Tamam, AKP –bence başka seçeneği kalmadığından- önemli bir adım atıyor. Öcalan’la kapalı kapılar ardındaki görüşmelerden sonra kapı bir miktar aralandı. Tam şeffaf (=saydam) denmese bile kamuoyu Kürt sorununa bulunan çözümformülünün ana çizgileri üstüne iyi kötü bilgilendirildi.
Ardından Kürt milletvekilleri Ahmet Türk ile Ayla Akat Ata İmralı’ya gitti ve Öcalan’la görüştüler.Bugün BDP kanadından bu görüşmenin içeriği hakkında bir açıklama yapılacak. Ne kadarı açıklanır? Bilemeyiz. Açıklandığı kadarıyla bilgileneceğiz.
Ama epey eksik bilgiye rağmen artık günlerin gebe olduğunu, hızlı ve şaşırtıcı gelişmeler yaşayacağımız belli. Şaşırtıcı gelişmeler derken sadece olumlu ve ileriye yönelik adımlardan söz etmiyorum. Zikzaklar çizilecek. Hem AKP, hem CHP ve hem Kürt siyasal hareketinin çizdiği zikzaklara tanık olacağız.
Bunlar doğal ve boş umutlara da, temelsiz umutsuzluklara da kapılmaya yol açmamalı.
Evet, “müzakere” denen ve eninde sonunda uzlaşma ile yürüyecek bir süreçte zikzaklara, yavaşlamalara ya da ölçüsüz hızlanmalara, ileri ve geri adımlara tanık olmamız doğaldır.
Buna karşılık yaygın deyimle provokasyon (=kışkırtma, olumsuza yönlendirici eylemler) sözcüğü ile karşılanan tehlikelere sürecin doğal akışı gözüyle bakamayız.
Savaşın bitmesinden ölümüne korkan kesimler var. Türk milliyetçiliğinin ve ırkçılığının olası bir barışçı gelişmeye karşı öreceği duvarlar var. Kürt milliyetçiliğinin, olası bir barışçıl çözümü bir Kürt ulus devleti kurulmasının önünde bir engel olarak yorumlaması ve o yüzden de baltalamayı yeğlemesi olasılığı var.
Süreci ve olası bir çözümü baltalamanın en kestirme, en denenmiş ve başarıya ulaşmış ve en etkili yolu da malum: Terör. Hangi kanattan geldiği hiç önem taşımayan bir terör dalgası barış umutlarını hemen ve kolayca dinamitleyebilir.
İlk somut adımları bu günlerde atılan ve son aşamasının Kürtlerin, silahlı mücadele yöntemini benimseyen PKK gibi bir örgüte ihtiyaçlarının kalmayacağı bir demokratikleşme olması gereken bir süreçten söz ediyorum ve bu sürecin çok kırılgan, tuzaklarla dolu olduğu, adeta bıçak sırtında yürüyeceği galiba hepimizin ortak yargısı, yorumu, değerlendirmesi.
Pekiiiii…
Bu süreç yaşanırken biz ne yapacağız?
Biz dediğim sen, ben, Türk, Kürt yurttaşlar. Bu kanayan yaranın silahların sustuğu değil, gömüldüğü ve bir daha çıkmasına gerek kalmayacak bir sonuca ulaşmasını isteyen, özleyenbiz…
Soruyu yineleyeceğim: Bu süreç yaşanırken biz ne yapacağız?
Sorunun bizim dışımızda İmralı, Kandil, BDP, devletin sivil ve üniformalı bürokrasisi (ordu ve MİT), hükümet (AKP) ve parlamentodaki muhalefet (CHP) arasında çözüleceğini düşünen ve bize düşenin tribünde oturup gelişmeleri kâh kaygıyla kâh sevinçle izlemek olduğunu sananlar var.
Barışçı bir çözüme ulaşılmasını engellemek, provokasyonlarla süreci baltalamak isteyen güçlerin düşledikleri işte tam da bu?
Tribünde oturup olup biteni izlemek yeniden silahların konuşacağı bir ortama dönmek isteyenlerin önünü açmaktan başka anlam taşımıyor.
Kısaca “süreç” diye nitelediğim gelecek günlerdeki gelişmelerde tribün seyircisi değil, tam tersine çözümün en etkili gücü olmaya çabalamak bir yurttaşlık görevi ve çocuklarımıza bırakacağımız en değerli miras.
Öyle imza kampanyalarından, klavye başı militanlıktan, tweet atmaktan değil milyonluk kitlelere dönüşüp sokakta, dağda, ovada savaş çığırtkanlarının önüne dikilmekten söz ediyorum.
Var mısınız ?
Varsanız hazır olun, süreç boyunca bize, biz sade yurttaşlara çok ihtiyaç olacak.
Hangi taraftan olursa olsun zikzak çizenleri uyarmak, provokatörleri sindirmek, yan çizenleri kepaze etmek, barış için görüşenleri yani görüşmelerde “mış gibi” yapmayan, ayak sürümeyen, sahiden barışı kazanmayı hedefleyenleri yüreklendirmek için bize, tribünde oturmayı onursuzluk sayacak bizlere çok ihtiyaç olacak.
Bir daha: Var mısınız?