Ormanları yok edip havaalanı kurduğunuzda oranın gerçek sahipleri önce çaresiz kalıyor sonra yok oluyor
Avrupa Parlamentosu seçimlerinin parlayan yıldızı Yeşiller oldu. Başta Almanya Fransa’dan İrlanda’ya oy patlaması yaşadılar. CNN International’da Christian Amanpour’un sorularını yanıtlayan Angela Merkel bir yandan sağ popülist akımların giderek oylarını artırmasına ‘karanlık güçlerin ana akımın içinde destek bularak yükseldiklerine’ dikkat çekerken bir yandan da ‘Yeşil Parti’nin hakkını verdi. Yeşil Parti’nin bu kadar destek bulmasını “insanların günümüzde iklim değişikliği gibi konulara çok ilgili olması” ile açıklayan Merkel, bunun kendi partisi açısından da daha çok üzerinde durulması gereken bir mesele olduğunu kabul etti. (Kaynak:BBC)
Merkel’in ‘iklim değişikliği’ dediği konu için artık bilim adamları iklim krizi ya da insanların devletlerin verdiği zararın altını çizmek için ‘küresel ısınma’ değil ‘küresel ısıtma’ tanımını kullanıyor. Dünyanın saygın gazetelerinden Guardian Yayın Yönetmeni Katharine Viner okurlarına artık ‘iklim değişikliği’ ifadesi yerine bilim insanlarının çalışmalarında olduğu gibi ‘felaketi’ tanımını kullanacaklarını duyuruyordu.
Avrupa’da ve dünyada her geçen gün iklimle ilgili konular, politikalar insanların ana gündeminde-tercihlerinde daha da ön plana çıkarken Türkiye demokrasi-adalet konularında yaptığı patinajlar sebebiyle ‘çevreye- doğaya’ vakit ayırmıyor/ayıramıyor. 16 milyon kişinin yaşadığı, YSK’nın kimseyi tatmin etmeyen kararıyla iptal edilen İstanbul seçimleri süreci misal… Gerek 31 Mart öncesi gerek 23 Haziran’a giden süreçte adaylardan ‘çevre’ üzerine ne kadar vaat-çözüm önerisi duyabildik ki? Zaten adaylardan birinin, Binali Yıldırım’ın partisinin adaylarının 25 yıl boyunca yeşilini kaybettirdiği, betona gömdüğü İstanbul için ne söylemesi beklenir ki? Partisinin lideri “İstanbul’a ihanet ettik ben de bundan sorumluyum” demedi mi? Ekrem İmamoğlu’nun bu konuda öne çıkan bir vaadi de olmadı-duyulamadı. Geçen hafta yurt dışından bir meslektaş İstanbul’un yeni havalimanını adeta basan, bir aprondaki körüğü kaplayan arı fotoğrafları için ‘al seçim afişi yap, söze gerek yok’ diyordu. (Fotoğraflar ilk olarak Airport haber sitesinde yer aldı.) Ormanları yok edip havaalanı kurduğunuzda oranın gerçek sahipleri önce çaresiz kalıyor sonra yok oluyor.
Siyaseten ‘çevre-doğa’ az konuşulur-çözüm üretilir olsa da halk elinden geldiğince, türlü soruşturmalara-cezalara aldırmadan ormanına deresin sahip çıkmaya çalışıyor. Kuzey Ormanları Savunması’ndan Cerratepe’ye Türkiye’nin dört bir yanında derelerine sahip çıkanlara her geçen gün büyüyen bir çevre bilinci-sahip çıkışı var.
Bugün ‘rüzgâr yüzünden uçaklar inemiyor-arılar aprona girdi’ diye konuştuğumuz tartıştığımız konuları daha işin başında bu konunu uzmanları ön görmüş Kuzey Ormanları Savunması gibi oluşumlar yayınladıkları raporlarla bugünler için uyarmıştı. Yeni Havalimanı yapılırken zorunlu olarak yapılan Çevresel Etki Değerlendirme raporlarını Çevre Bakanlığı sitesinde artık bulamıyorsunuz. Ne ilginç değil mi ‘silinmiş’…Ama Kuzey Ormanları Savunması’nın hazırladığı o günlerde paylaşılan raporlarda uyarılar çok net. Yok edilen ormanlar ağaçlar mesela:
- ÇED Raporunun 134. sayfasında, ağaçların cinsleri ve bir kısmının taşınacağı belirtilmiş ancak tüm ağaçların taşınmasının mümkün olamayacağı da ifade edilmiştir: “Alandaki kesilmesi zaruri ağaç miktarı 657.950 adettir. Alandaki A ve B çağındaki 1.855.391 adet ağaç ise taşınabilecek durumdadır. Ağaç türleri Maritima çamı, fıstıkçamı, kızılçam, karaçam, meşe, gürgen, dışbudak, ıhlamur, akçaağaç ve sedirdir. Proje kapsamında orman alanındaki ağaçların bir kısmının kesilmesi ve bir kısmının da taşınarak başka alanlara dikilmesi ile ilgili olarak İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü ile koordineli çalışılacak olup, inşaat aşamasından önce bir çalışma programı oluşturularak kesilecek ve taşınacak ağaçlar belirlenerek çalışmalar koordineli olarak yürütülecektir. Ancak alandaki bütün ağaçların taşınması mümkün değildir”.
