Dış Köşe

10 maddede Türkiye’nin çevre karnesi – Pelin Cengiz

0

Türkiye’nin AB ile yaşadığı bitmez tükenmez serüvenin 1998’den beri her yıl fotoğrafını çeken AB İlerleme Raporu, bugün açıklandı. AB’nin genişleme politikasının temel araçlarından biri olan bu raporlar, AB’ye tam üye olmaya aday ülkelerdeki ilerlemelerin ortaya konması açısından referans noktalarını içeriyor. Bu rapor, Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’ye ilişkin hazırladığı 17’nci İlerleme Raporu. Aynı zamanda yaklaşık 10 yıldır Avrupa Komisyonu Başkanlığı yapan José Manuel Barroso ve Komisyon heyetinin de son Türkiye İlerleme Raporu olma özelliğine sahip. 2009’dan bu yana Genişleme ve Komşuluk Politikasından sorumlu Komiser Stefan Füle’nin de son Türkiye İlerleme Raporu.

Avrupa Komisyonu Türkiye 2014 Yılı İlerleme Raporu’na göre Türkiye, toplam 33 fasılda bir önceki raporlama dönemine göre, dört fasılda hiçbir ilerleme gösteremezken, 20 fasılda sınırlı veya bazı ilerlemeler, sekiz fasılda ise ilerleme ve iyi düzeyde ilerleme kaydetti. Türkiye’nin yargı, düşünce ve ifade özgürlüğü, hukuk devleti, anayasal haklar, güçler ayrılığı prensibi, bağımsız medya gibi konularda kapsamlı değerlendirmelerin bulunduğu raporda, pek çok tespit, uyarı ve endişeye yer verildi. Diğer bölümlere ilişkin edilecek epeyce söz var ancak, özellikle çevre konularını ilgilendiren fasıllara ilişkin uyarılardan bahsedeceğim.

1-   Türkiye, Çevre ve İklim Değişikliği faslını AB katılım müzakereleri kapsamında 21 Aralık 2009’da müzakere etmeye başladı. Müzakereye açıldığı dönemde, o dönem Dışişleri Bakanı olan şimdiki Başbakan Ahmet Davutoğlu, “insani boyutu çok yüksek olan çevre faslının açılmasının Türkiye’nin kendi insanının statüsünü yükseltme isteğinin teyidi” olduğu yönünde bir açıklama yapmıştı. Bu açıklamanın üzerinden beş yıl geçmesine rağmen, mevzuat uyumunda ve AB hedeflerine erişimde hala yerimizde saymaya devam ediyoruz. Milyonlarca ağacı kesmeyi, dereleri kurutmayı, dağları delmeyi, tarım alanlarını imara açmayı, SİT alanlarını yağmalamayı sürdürüyoruz.

2-   Daha önceki yıllarda açıklanan İlerleme Raporları’nda, “Çevre” adını taşıyan başlığın adı, 2012’de “Çevre ve İklim Değişikliği” olarak değiştirildi. Bu, Türkiye’de yeterince gündemde olmasa da, bundan böyle iklim değişikliği de artık AB’nin müktesebatına dâhil oluyor demekti. Türkiye’nin iklim değişikliği ile ilgili herhangi bir uyum çalışması yapması ya da seragazı emisyonu azaltım hedefi açıklaması şöyle dursun, seragazı emisyonu 439,9 milyon ton CO2 eşdeğerine yükselen Türkiye, 1990’a göre yüzde 133,4 artış gerçekleştirdi. Bunda en büyük payı yüzde 70,2 ile enerji kaynaklı emisyonlar aldı.

3-   Geçen yılki İlerleme Raporu’nun bu başlıkta yer alan değerlendirmelerinde ilk sırasındaki mega projelerin ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) süreçlerine ilişkin muafiyet eleştirisi, yine ilk sırada yer aldı. Bu yılki raporda, “Ekim 2013 tarihinde Türkiye, ÇED konusuna ek muafiyetler getirerek, Çevresel Etki Değerlendirme Direktifi’nin (Environmental Impact Assessment Directive) gereklilikleriyle tutarlı olmayan şekilde mevzuat değişikliğine gitti. Bazı büyük altyapı projeleri, mikro HES’ler ve üçüncü köprü ÇED prosedürlerinin dışında kaldı. Anayasa Mahkemesi, müktesebatla uyumlu olmayan, yatırımlara muafiyet tanıyan iki değişikliği iptal etti. ÇED’e ilişkin yapılan mevzuat değişiklikleri endişe yaratmaktadır” dendi.

