Bu yazı birgun.net/ den alınmıştır
2016 başında “dünyanın hali” nasıl görünüyor? Farklı sorular etrafında tartışabiliriz. Bugün tartışmaya şu sorularla başlayalım: Halkların “farklı bir dünya” arayışları nasıl sonuçlar verecek? Sermayenin hegemonyasında aydınlığa açılan gedikler oluşacak mı? Bu hegemonya karanlık ortamlarda sürdürülecek mi?
Bu sorulara ışık tutan son yıllardaki olayları, eğilimleri hatırlayalım ve “dünyanın yakın geçmişteki halleri” üzerinde 2016’ya ulaşan bir gezinti yapalım.
Sermayenin saldırısı, halk direnmeleri
1980 dolaylarında uluslararası sermaye, emeğin ve “mazlum halkların” geçmiş kazanımlarına karşı kapsamlı bir saldırı başlattı. İlk yirmi yıl ciddi engellerle karşılaşmadı. “Küreselleşmenin ve neoliberal reformların zaferi”ni ilan etti.
Yüzyılın sonlarında direnme dalgaları patlak verdi. On yıl içinde Latin Amerika ülkelerinin çoğunda, neoliberalizme, ABD hegemonyasına karşı çıkan, solcu, bazıları sosyalist iktidarlar oluştu.
Uluslararası sermaye açısından bu “mevzi kayıpları” Latin Amerika coğrafyası ile sınırlı kalmalıydı. Ne var ki, kapitalist dünya ekonomisinin 2008 krizi bu beklentiye ağır bir darbe vurdu. Krizin arka planı kapitalizmin çirkin, kirli yüzünü ortaya çıkardı. Kriz yönetimi de açıkça ve insafsızca finans kapitalin emrine teslim edildi. ABD ve Avrupa’da halk sınıflarının başlattığı, sürüklediği yeni ve anti-kapitalist direnme hareketleri bu nedenle patlak verdi. Ortadoğu halklarını on yıllarca ezen neoliberal politikalara ve komprador iktidarlara karşı ayaklanmalar bu dalgaya eklendi.
Zincirleme direnme eylemlerini hatırlayınız: 2011’de Wall Street’i işgal hareketleri, Avrupa’da kemer sıkma politikalarına karşı genel grevler ve yüzbinlerin sokak protestoları, Tunus ve Mısır (Tahrir Meydanı) kalkışmaları… Sonraki iki yılda bu dalgalar birbirini besledi; militanlar arasında iletişim, dayanışma bağları oluştu. Mısır’da Müslüman Kardeşler’e (Mursi’ye) karşı başlatılan büyük kalkışma ile Türkiye’de AKP’ye karşı Gezi kalkışması, bu dalganın zirve noktasında, Haziran 2013’te çakıştı.
Tarihsel çatışma tekrar gündeme geldi: Sermaye tahakküm, halk özgürlük istemektedir. Egemen sınıflar için stratejik bir soru güncellik kazandı: Direnme hareketlerinin iktidara taşınması nasıl önlenecek?
Bu soru, Ortadoğu’da ve Güney Avrupa’da emperyalizme özgü iki farklı yöntemle yanıtlandı.
Emperyalizmin Ortadoğu yöntemleri
Ortadoğu’da emperyalizmin kaba, ilkel yöntemleri uygulandı. Bu coğrafyanın düzen karşıtı halk ayaklanmalarını Tunus ve Mısır temsil etti. (Bazı benzerliklere rağmen Bahreyn ve Yemen üzerinde durmuyorum.) İlk başta, Tunus’ta Fransa, Mısır’da ABD “sadık hizmetkâr ve ortakları” olan Bin Ali ve Mübarek sülalelerini iktidarda tutmaya çalıştı. Halk ayaklanması bunu önleyince neoliberal modellerle uyumlu, güvenilir, “ılımlı İslamcı” akımlara (Müslüman Kardeşler’e) destek verildi. İki ülkede de halk tepkileri bu seçeneği önledi. Tunus’ta laik öncelikli yeni (ancak Bin Ali rejiminin kadrolarına dayanan) bir parti (Tunus Çağrısı) iktidara geldi. Mısır’da ise, çok güçlü bir halk ayaklanması Müslüman Kardeşler’i iktidardan uzaklaştırmak üzereydi; askeri darbe geldi ve hızla ABD ile uzlaştı.
