Hafta SonuKöşe YazılarıManşetYazarlar

[2023’ün ardından] Kentler, kentliler ve ağaçlar-yağmurlar-toprak-gün ışıkları-tohum taşıyan rüzgarlar

0

Uzunca bir aradan sonra, yeniden merhaba.

Türkiye’de son on yıllarda her hangi bir işi yapmak, hemen hemen herkes için bir Sisyphos kayası yuvarlamak gibi. Hem zor hem de sonuçsuz…

Kayayı tepeye doğru yuvarlamak için çok çaba gerekiyor. Ama “Çabalarım!” diyorsunuz. Çabalıyorsunuz. Kaya da kıpırdıyor, her gayrette doruk noktasına doğru yaklaşıyor gibi oluyor ve umut ettiğiniz yere yaklaşmakta olduğunuzu duyumsuyorsunuz. Biraz daha gayret… Ama kaya tam doruğa ulaşacak gibi olduğunda kurtuluyor elinizden ve her adımı için olağanüstü çaba ve sabırla kıpırdattığınız umut dağı, bir çığ gibi son hızla yanınızdan geçerek aşağıdaki bilinmez bir yere doğru uçuyor…

Kırıyor-döküyor, kendinizi kandırmak pahasına dişinizi sıkarak yükselttiğiniz her şeyi paramparça ederek ve sizinle, bütün toplumla, hatta bütün insanlıkla alay eder gibi bir sırıtışla yanınızdan geçerken düşüşün içinizde yarattığı fırtınayla baş başa kalıyorsunuz. Boğuntu, soluk almanızı güçleştiren “yaşamın normal akışı” yavaş bir soğuklukla (dondurucu bir biçimde) yükseliyor… Hem “gelecek güzel günlere” inanıyorsunuz hem o günler gelmiyor bir türlü. Umudun cevheri kayıyor ellerinizden, karanlığa doğru yuvarlanırken içinizde kaynaşıyor duygular: Pes etmeye ya da yeniden doğrulmaya ve sağlam adımlar için temiz bir zemin bulmaya doğru…

Bıkmak yok!

Bunu yaşıyoruz; son on yıllardır, kentlerde yaşayan insanlar olarak, Türkiye’de yaşayan insanlar olarak, evrenin insanları/ evrenin bütün gerçek ve düşsel göçmenleri olarak…

İnşa etmek için her türlü özveriyi göze almışken elimizden kayan kayanın korkunç bir yer sarsıntısıyla yanımızdan geçerken çıkardığı rüzgar yüzünüzü yakıyor. Yeniden bulacaksınız kayayı ve yeniden kıpırdatacaksınız. Her şeye baştan başlayacaksınız ve yukarı doğru küçücük bir kıpırdama için emeğiniz/ altderinizle sade ve güvenilir bir yükselişi başlatacaksınız yeniden… Bıkmak yok.

Bıkmak yok; çünkü bunu borçluyuz, bizimle birlikte kayayı yukarı doğru iterken zararlara uğratılan, yaralanan, hapsedilen, içindeki iyilik duygusu zedelenen bütün arkadaşlarımıza/ herkese karşı… Gezi yoldaşlarımıza; Mücella’ya, Osman’a Mine’ye, Tayfun’a… Kendisi için değil, içinde bulunduğu kamunun yararına çaba gösterirken özünü tüketen her arkadaşımıza, her yoldaşımıza karşı sorumluyuz… Yeniden mücadeleyi omuzlayabilecek herkesin, bunu taze bir güçle ve gayretle yeniden ve yeniden başlatmaktan başka çaresi yok…

Yürürken yanından geçtiğimiz her ağaca, her ota, kuşa ve börtü-böceğe, havaya ve taşa, yağmur damlasına ve denize akan sulara/ vadilere karşı sorumluyuz. Kentin bütün çöpleriyle boğuşan atık çalışanlarına, yoksullara, trafik ışıklarında duran otomobillilere mendil satan çocuklara… Dünyanın bütün göçmenlerine ve savaşların en acımasız bombaları altında insanlıkla ilgili bütün beklentileri paramparça olanlara…

*

Kentlerdeki durumu, bu durumdaki değişimleri ya da değişim eğilimlerini, yaşadığımız yerin başkalaşmasına dair ipuçlarını bir bütün olarak nasıl gözden geçirebilir, bu süreçleri en önemli ya da en fazla ciddiye alınması gereken yönleriyle nasıl anlatabiliriz? Üstelik bunu, farklı yörelerin farklı büyüklükteki ve farklı kentsel oluşumlarına dair katmanlı bir öykü olarak görmemiz gerekiyor.

Birlikte düşünmeyi denemek

Bu tür sorulara verebileceğiniz her yanıt, her zaman eksik kalır. Aşırı genellemeci olur ve bir genelleme olduğu için daha önce söylenmiş olan her şeye çok benzer, özgün ve ilginç olması neredeyse olanaksızdır.

Yine de deneyelim:

İstanbul’da, Diyarbakır ya da İzmir de yaşayan, ya da Niğdeli, Tokatlı veya Kayserili bir kentli, düşünse, “benim yaşadığım çevreye 2023 boyunca ne oldu, neler değişti, benim yaşadığım çevreyle ilgili algılarım/duygularım nereye yöneldi?” diye… Aynı soru üzerinde Antakyalı, Samandağlı, Malatyalı veya Adanalı, Akkuyulu insanlar da düşünse…

Kürtler, Araplar, Türkler, Çerkezler ve Lazlar, Ermeniler olarak düşünelim. Aleviler, Sünniler, Hristiyanlar ve Museviler ve inancını yitirmiş olanlar veya zaten dağın- suyun ve ağacın ruhundan başka ilginç bir kutsalın olabileceğini düşünmeyenler olarak… Kadınlar ve erkekler, gökkuşağının her rengi, okumuşlar ve ümmiler, okumuş ama bildiklerini sindirememiş olanlar, çocuklar ve ihtiyarlar olarak, işsizler ya da hemen hemen kölelik koşullarında ve risk altında çalışanlar, belki de varsıllıktan canı sıkılanlar, motosikletlerde can taşıyanlar, bisikletliler olarak düşünelim…

Hatta betonlaşmayı bekleyen bir avuç tarım toprağı, kaynağı henüz kirletilmemiş bir pınar veya egzozla boğulmamış temiz bir hava olarak düşünelim. Ya da bir sokak köpeği, bir kuş, bir hamamböceği olarak…

Soralım:

Bu ülkede kentler ve (antropomorfik olan veya olmayan) kentliler 2023 yılında ne gördü ve ne yaşadı?

Yanıtları kısa tutabilmek ve daha kolay anlaşılır hale getirmek için, iki büyük küme tanımlayalım: Mekansal olanlar ve toplumsal olanlar… Araya da bu kümeleri ilişkilendiren ekolojik süreçlerden bir bağ yapalım. Kısa ve kunt kümelerle, sadece bir-kaç paragraflık bir betim…

Önce mekansal olanlar:

Kent mekanları ya kendi gelişme eğilimleri nedenleriyle ya da deprem nedeniyle büyük sarsıntılar geçirdi ve yıkıma uğradı. Deprem, bazı kentler için özellikle Hatay ili yerleşim yerleri için ölümcül bir yıkım getirdi. Yerleşimlerin mekansal dokusunu parçaladı ve sonrası için iki soru yarattı:

İktidar için “Allah’ın bu lütfundan ekonomik ve politik olarak ne çıkarlar sağlayabilirim?” depremde zarara uğrayanlar için “yeniden yaratılacak dokunun hem geçmişle hem de gelecekle ilişkisi bakımından, toplumsal/ ekonomik/ ekolojik/ fiziksel dengeler nasıl kurulacak? Bunun belirlenmesinde demokratik söz hakları/ katılım nasıl sağlanacak/ biz sözümüzü nasıl söyleyeceğiz?” soruları.

