Vak’a-i Hayriye- Sinan Dirlik

Sürekli dalgalanan siyasal gündemin en büyük yan etkisi hafıza kaybı. Daha birkaç yıl, birkaç ay önce hararetle tartıştığımız konuları, neden ve niçinleriyle, kimin ne söylediğiyle birbirine karışarak uçuveriyor hafızalarımızdan.

Bu hafta da böyle oldu. AKP iktidarının Kürt politikasında hayli sertleştiği bir ortamda CHP durup dururken “haydi Kürt sorununu konuşup çözelim” diye çıkıverdi ortaya. En azından şimdilik “vak’a-i hayriye” olarak yorumlanabilecek bu çok olumlu gelişmenin hayırlara vesile olacak biçimde tamamlanabilmesi için biraz geriye dönüp bakmakta yarar var. Zira sadece 1 ay sonra, 18 Temmuz’da yine yeni bir CHP kurultayı var ve artık hepimiz biliyoruz ki erenlerin sağı solu belli olmaz, CHP kurultay sonrası yepyeni bir söylemle ortaya çıkabilir. Bakalım, göreceğiz…

Ocak 2010’da bir kitapçık olarak hazırlanarak sunulan “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” nin giriş bölümü, Başbakan Erdoğan’ın “Bu bir devlet projesidir. Muhatabı da millettir. Başarmaktan, başarılı olmaktan, süreci nihayete erdirmekten başka seçeneğimiz yok” sözleriyle başlıyordu.

Hafızamız bulanıyor ya, bu tarihlerin önemi gözümüzden kaçabiliyor. Oysa tarihsel dizge önemli. Gerçekten çok önemli…

AKP, 1 Ekim 2009’da dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ ve Ömer Çelik’ten oluşan “Demokratik Açılım Komisyonu” kurduğunu açıkladı.

Hemen ardından 4 Ekim 2009’da 3. Büyük Olağan Kongre’de Demokratik Açılım konsepti okunarak tabanın onayı alındı.

19 Ekim 2009’da siyasal tarihimize “Habur Olayı” olarak giren ve büyük gürültü koparan olay yaşandı. Çoğu kişi için AKP’nin “Demokratik Açılım defterini kapattığı gün” olarak görülür bu olay. Oysa öyle değil. AKP bütün tepkilere rağmen 1 Ocak 2010’da “Demokratik Açılımı” parti ajandasına koydu ve 22 Ocak 2010’da “Demokratik Açılım Kitapçığını” yayınladı.  

Toplam 30 maddede, 133 sayfada toparlanan ve Türkiye’de Kürt sorunu, bu sorunun niçin çözülmesi gerektiği ve nasıl çözülebileceğine dair önerileri içeren söz konusu kitapçık kamuoyunda yükselen tepkiler nedeniyle havada asılı kaldı…

Hatırlayalım. Muhalefetin “önce bir içinde ne varmış görelim” diye dudak büktüğü, ardından da “Türkiye’yi bölmeye yönelik bir ihanet planı” olarak şiddetle karşı çıktığı “Demokratik Açılım” planına en büyük tepki, beklenenin aksine MHP’den çok CHP’den gelmişti. Dönemin CHP Genel Başkanı Baykal, Erdoğan’ın “Açılımı görüşelim” çağrısını bir şartla kabul edeceğini açıklamıştı: Görüşmenin kameralar önünde yapılması şartıyla…

Geride bıraktığımız 2 yılda sayısını bilemediğimiz kadar Türk ve Kürt gencinin ölümüyle sonuçlanan bir süreç yaşandı. Son derece trajik, katliam denecek genç ölümlere Türk ve Kürt anaları ağıtlar yaktı.

Kazan Vadisinde 35 Kürt gencinin tüyler ürpertici biçimde öldürülmesi, Uludere’de kaçak sırasında 34 Kürt gencinin bombalanması, Beytüşşebap’ta 7’si korucu, 13 kişinin PKK tarafından öldürülmesi, 17 Ağustos 2011’de Çukurca’da 13 güvenlik görevlisinin öldürülmesi, 18 Ekim 2011’de yine Çukurca’da 26 askerin öldürülmesi, can kaybıyla sonuçlanan çok sayıda olaydan sadece birkaç tanesi… İşin vahimi, hiçbir ölümü birbirinin karşısına koymadan da tartışamıyoruz. Kürt gençlerinin ölümlerinden söz ettiğinizde “peki ya askerlerimiz” deniyor. Asker ölümlerinden söz ettiğinizde “peki ya Kürt çocukları” diye soruluyor. Hepsinin Türk ya da Kürt bu acılı coğrafyanın, gözü yaşlı analarının kuzuları olduğu unutuluyor çoğu zaman…

İlk çatışmaların yaşandığı 1984’ten bugüne kadar kimine göre 40 bin, kimine göre 50 bin insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan kanlı ve kirli bir savaş bu… Bir an önce bitirilmesi gereken bir sorun, bir an önce son verilmesi gereken bir kan banyosu…

30 madde ve 133 sayfadan oluşan “Demokratik Açılım” kitapçığının sayfalarını karıştırırken, “keşke” diyor insan… Keşke 2 yıl önce muhalefet elinin tersiyle itmeseydi Açılım planını… Keşke “içi boş” denilen bu 133 sayfalık planın yayınlanmasından 2 yıl sonra, 8’i durum saptamasından, 2’si ise “mecliste tartışalım, akil adamlar komisyonu kuralım”dan ibaret 10 maddelik bir “yol haritasıyla” çıkılmasaydı ortaya… Keşke 2 yıllık zaman, can, güven kaybına izin verilmeseydi…

CHP’nin kendi tarihselliği içerisinde çifte kavrulmuş bir sorumluluğa sahip olduğu Kürt sorununun çözümünde, AKP’den çok daha güçlü adımlar atmakla yükümlü olduğu unutulmasın. Hiç değilse son 2 yılın kaybedilmesinde CHP’nin ayak diremesinin sorumluluğu yadsınamaz. CHP eğer 2 yıl önce “hayır” dediği Kürt Açılımına bugün “evet” deme noktasına gelmişse, 2 yıl boyunca yitirilen canların vebalini de taşıyor demektir. O zamanki CHP yönetimini çözüme zorlamayan medyanın, CHP’lilerin, herkesin, hepimizin boynundadır bu vebal…

İnsan hayatı, hele ki gencecik insanların hayatı söz konusuysa hiçbir zaman geç değil. Şimdi üzerimize sıçrayan kanı temizleyip tarihimizin bu en yeni “vak’a-i hayriye”sine dört elle sarılmalıyız. Çünkü artık ne daha fazla kaybedecek zaman, ne daha fazla kaybedecek can, ne daha fazla kaybedecek umuda tahammülü var bu coğrafyanın…

Sinan Dirlik – Yeni Düzen

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR