Dış Köşe

Tek din: İttihatçı ajandadan çok tehlikeli bir fikir – Ali Topuz

0

“Tek millet, tek bayrak, tek devlet” lafını biliyorduk. “Tek dil demedim” sözü de doğru değil, 26 Aralık 2010’da, Meclis’te söylendi. Bir de “tek din” çıktı. Tek din, “tek ulus, tek dil” gibi, İttihatçıların hedeflediği bir tasarımdır, sanıldığı gibi İslamî bir söylem ya da hedef değil.

Konuşan Başbakan Erdoğan; tarih 5 Mayıs 2012: “Bu terör örgütü uzantıları ikide bir bizim ‘tek dil’ ifadesini kullandığımızdan bahsediyor. Ben dört kırmızı çizgimizin olduğunu söyledim. (…) Tek millet. Tek bayrak. TEK DİN. Tek devlet.”

İktidarın “tek dilci”liği tartışma götürmez. Kürtçenin eğitim-öğretim dili yapılmasına daima ve kesin biçimde karşı çıkanların “tek dilci olmadığı” söylenemez. Söz uçar uygulama kalır: Zorunlu eğitim varsa, bir dilde eğitim-öğretim yoksa, o dilin ölümü sadece kuşak meselesidir. En fazla üç kuşak. Üstelik Başbakan, “Söylemedim” dediği şeyi, 26 Aralık 2010’daki bütçe görüşmeleri sırasında Meclis’te söyledi: “Benim milletimin dili tektir, Türkçedir.”

Neyse. Dil değil, dinden bahsedeceğim. Tek dinden. Tüyler ürpertici bir laf. Dün Taraf dışında hiçbir gazetenin konuya yüz vermemiş olması akıl alır gibi değil.

İSLAMÎ BİR SÖYLEM Mİ?

Şunu öne süreceğim: “Tek din”den kasıt İslam olmasına rağmen, bu söz İslamî değil. İslam, tüm evrensel iddialı (ökünemik) dinler gibi yayılmak ister. Fakat “tek din” İslam olduğunda, teorik olarak başka bir seçim kalmamış, tarih bitmiştir. Tarihin sonlanmasını İslam özel bir biçimde öngörür: Kıyamet. İnancın şartlarından. O gün ve sonrasında artık kimse seçim yapamaz, fakat seçimlerinin sonuçlarını alır. Fani dünya bitmiştir artık.

Buna karşılık İslam “tek din” değil, “üstün din”, “hâkim din” söylemini benimser. Üstün din, İslam’ın tarihi kavrama ve yapma ilkesidir; “teklik”se tarihi bitirme ilkesi. O gün istisnasız herkes “hakikat”i anlayacaktır, fakat daha önce değil.

“Tek”çiliğin kaynağı, “homojen toplum” fikrini esas alan kapitalistik ulus devlettir. Kapitalistik yönetsel akıl, “ana ulus” dahil topraklarındaki tüm ulusların asimile edilmesini öngörür; dil, din dahil, tüm unsurlarıyla. Zorunlu eğitim denilen şeyin kaynağı ve hedefi, saf bir “hümanist aydınlanma” fikrinden çok, asimilasyonla homojenleştirilmiş toplum tasarımına ulaşmadır. Devlet-birey ilişkisinde zorunlu askerlik ve zorunlu vergiden sonraki en önemli, “zor”lu keşiflerden biri, zorunlu eğitim. Asimilasyonist süreç, örneğin resmi dile, Türkçeye bile bu mantıkla müdahale etmiş, onun sadece alfabesine değil, tarihine, söz varlığına, sentaksına ve hatta gramerine bile yeniden şekil vermek istemiş, önemli ölçüde vermiştir de. Tarih ve dil kurumları bu yüzden kuruldu. Bugün el üstünde tutulmalarının da özel bir anlamı var.

ZORUNLU EĞİTİM, ZORLA EĞİTİM

Ulus devletin zorunlu eğitimi, yine fizik zor ya da fikri zora dayalı diğer bir çok aygıtın desteğiyle, dinleri de devletin isterlerine göre saptanan konumu benimsemeye çağırır. Hem dine, hem yurttaşların dinle ilişkisine konum biçilir. Özellikle Türkiye’nin model aldığı kıta Avrupası, onun içinde de özellikle Fransız deneyimi böyledir. Kadim devletler de dinle saf inanca dayalı bir ilişki kurmamış, onu kullanmışsa da, ulus-devletle birlikte köklü bir değişim yaşanmıştır: Artık dinin prensipleri devlete değil, devletin prensipleri dine hareket alanı tayin edecektir. Tabii dindara da. Model budur.

“Tek din”, ulus devletlerin (özellikle sosyalist adı altında kurulmuş olan) bazılarında heves edilmiş “sıfır din” kadar imkânsız bir hedef. İmkânsız ve fakat en az onun kadar tehlikeli. “Hâkim din” teolojik bir yönelimken, “tek din” politik bir yönelim; sıfır din gibi. İlkinde din, politikayı yönlendirmeye çalışır veya çalışmaz; ama ikincide politika muhakkak dini yönlendirmeye çalışır.

ÇEKİŞMELİ BİR İTTİFAK

Tekçi politikalar, Osmanlı’nın son döneminde başlayarak, 1. Dünya Savaşı günlerinde özel ve kanlı bir ivme kazanarak, cumhuriyet döneminde hiç hız kesmeyerek, ağır, acı, kesintisiz ve kararlı biçimde uygulandı. Konumuz açısından, İttihatçı-Kemalist hat, kadim “üstün din” ilkesinden modern “tek din” ilkesine geçişin hattıdır bir bakıma. Müslüman yurttaşların önemli bir bölümünün de Müslüman olsun olmasın diğer azınlıklar gibi bu politikalardan rahatsız olması, İttihatçı-Kemalist hattın çokça söylendiği gibi “dinsizleştirme çabası” içermesiyle ilgisizdir. Rahatsızlığın nedeni devletin hem dine hem de dindara bir yorumu ve ilişki biçimini emretmesidir. Diyanet İşleri Başkanlığı bunun için kuruldu. Fakat “hâkim din”den, “tek din”e geçiş bir ilkenin diğerini yok etmesinden ziyade, bir ilkenin diğerini dönüştürmesi, sentezlemesidir. İki yönlü bir sentez üstelik. Eski hâkim dinin bir devlet onaylı tek yorumunun kalması istenmiştir. Kalan dinler, bilindik ağır ve acılı usullerle “ülkesi ve milletiyle bölünmez bütün”den temizlenmek istenmiştir.

İşte “tek din” lafzı, İttihatçı-Kemalist hattın, yurttaşı kendi tanımladığı bir forma dökmek isteyen hattın bir güncellenişidir. “Muhafazakâr”larla İttihatçı-Kemalist hattın birbirinin mirasçısı olduğunu gösterir. Bir Kemalist kurum olan Diyanet İşleri’nin bugün el üstünde tutulmasının başka izahı yoktur.

Hasılı, “Tek din”, “AK Parti’nin gizli İslamî ajandasını aşikar eden” bir söz değil. TC devletinin açık ajandasını tekrar eden bir söz: Batı tipi asimilasyonist (“Türkçülük”, “milliyetçilik” ve “Atatürk milliyetçiliği” hep bu demek, Kürtçe bu yüzden kabul edilmez) ulus-devletle, Osmanlı tipi paternalist otoriterliğin (her tür muhalefet bu yüzden karalanır, dışlanır, mücrimleştirilir ya da şeytanlaştırılır) bir sentezi.

 

Ali Topuz – Radikal

 

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.