların ve lafazanların pe­şinden gitmez, bugüne kadar git­memiş, bundan sonra da gitmez. Önümüzde, çok uzaklarda, karan­lıkların arasında parıldayıp duran küçük bir ışık var. O ışık, insanlı­ğın geleceğiyle, ekosistemin, tüm canlıların geleceğini birlikte anla­yıp kavrayanların, şartlar ne kadar umutsuz olursa olsun bu uğurda uğraşanların, okuyanların, yazan­ların, söyleyenlerin ve eyleyenlerin ışığı… O ışığı bilenlerin, fark eden­lerin, hissedenlerin, başka bir yola, umutsuzluğun karanlığına kapılıp yola devam etmekten vazgeçmesi pek mümkün değil. Bunun da öte­sinde bir kere bildin mi, bir daha hiç bilmemiş gibi yapmak da hiç kolay değil. 2016, o ışığın ateş bö­cekleri gibi bir parlayıp bir söndü­ğü simge bir yıl oldu. Daha iyisini yapabilmek için, daha çok dayanış­maya, en küçük umut kıvılcımları­nı büyütmeye, ateşli bir sabırla yü­rümeye, düşünmeye ve söylemeye devam etmemiz gerekiyor.

İnsanlığın önünde, biraz iddialı olacak ama iki seçenek kaldı gibi; bende daha fazlası yok: Ya barbar­lık ya sürdürülebilirlik!

Bu yazı ekoiq.com/ dan alınmıştır

 

Barış Doğru

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR