Arazinin doğu sınırında, dereye inen bir bayırda, topuklarım yerden 10 cm yukarda, ayak parmaklarım topraktan destek alarak, sırtım vadinin diğer tarafındaki yamaca emanet, yüzüm toprakta, parmaklarımı örümcek ayakları gibi hareket ettirerek topluyorum zeytinleri. İki elle toplaya toplaya zeytinleri, dizlerime dayadığım sepete atıyorum. Önce kendimi sonra sepeti sağlama alarak ağacın eteklerinden çember çize çize köküne oradan da üst tarafa geçiyorum. Etek geniş, ağaç verimli. Dökülenlerin kimi simsiyah, kimi elma yanak, kimi yeşil. Otlar her yerde, saklanan zeytinleri buluyorum aralarında. Sağ elimin işaret ve baş parmağı diken izleri ve sıyrıklarla dolu,ellerin geri kalanı da nasip almış yaralardan ara ara. Sabahın bu erken saatinde otlar,zeytinler,ellerim ıslak. Topladıkça açılıyor ellerim, zihnim. Çözülüyorum. Hava da ısınmaya başlıyor. Sırtım ağrıdıkça pozisyon değiştiriyorum. Kah çömelip belimi rahatlatıyorum kah bacaklarımı uzatıp dizlerimi. Eller hep zeytin kovalıyor. Sepet dolmak üzere. En çok bu bitmek üzere hali zorluyor. Bitsin diye hızlanıyorum. Birazdan yokuşu, dolu sepetle çıkıp zeytin ağaçları ile kaplı dağları ve uzaktan denizi gören yuvarlak taş evin taracasında karnımı doyuracağım. Geçen sene bu zeytinlikte toplanıp kurulmuş zeytinleri yiyecek ve çekirdeklerini toprakla buluşturacağım. Aradan bir sene geçtikten sonra kaldıkları yerden devam edecekler ilişkilerine.
Her taraftan silkme makinelerinin, sırıkların sesleri geliyor. Hummalı bir çalışma devam ediyor Ege’nin başladığı kasabada. Her iş zeytine göre ayarlanıyor. Telaş, terli alınları silecek vakit bırakmıyor.Yağ fabrikaları durmaksızın yağ üretiyor. Yine de kapıda bekleyen zeytinlere sıra günlerce gelmiyor. İki gün önce sıraya koyduğumuz zeytinlerimiz de bekliyor sıralarını. Biz de onların yağlarının lezzetini, rengini, kokusunu duymak için sabırsızlanıyoruz.
Karnımı doyurup, yükselen güneşte ısınarak kaldığım ağaca geri dönüyorum. Eğiliyorum toprağa yeniden. Ellerim, gözlerim, yüzüm zeytin arıyor. Bir sepet doldurup kahve içeceğim. Sonra bir sepet daha öğle yemeği yiyeceğim. Sonra bir sepet daha ve evin yolunu tutacağım. Güneş sırtımı ısıttıkça kat kat giydiklerimi çıkarıyorum dinlenirken de bir bir giyiyorum yeniden. Kulağım kuş seslerinde ve henüz yanına varamadığım aşağılarda bir yerlerde akan derenin sesinde. Dökülmüş zeytinlerin yağının büyük bir kısmı sabun olacak. Sonrasında henüz dallarda olan zeytinleri toplayacağız ve onların yağını kullanacağız aşımızda. Bugünleri, bu anları hatırlayacağız ve hangi araziden ne emeklerle toplanıp sofraya geldiğini bilerek gönül rahatlığı ile banacağız ekmeğimizi aşımıza, yağımıza. Birlikte çalıştıkça soframız zenginleşecek, muhabbetimiz artacak.
Hiç görmemiştim ömrümde topraktaki örümcek yuvasını ta ki neşeli bir ses duyurana kadar. Yanına gidip içeriden açılan kapısına, muazzam bir işçilikle sıvanmış toprağın içine doğru inen yuvarlak duvarlarına bakıyorum hayran hayran. Dev gibi ellerimizle açıp kapıyı, kocaman gözlerimizle bakıyoruz içeri.Ara sıra gelip ziyaret edeceğiz bu süreçte muhakkak. Yeni gelenlere göstereceğiz. Biraz rahatsız edeceğiz komşumuzu bu heyecanla belki de.
Akşamın gelişi, serinliğinden belli oluyor önce, sonra sırt ağrısından. Sepetler doldu. Hava kararacak birazdan. Toparlanma vakti. Çıkmadan yola kantaron yağı sürüyorum yaralarıma. Evi kapatıyor, tuzlamalık zeytinlerimizi yanımıza alıyoruz. Yollar eve, muhabbete, sıcak sobaya doğru kıvrıla kıvrıla dağları dolanıyor. Eve varana kadar doğanın her akşam güneş batarken bambaşka bir tablo ile resmettiği anın tadını çıkara çıkara tırmanıyoruz dağları. Arkamızda gittikçe aşağılarda kalan sakin deniz, solumuzda ona varan yeşil dağlar, ışıkları yanmaya başlayan dağların arasındaki köyler ve dilimde bir şiir; “önde zeytin ağacı/arkada yar/yar… yar…/seni kara saplı bir bıçak gibi/sineme sapladılar.*”
Hayatta yapılacak en anlamlı işi yaptığımı düşünerek ve yarın yeniden böyle çalışacağımı bilerek yürüyorum. Topladığımız zeytinlerin altında büyüyen kantaronun, aynı zeytinin yağı ile olan aşkı yaralarıma iyi geliyor şimdiden. Yara, açıldığı toprağın ilacıyla kapanıyor. Çalışmak, üretmek, yorulmak; nefes almak, duymak, koklamak… Çalıştıkça kapanıyor yaralar, yaralarımız.
Şiir: Bedri Rahmi Eyüpoğlu – Sitem
Zeliha Yıldırım