Gezi yazıları yazmanın bende yarattığı en olumsuz yan, okuyanları tek başına birşeyler tüketmeye, para harcamaya yönlendiriyor olma hissidir. Gezi yazıları yazmaya yeni başlamış olsam da bu his zaman zaman yazmaktan soğumama bile neden olabiliyor.Paylaşmak istediğim bu yazıda ise durum biraz farklı. Bu yüzden içim oldukça rahat.
Rahatlamama sebep olan “gezi” yazısı ise bir süredir zeytin ağaçları kesilmesin diye direnişte olan Soma’nın Yırca köyündeki güzel insanlara ve olaylara dair.
İnternette, gazetelerde Yırca ile ilgili haberleri duyduğumdan bu yana oraya gitme ve insanları yaşam alanlarında ziyaret etme isteğim vardı. Hatta kendime rota çizip, çadırlı bir bisiklet turu yapmayı bile planladım fakat bir türlü gidemedim. Cuma günü bu haftasonu yine gidemeyeceğim diye düşünmeye başlamıştım ki bir heyecanla aslında bu fikrin ertelenmemesi gerektiği üzerinden Cumartesi günü Yırcaya arabayla gitmeye karar verdim. Ayrıca bu ziyarette heyecanıma ortak olan Begüm de bana eşlik etti.
Akşamdan sözler verildi ve sabahtan buluşuldu. Yolda güzel demli çaylarla kahvaltı yapılıp, keyifli uzun sohbetler eşliğinde yaklaşık 1 saat 40 dakikada Soma’ya ulaştık. Soma giriş tabelasının hemen ardındaki Yırca okunu takip ettik. Köye giden yol üzerinde bulunan ve önünde çok sayıda sıra sıra kamyonun beklediği Soma termik santralinin yanından geçtik. Köy orada mı burada mı derken nihayet zeytin nöbeti oklarını bulduk.
Dışarıya adım atmamız ile birlikte yol üzerindeki termik santralden geliyor olması muhtemel ağır kokuyu hissettik. Okları takip ederek toprak yoldan aşağı yürümeye başladık. Yürüdükçe gideceğimiz yer belirginleşiyor ve bizim gibi buraya gelmiş çok sayıda ki araç ve minibüsü görüyorduk. Sonunda arabaların yanına gelmiştik ki sol tarafımızda kalan alanın medyadan izlediğimiz, o vahşi katliamın yapıldığı, güzelim ağaçların yattığı yer olduğunu fark ettik.
Yürümeye devam edip insanların toplandığı alana doğru ilerledik. Buraya geliş amacım; olan bitenlere tanık olmak, mümkünse birer ağaç dikmek ve insanları biraz dinlemekti. Lakin insanların yanına geldiğimde ilk olarak ne yapmam gerektiği konusunda hiç bir fikrim yoktu. Kısa süreli anlamsızlık ve yabancılaşma hissini üzerimden attıktan sonra yavaş yavaş insanların arasına karışmaya ve onları gözlemlemeye başladım.
Etraftaki insanların bir kısmı dilek ağaçlarına çaputlar bağlıyor, bir kısmı orta yaşlı bir abinin bağlamasından dökülen nağmeleri dinliyordu. Diğer yandan ise çocuklar yazılama duvarına büyük bir aşk ve neşeyle birşeyler yazıyor, başka bir grup ise ateş etrafında çaylarını yudumlayarak sohbet ediyorlardı. Ortamın keyfini hissedip biraz etrafa dokunduktan sonra ağaçların bulunduğu yöne doğru ilerledik. Alanı daha iyi görebileceğini düşünerek önce köy çocuklarının da tırmandığı bir tepeye doğru çıktık. Buraya tırmanması sandığımız kadar kolay olmadı fakat tepeye çıktığımızda yapılan katliamı yukarıdan görme şansını bulduk.
Derin düşüncelerle boğuşmaktan bir an sıyrılıp tepede yanlarına yanaştığımız çocuklarla kısa ama keyifli bir sohbete giriştik ve gerçek anlamda Yırca ile ilk temasımız böylece başlamış oldu.
Tepede biraz soluklanıp oturduktan sonra katliamın olduğu alanda uzaktan ne yaptıklarını seçemediğimiz insanların yanına gittik. Yanlarına yaklaştıkça yaşanan zulmü ve vahşeti yakından hissettik. Üzerlerinde binlerce zeytin bulunan güzelim zeytin ağaçları birbir yerinden edilmiş toprağa serilmişti. Gördüklerim bana savaş filmlerinde izlediğim kadınların, çocukların ve birçok sivilin öldürüldüğü ve cansız bedenlerinin bulunduğu savaş alanlarını anımsatıyordu. Saldırıya maruz kalanların kendilerini savunabilmesi mümkün değildi bu sefer çünkü onlar sadece ağaçtı. İnsan olmaya dair derdi davası olanlar onlarlaydı fakat sonuç alınamamıştı bir şekilde ve boyunları bükük bir şekilde yerde yatıyorlardı.
Katliam alanından içimiz cız ederek insanların toplandığı alana doğru ilerledik. Yanlarına varıp ne yaptıklarını sorduğumuzda bize köylülere zeytinleri toplama konusunda yardım ettiklerini söylediler ve biz de yere eğilip başladık zeytinleri toplamaya.