Hem deprem riskinin somutlaşmasıyla, hem de olağan gelişme eğilimleriyle mekanı değişen diğer kentler de genelde sadece rant beklentileri/ somut parasal rant kazanım hesaplarıyla dönüştü. Ana akım, “soylulaşma”/ ekolojik verileri-dengeleri ezme ve betonlaşmanın genişlemesi, üst sınıfların aşırı zenginleşmesi doğrultusunda görünür oldu.

Özetle: Kentsel mekan yoğunlaştı/ soylulaştı, çevresindeki ekolojik verileri yok ederek genişledi, eşitsizlikler arttı ve kentsel mekan iyice yarıldı.

Toplumsal bakımdan temel eğilimler (deprem veya kentsel dönüşümün hukuki olmayan yasaları nedeniyle) gelir dağılımındaki kutuplaşma veya yoksullaşma-eşitsizlik, neoliberal krizler nedeniyle pahalılık, işsizlik veya kayıtsız- enformel çalışma biçimleriyle sömürü, güvensizlik ve cinsel ayrımcılık nedeniyle şiddetin tırmanması, adaletsizlik, politik çıkarcılık/ popülizm ve yerel demokrasinin silinmesi gibi nedenlerle boğuculaşma olarak özetlenebilir.

Özetle: Eşitsizlik, ayrımcılık, sömürü, yoksullaşma ve kentsel hak mücadelelindeki yetersizlikler…

Toplumsal sorunların kentlerde en somut biçimde yansıdığı alanlar, konut ve ulaşım oldu. Orta sınıflar konutlarını kaybetmeye başladı ve kiracılar ve geçici barınma gereksinenler (özellikle öğrenciler) yersiz, bazı durumlarda açıkta kaldı, ya da riskli/ standart altı yerlerde yaşamayı kabullendi. Kamu taşıma sistemleri (raylı sistemlerin eksikliği/ lastik tekerlekli kamu taşımacılığının da büyük oranda özelleşmiş olması ve kentsel ulaşım altyapısının özel araçlarla tıkanması gibi nedenlerle) eksik kaldığı için kentliler için hem daha yetersiz hale geldi, hem de pahalılaştı. Bisikletliler ve yayalar ise otomobiller karşısında ancak ölüm pahasına varoluş arayışını sürdürüyor.

Mekanı ve toplumsal kötüleşmeyi tamamlayan ekolojik çöküntüler ise, en çok iklim değişikliği öngörülerine karşı resmi örgütlerdeki ciddiyetsizlik- hazırlıksızlık, betonlaşma/ asfaltlaşma ve tarımsal alanların istilası, (su kaynaklarında/kıyılarda ve atmosferde) kirlenmeler biçiminde artmaya devam etti. Tüketimci- gösterişçi ideoloji ve israf nedeniyle atık artışı ve geri-kazanım için çalışanlara ayrımcı ve kötü davranış, aynı olumsuz ivmeyle sürdü.

Özetle: İklim değişikliğine karşı göstermelik planlar işlemedi ve gerçek deprem önlemleri geliştirilmedi.

*

Bunca yoksulluk ve yoksunluk ortamında yapılan genel seçimlerin sonuçları da kentler için politik bir deprem etkisi yarattı: Ülke seçmenlerinin çoğunluğu, kentlerdeki plansızlığı/ rantın kentte tek belirleyici/ biçimlendirici olmasını, konutun metalaşmasını, kamu taşımacılığının yetersizliğini ve yoksullaşmayı-işsizliği-sömürüyü-ayrımcılığı ve cinsiyetçiliği- şiddeti- hukuksuzluğu ve adaletsizliği savunan ideolojinin iktidarda kalmasını yeğledi. Demokrasi talebinde bulunmadı ve hakların özellikle insan haklarının/ kent haklarının erimesini önemsemedi…

Her şeye rağmen kentlerin geleceği/ 2024 yılı için, iktidarı desteklemeyen diğer yarının yerel seçimlerde nasıl davranacağı önemli. Toplumun ve özellikle kentsel toplumun yurttaş özne-hemşeri olarak demokrasi/ yerel demokrasi arayışını devam ettireceğini umalım, kayayı yeniden yukarı doğru yuvarlamak için yüzümüzü barışçı mavi bir umuda çevirmek zorundayız…

 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.