İstanbul’un sularının azalacağı mesela:
- 3. ÇED Raporu, sayfa 279’da projenin inşaat çalışmaları aşamasında alanda bulunan akarsuların yataklarının tahrip edileceğini belirtmektedir. Raporun 284. sayfasında da projenin Terkos Gölü üzerindeki ciddi etkileri sayılmaktadır: “Su toplama alanı 736,2 km2, su alanı 39 km2 olan Terkos Gölü havzasını besleyen 2 adet derenin, yapılması planlanan inşaat çalışmaları sonucu bağlantısı kesilecektir. Söz konusu derelerin tahrip edilmesi sonucu barajda su toplama miktarında azalma ve yüzeysel akışlarla kirlilik yüklerinde artma gerçekleşecektir. Terkos Gölü havzasını besleyen Ceko deresi ve devamındaki adı Üstülük deresi olan dere ile Yeniköy deresinin bir kısmı tahrip edilecektir. Bu kapsamda Terkos dere akış güzergahlarının bu durumdan etkilenerek su potansiyelinin azalacağı görülmektedir”.
Sulardaki kirlenmenin barajlara taşınacağı mesela:
ÇED raporu sayfa 281: “Projeden kaynaklanacak araç trafiğinin bölgedeki ana arterlerde yaklaşık olarak yüzde 120 oranında artmasından dolayı alanın mevcut kirlilik yükünün artması, ormanlık alanların tahrip edilmesi ve bölgedeki barajlara su temin eden akarsuların debisinin azalması sebebiyle barajlardaki su seviyelerinde azalma beklenmektedir.” Raporun dikkat çektiği bir başka vahim gelişme ise barajlarda sebep olunacak kirliliktir: “Barajlara su temin eden akarsulara karışması beklenen kirliliğin; bu akarsularla birlikte barajlara taşınması da söz konusu olacaktır”…
Ortaya çıkacak durumun önümüzdeki yıllarda her geçen gün bir öncekini aratacak vaziyette oluşacağını gösteren bilimsel tespitler. Sadece İstanbul mu? Hayır, Türkiye’nin dört bir yanında gıdadan sulara sağlığı-geleceği tehdit eden riskler var. Peki bunları konuşan-anlatan var mı? Bir avuç insan. Uyarı yaptıkları zaman ne oluyor? Son yıllarda giderek artan şekilde Türkiye’nin geleneksel mekanizması çalışıyor. Mahkemelik oluyorlar. Yarın saat: 10’da Çağlayan Adliyesi’nde Türkiye’nin doğası-gıda güvenliği için en çok mücadele eden isimlerden birinin Bülent Şık’ın davası var. Ne yapmış Bülent Şık? Sağlık Bakanlığının 2011-2017 yılları arasında yapılan “Çevresel Faktörlerin İnsan Sağlığı Üzerine Etkilerinin Araştırılması” raporunun verilerini paylaşmış. Bununla ilgili; halkı bilgilendirme görevi gereği Cumhuriyet Gazetesi’nde “Türkiye’yi kanser eden ürünleri devlet gizledi, biz açıklıyoruz! İşte zehir listesi” başlığıyla 15 Nisan 2018 günü yayımlanmaya başlayan ve dört gün süren bir yazı dizisi kaleme almış. Ne varmış o araştırma sonuçlarında Bülent Şık’ın ilk duruşmadaki savunmasından aktaralım:
“2015 yılı Aralık ayı sonunda Antalya’da proje ile ilgili bir genel değerlendirme toplantısı yapıldı. O toplantıda araştırma projelerinden elde edilen bilgiler sırayla görüşüldü. Her bir araştırma projesi farklı bir ekip tarafından yürütülmüştü. Bu ekiplerin sırayla yaptığı sunumlarda Kocaeli ili ile Ergene Havzası’nda yer alan Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne illerinde çeşitli gıdalar, sular, deniz ürünleri, toprak ve havadaki toz gibi örneklerde yapılan araştırma çalışmalarından elde edilen bilgilerin ciddi halk sağlığı sorunlarına işaret ettiğini gördüm. Antalya ilindeki kimyasal madde kirliliği o illerle kıyaslandığında bariz bir şekilde daha azdı ya da o illerdeki kimyasal kirlilik Antalya iline kıyasla çok fazlaydı. Örneğin sularda çeşitli ağır metallerin ve Marmara Denizi’nden alınan balık örneklerinde arsenik gibi kanserojen kimyasalların birikim miktarı çok fazlaydı.”
Demek ki neymiş; Kocaeli’nden Ergene Havzası’na suda, toprakta, havada halk sağlığına tehdit olabilecek bulgular ele geçmiş. Ve Marmara Denizi’nde de afiyetle yediğimiz balıklarda arsenik gibi kansorjen kimyasalların birikimi fazlaymış. Peki bu konuda halkı uyaran, çözüm arayan bir yetkili var mı? Yok… Ne var? Bunu yazanı, uyaranı cezalandırma isteği var. Bülent Şık’ın TCK 258 uyarınca “göreve ilişkin sırrın açıklanması” ve TCK 334 ile TCK 336 uyarınca “açıklanması yasaklanan bilgileri temin etme ve açıklama” suçlamalarından hapsi isteniyor.
Bülent Şık ile yarın ki dava öncesi konuştum… Kısa süre önce Bianet’te yazdığı ‘Belediye başkan adayları içme suyu konusunda bize ne vaat ediyor?’ ve ‘Okçular Vakfı’na ayrılan parayla İSKİ’ye tam teşekkülü su analiz labaratuarı kurulurdu’ yazılarından bahsettik. Kendi yargılanmasının değil memleketin toprak, su, deniz kirliliği meselesinin daha önemli olduğunu söyledi. Konuşma bittiğinde önce bir hüzün sonra umut kapladı içimi. Gerçeği söylemenin bedeli olmasının hüznü ve bu bedeli göze alıp her gün daha çok kişinin konuşmasının umudu.