Katliam sırasında o kadar çok zeytin yerlere saçılmış ki anlatılması imkansız. Bu zeytinleri hasat zamanını geldiği bir dönemde ağaçtan toplamak yerine yerlerden toplamak ise oldukça zordu. Bizimle beraber zeytinleri toplayan köylülerle konuştuğumuzda yere saçılan zeytinlerin bu haliyle sadece sıkmalık olabileceği ve oldukça düşük paralara satabileceklerini bahsettiler. Zeytin toplama sırasında selamlaşmalar, konuşmalar derken sohbet akmaya başlamıştı. Herkesin dilinde bir öfke ve kızgınlık vardı. Herkes bir yandan köylülere yardımcı olabilmek için yerden tek tek zeytinleri toplarken diğer yandan ise hislerini etraftaki insanlarla paylaşıyordu.
Ortam bir an için ölüm sonrası gidilen yas evini anımsattı bana ve içimi bir hüzün kapladı. Ölüm sonrası hissedilen o çaresizlik hissi, birşey yapamama ve artık gideni geri döndürememe hissi …
Bir Avuç Zeytin için 15 Yıl
Kesilen ağaçlar kesilmişti ve geri dönüşü pek o kadar da kolay değildi. Bir zeytin fidanını toprağa dikip tekrar bir avuç zeytin alabilmek için tam 15 yıl gerekiyormuş.
Düşünün 15 koca yıl …
Verilen emeği ve o sabrı düşünün …
Yapılan zulmü, zalimliği şimdi tekrar düşünün. Yaşanan toprak ananın çocukları olan bu zeytin ağaçlarının dramı.
Gerçi bu topraklarda dram hiç bitmiyor. Daha yakın zamanda 301 insan toprağın altında can vermişken 6000 ağaç nedir ki değil mi devlet büyükleri.
Neyse biraz daha ötede oturan bir başka grubun yanına doğru yöneldik. Sadece köylülerden oluşan bu grup da zeytin topluyordu. Onlarla da kısa bir sohbet edip, dertlerini, yaşanan olayları onların dilinden dinledik.
Tüm sohbetleri toplayacak olursak aklımda kalan başlıklar;
*6000 ağacın bulunduğu alan birden fazla köye ait ve köylülerin bir kısmı kamulaştırmayı kabul ederken bir kısmı ise kabul etmemiş
*Kabul edenlerin de etmeyenlerin de tüm ağaçları bir gecede kesilmiş
*Zeytinleri kesilen insanlar paralarını almış olsalar dahi artık bu civarda kurulacak yeni santral ya da işletmelerle eskisi gibi yaşayamayacaklarını ve çocuklarının, torunlarının bu topraklarda yaşamlarını sürdüremeyeceklerinin farkındalar
* Kamulaştırma bedellerini almış olmalarına karşın konunun hala tartışılır olması, dava sürecinin devam ediyor olmasına rağmen hasat zamanı gelen zeytinlerin apar topar yangından mal kaçırır gibi kesilmesine tepkililer
*Ağaç üzerinde iken toplaması daha kolay olan ve satışlarından da daha çok gelir edebilecekken böyle bir kıyımın olmasına dair öfkeliler
*Civarda zeytinlik alan dışında düz alan çok fazla olmasına karşın bu alana göz dikilmesine bir anlam veremiyorlar
*Yıkım öncesinde işe alınan güvenlik görevlilerinin bir kısmı köydeki insanlardanmış fakat bu olaylardan sonra onlar da işten çıkarılmışlar
Konunun tüm detaylarına hakim olmadığımdan dolayı keskin cümleler kullanmak ve ezberden konuşmak istemiyorum. Fakat sonuç olarak köylüler bu ağaçların kesilmiş olmasına oldukça tepkili.Burada yaşanılanları özetleyecek bir şeyi de kıyımın olduğu alandan dönüş sırasında sohbet ettiğimiz bir abimiz söyledi.
Sesi hala kulaklarımda …
“Doğurmasına az kalmış hamile bir kadın hiç öldürülür mü? Nerede yazar bu ? Kim kabul edebilir bunu ve neden yapar?”
İşte akılara takılan ve hisleri özetleyenler bunlar.
Dönüş yoluna geçmeden önce köylülerin toplandığı yere tekrar geri dönüp dayanışma için kurulmuş sofraya yönelip birkaç lokma birşey yedik. İnsanlarla biraz daha sohbet ettikten sonra oradakilerle vedalaştık.
Köylüler oraya gelen insanları evlerinde ağırlarcasına ellerinden gelen tüm imkanları kullanarak sevgi ve özenle sundular. Bunun sonucu ve dayanışmanın yarattığı mutlulukla, bölgeden ayrılan insanlar köylülere sarılarak bölgeden ayrıldı.
Buradan ayrılırken aklımda bir katliama tanık olmanın öfkesi, dayanışmanın getirdiği mutluluk ve coşku, gelecek günlere dair ise beraberliğin yaratığı güven, kendime dair ise iyi ki türlü bahanelere kapılmayıp gelmişim hisleri ile ayrıldım.
Zaman dayanışma zamanı ve başka bir dünya mümkün …
Umut Aykutlu