Emperyalizm, bu aşamada yeni bir hedef belirledi: Yapay halk ayaklanmaları “imal ederek” ve açık silahlı müdahale ile Libya ve Suriye’de rejim değişiklikleri… Libya’da Kaddafi yenilgiye uğradı; linç edildi. Suriye’de Esad direndi; ama maliyeti ağır oldu: Yüzbinlere ulaşan ölü, milyonlarca göçmen, sığınmacı..
Emperyalizmin bu kaba, ilkel yöntemlerinin bilançosu bize neler öğretti?
Ortaya çıktı ki, modern emperyalizm yıkıcıdır, engelleyicidir; inşa edici değil… Tunus’ta, Mısır’da halk ayaklanmalarının iktidara taşınması önlenebilmiştir; o kadar… Kendi hedeflerine dahi ulaşamamaktadır. Taliban’ı, Saddam’ı, Kaddafi’yi devirmiştir; ama beklentilerinin bazen tam tersi gerçekleşmiştir. Libya’da ABD büyük elçisi öldürülmüş; ulus devlet yok olmuş; ülke cihatçı çeteler arasında bölünmüştür. Irak’ta İran dostu bir yönetim oluşmuştur.
ABD, Suriye’yi bir kan gölüne çevirerek silah, para akıttığı “ılımlı İslamcı grupları” iktidara getirmeyi hedefliyordu. Bu gruplar tümüyle ve silahlarıyla birlikte El Kaide’nin türevi olan (IŞİD dahil) cihatçılara katılmışlardır. Taşeronluğu devrettiği devletler (Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar) denetim dışı kalmakta; ek sorunlar yaratmaktadır.
2016 başında ABD’nin Suriye politikası, kriz yönetiminin Rusya’ya devredilmesi sonunda iflas etmiştir. Ancak, bu coğrafyada başka bir sonuç daha gerçekleşmiştir: Halk ayaklanmalarının iktidarlara taşınması önlenmiştir; ama, cihatçı İslamcı hareketleri hızla güçlendirerek…
Emperyalizmin Güney Avrupa yöntemleri
Güney Avrupa’daki halk direnmelerinin iktidarlara taşınması önlenmeliydi. Bu işlevi Almanya üstlendi ve ödün vermeden sürdürdü.
Kırk yıldan bu yana emperyalizmin çevre ekonomilerinde uyguladığı “yumuşak” yöntemler, Avro Bölgesi’nin zayıf halkalarına uyarlandı. Finansal ve ekonomik bunalımlarda Endonezya’dan Arjantin’e, Şili’den Türkiye’ye kadar uzanan geniş bir coğrafyada sürekli gündeme getirilen neoliberal reçeteler Avro Bölgesi’nin çevresine (Yunanistan, İspanya, Portekiz, İtalya ve İrlanda’ya) taşınmalıydı. Uygulama, Almanya’nın liderliğinde AB Komisyonu, AB Merkez Bankası (ABM) ve IMF (“Troyka”) tarafından üstlenildi.
Ancak, beklenmeyen bir gelişme oldu. Yunanistan’da “kemer sıkma reçetelerine hayır” platformunu savunan Syriza iktidara geldi. Önce Troyka ile sert bir pazarlığa kalkıştı. “Teslim olalım mı?” sorusunu içeren bir halkoylaması %62’lik bir çoğunlukla “Hayır!” sonucunu verdi. Avrupa halklarının direnmesi kritik bir dönemeçteydi. İspanya, Portekiz, hatta İrlanda’da sermayenin hegemonyasına karşı iktidarı hedefleyen partiler yükselmeye başlamıştı. AB’nin tümünü etkileyen güçlü bir “sol dalga” canlanmaktaydı.
Bu kritik dönemeçte Almanya’nın ödünsüz tavrı ve ABM’nin ağır şantajı karşısında Çipras teslim oldu. Syriza, Yunan halkının verdiği direnme yetkisini kullanmaktan kaçtı; sermayenin ağır, insafsız programını bizzat uygulamayı üstlendi.
2016 başında Avro Bölgesi üzerinde Almanya’nın hegemonyası fire vermeden sürmektedir.
Tarihsel soru: El mi yaman; bey mi yaman?
“Beyler”, yani emperyalizm, halk direnmelerini, ödün vermeden, sert tepkilerle karşılamaktadır. Almanya’nın Syriza’ya karşı hoşgörüsüz, katı tavrının Ortadoğu’daki paraleli, ABD-Fransa-Britanya’nın silah yoluyla rejim değiştirme operasyonlarıdır.
“El” direnmeyi sürdürdükçe, “beyler” direniş saflarına fitne sokuyorlar; tüm coğrafyalarda farklı renkler alan gericiliği hortlatarak iktidarlarını sürdürmeyi umuyorlar. Halk direnmeleri sol siyasete, iktidara yönelemeyince, boşluğu, Ortadoğu’da cihatçı İslamcılık, Avrupa’da faşizan, ırkçı sağ doldurmaktadır. Emperyalizm ve uluslararası sermaye, her iki akımla da uyum sağlayabilir. Bu uyum, düzeni tehdit eden potansiyel halk iktidarlarıyla karşılaştırılırsa ehvendir.
Emperyalizm, şimdi, İslam coğrafyasının karanlık güçlerini “evcilleştirme, onlarla birlikte yaşama” tasarımları içindedir. Afganistan’da Taliban’ı iktidara ortak yapma arayışları bu çerçevededir. Suriye’de El Kaide türevi olan örgütleri, örneğin Nusra’yı, “ılımlı İslamcılar” kategorisine sokma önerileri ABD’de tartışılmaktadır. Syriza’nın özgürlük arayışlarını insafsızca engelleyen AB, Polonya’daki, Macaristan’daki aşırı sağcı iktidarları sineye çekmektedir.
Öte yandan, halk direnmelerinin siyaset sahnesine taşınmasında sol akımlar henüz teslim bayrağını çekmedi. Her ülkede halkın taleplerini, düzen karşıtı sol, kendi tarihsel deneyim ve birikimlerine göre siyasete taşımaya çalışıyor.
Kapitalizmin tutucu merkezine göz atalım. ABD Başkanlık ön-seçimlerinde Demokrat Parti’den Hillary Clinton’u en yakın rakibi “demokratik sosyalist” Bernie Sanders’tır. İngiliz İşçi Partisi başkanlığına, tabanın ve sendikaların desteğiyle Jeremy Corbyn’in seçilmesi anlamlıdır; zira Corbyn otuz beş yıldan beri geleneksel sosyalist ve anti-emperyalist kimliğiyle siyaset yapmıştır. Bu insanları kendi ölçütlerimizle hafife almayalım. Ülkelerindeki halk direnmelerini hakkıyla temsil etmeye çalışıyorlar.
Avrupa’nın çevresine bakalım. Syriza teslim olmuştur; ama Portekiz’de kemer sıkma politikalarına karşı çıkan dört örgüt (Sosyalist Parti, Komünist/Yeşiller İttifakı ve Sol Blok) %50’yi aşan oy oranına ulaşmış; AB’nin baskılarına direnerek bir koalisyon hükümeti kurmuştur. İspanya’da neoliberalizme direnmesiyle öne çıkan Podemos yüzde 21 oyla üçüncü parti olmuş ve sol bir koalisyonu gündeme getirmiştir.
El mi yaman; bey mi yaman? İki bin yıl öncesine uzanan bir kavgadır; 2016’da da dünya çapında sürecektir.
Bu yazı birgun.net/ den alınmıştır
Korkut Boratav