Dış Köşe

Yanlış Cumhuriyet – Ufuk Uras

0

Montesquieu, cumhuriyeti monarşik olmayan yönetim diye tanımlıyor. Bir şeyi ne olmadığıyla tanımlamak pek isabetli değil tabii; elmaya, armut olmayan dediğinizde, onu tanımlamış olmuyorsunuz, ya ayvaysa?

Monarşi öncesi yapılar dikkate alındığında mesele daha da karışabiliyor.

Libya, Suriye, İran, Kore gibi ülkeler de cumhuriyet, oligarşik yönetimler de.

Ülkemizde milleti hakime, imtiyazlarından vazgeçmek istemediği için, cumhuriyetin dönüşümünde kilit öneme sahip olan anayasanın demokratikleşmesi süreci tıkanıyor. Egemenliğin kaynağının halk olmasıyla, halkın kendi kendini yönetmesi birbirini tamamlayan ilkelerdir.

Mutabakat yoluyla değil, zor yoluyla bir düzeni sürdürmenin sınırlarına gelindi.

Egemenlik ilişkileri cumhuriyet rejimlerinde de bir kişinin iki dudağına bağlı kalabiliyor. İmralı’daki tecrit ve avukatlarla görüşmenin sıkıştığı nokta burası zaten.

Bir yandan, “tecrit yok, avukatlarla görüşmede sorun yok,” derken, diğer yandan somut bir adımın atılmadığını görüyoruz. İyi polis-kötü polis numarası siyasette de bayatladı. Yalan yanlış siyasetten hala medet umma hali, Roboski devleti refleksinde değişmeden sürüyor.

Bu arada sivil itaatsizlik politik itaatsizliğe dönüştü, aforoz politikaları sonuç vermedi, kimse de egemenlerden hoşgörü beklemiyor.

İster görün, ister görmezlikte gelin, bir halk kendi tarihini yapacak özne olarak, “Ben buradayım” diyor.

Ne yapsanız, imtiyaz ve statükonuzu koruyamaz haldesiniz. İnsanların itaat etmesini sağlayamıyorsunuz.

Halkların eşitliği temelinde bir yaklaşımdan başka çözüm yok. “Benimki kültürel kimlik, seninki etnik kimlik” gibi bir kimlik hiyerarşisi dayatmasıyla bir yere varılması zor.

Bu sistemden en çok kim faydalanıyorsa, sistemi de canhıraç o savunuyor. Siyasette sizin gibi düşünenlere değil, sizden farklı düşünenlere nasıl davrandığınız önemlidir. Egemen siyaset anlayışı her zaman tepeden siyaset yapmaya dayanıyor ve halkı tepelemeye devam ediyor.

Toplumun gıyabında toplumu yönetmeye dayalı jakoben anlayışta bir değişiklik yok. Sorunların çözümünde toplumu dışta tutma yaklaşımı, hiçbir sorunun çözümünde etkili olamıyor. Onların çözümleri de zaten sorunun ta kendisi. Hayata ezenlerin gözüyle bakanlar, ezilenlerin hiçbir sorununa çare olamazlar.

Toplumdan beslenmeyen bir siyaset, her zaman çürüme ve yozlaşmaya mahkumdur.

Siyaseti yaşamdan koparanlara karşı, halkı siyasete çağırmak, siyaset yaşama yabancılaştıysa, yaşamı siyasallaştırmak ve örgütlü bir toplumu savunmak ve gerçekleştirmek önemli. Siyaset, eğer toplumun tüm potansiyelini bir kinetik enerjiye dönüştürebiliyorsa anlam taşıyor. Yoksa dostlar alışverişte görsün siyasetinin bir anlamı yok.

Tarih boyunca her zaman, en kötü kölelik gönüllü kölelik olagelmiştir. Egemen sistemin yanlışlarına karşı, onun ideolojik, siyasi kabullerinden yola çıkılarak mücadele edilemeyeceğini hayat kanıtladı.

Özgür davrandığınızı düşünüp hep başkalarının sizden beklediği gibi tavır almayı sürdürebiliyorsunuz. Camus’nün vurguladığı gibi, belki tümüyle suçlu değilsiniz, çünkü bu tarihi siz başlatmadınız, ama bu sizi suçsuz da kılmıyor, çünkü o tarihi sürdürerek suça ortak oluyorsunuz. AKP’deki post-kemalist anlayışın geleneksel kemalizme göre temel farkı, post- kemalizmin kemalist olduğunu fark etmeden aynı refleksi vermeyi alışkanlık haline getirmesidir. Siyasette yolunuz yanlışsa, koşmanın da bir faydası yok.

Fareli köyün kavalcısının ardına dizilenler, bu yolun sonunun nasıl bir yarda sona erdiğinin farkına bile varamıyorlarsa, koyverin gitsin.

 

Ufuk Uras – Özgür Gündem

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.