4-   Geçen yılki raporda, müzakere sürecinde AB mevzuatına uygun hale getirilmesi gereken ve ÇED’e daha geniş bir çerçeve getiren Stratejik Çevresel Değerlendirme (SEA – Strategic Environmental Assessmens Directive) ile ilgili çalışmaların da henüz başlamadığına dikkat çekilmişti. 2004’ten bu yana AB’de SÇD uygulaması zorunlu, Türkiye’de bırakın uygulamasını neredeyse adını bilen yok. Bu yılki raporda, SÇD ile ilgili uyum çalışmalarının sürdüğü ifade edilmekle birlikte, Aarhus Konvansiyonu’na atıfla,  “Türkiye çevresel konularda adalete bilgi, halkın katılımı müktesebata uyumlu olmalıdır, halkın katılımını sağlamak çevre ve iklim değişikliği üzerinde önemli etkileri olacak yatırım kararları üzerindeki anlaşmazlıkların çözümü için net bir çerçeve sağlayacaktır” dendi.

5-   Bu başlıkta, en büyük eleştirilerden biri, Türkiye’nin seragazı emisyon azaltım hedefi olmamasına geldi. “Emisyonları çok yüksek seviyede bulunan Türkiye’nin ulusal iklim değişikliği eylem planı, kapsamlı bir seragazı emisyonu azaltım hedefinden yoksun durumda. Bu kadar yüksek seviyede emisyona sahip olmasına rağmen ileriye dönük emisyon azaltım hedefi yok. Uluslararası düzeyde, Türkiye’nin özel şartları Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC – United Nations Framework Convention on Climate Change) ve Kyoto Protokolü kapsamında kabul edildi. Aralık 2013’te UNFFCCC’ye beşinci ulusal bildirimini yaptı ancak, burada herhangi bir seragazı projeksiyonundan bahsedilmedi” dendi.

6-   Yine, raporda, iklimle ilgili konularda çok sayıda etkinliğin düzenlenmiş olmasıyla birlikte, iklim meselesiyle ilgili önemli ölçüde bilinçlendirmeye yönelik organizasyonların arttırılması gerektiği ifade edildi. Geçen yılki raporda, iklim değişikliğiyle mücadeleye ayak uydurma konusunda her seviyede farkındalık yaratma stratejisine ihtiyaç olduğu belirtilmişti.

7-   Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesinde özel bir İklim Değişikliği Dairesi’nin yeniden kurulmasının, idari kapasite için olumlu bir adım olduğu belirtilen raporda, iklim, çevre ve kalkınma gündemlerine ilişkin olarak ilgili bakanlıklar arasında tamamlayıcılığın geliştirilmesinin daha iyi olacağına dikkat çekildi. Daha önceki yıllarda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın çevre ve kalkınma arasında bir denge bulamadığından bahsedilmiş, özellikle büyük altyapı projelerinin uygulanması sırasında çevresel unsurlara yeterli önem verilmediği vurgulanmıştı.

8-   Yine, geçen yıl AB sınırları içinde belirlenmiş doğal çevre koruma ağı Natura 2000’de yer alması gereken SİT alanlarının halen belirlenmediği kaydedilmişti. Bu yıl da değişen pek bir şey yok. “Doğa koruma ile ilgili çerçeve mevzuat, ulusal biyoçeşitlilik stratejisi ve eylem planının hala kabul edilmesi gerekiyor. Taslak halindeki Doğa Koruma Kanunu AB müktesebatı ile uyumlu değildir. Potansiyel Natura 2000 alanları hala tespit edilmemiştir. Türkiye sulak alanlar, ormanlar ve SİT alanlarına yatırımların önün açan bir dizi kanun çıkarmıştır ancak bunların hiçbiri ilgili müktesebat ile uyumlu değildir” ifadelerine yer verildi.

9-   AB İlerleme Raporu’nun 27. faslı olan Çevre ve İklim Değişikliği başlığıyla ilgili en kritik ifade ise şu cümlede geçti: “Çevre konusunda esas mesele, ekonomik büyüme ile çevresel kaygıları dengelemek.”

10- Sonuç olarak, yasal mevzuat AB ile uyumlu olsa da, uygulama son derece zayıf. Mevzuata uyum ve uygulama alanlarında daha kuvvetli bir siyasi irade ile çevre ve iklim değişikliği konularında düzenli diyaloğun yeniden kurulmasına ihtiyaç duyulduğu kaydedildi. Hem yurtiçinde, hem de uluslararası düzeyde daha iddialı ve koordineli bir iklim ve çevre politikasının oluşturulması ve uygulanmasına ihtiyaç olduğuna dikkat çekilirken, stratejik planlama, kapsamlı yatırımlar ve güçlü idari kapasite gerekliliğinin olduğu ifadelerine yer verildi. ÇED ve doğa koruma konusundaki yasal değişikliklerin çok ciddi endişe kaynağı olduğu belirtildi. “2015 yılının ilk çeyreğinde Türkiye, 2015 yılında imzalanması öngörülen yeni küresel iklim değişikliği anlaşmasına yönelik katkısını belirlemek zorundadır. Söz konusu alanlarda sivil toplum örgütleri ve diğer kurumlar ile işbirliğinin güçlendirilmesi gerekmektedir” dendi.

 

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.