Dış Köşe

Tarihe not – Serdar Akinan

0

Artık ekranlarda göremediğimiz isimleri içinizden bir sayar mısınız?

Nuray, Ece, Banu, Can… Liste uzayıp gidiyor.

Bu listede tahmin edebileceğiniz isimler kadar tanımadığınız muhabirler, kameramanlar, editörler, teknik elemanlar kısacası onlarca işsiz basın emekçisi yer alıyor. Takdir edersiniz ki bu insanlar, bugün çok rahatlıkla son derece etkili bir TV kanalı kuracak güçte.

Medya sermayesinin sorunlu yapısından ötürü bu isimlerin özgür ve bağımsız bir yayınla yığınlara ulaşması ise artık imkansız.

Öte tarafta toplumun neredeyse yarısı mevcut ekranların oto sansürünün farkında. Muhalif seslere de yer açan özgür ve bağımsız bir kanalın ne kadar izleneceği de ortada…

Geçtiğimiz haftalarda bu resme baktım ve bir kanalın nasıl kurulduğunu ve işletildiğini çok iyi bilen biri olarak kolları sıvadım.
Önce reklam dünyasındaki eski dostlara gittim. Böylesi bir ekiple kurulacak ve tüm platformlarda olacak bir kanala ne kadar reklam ve sponsorluk alabileceğimizi araştırdım.

İnanması güç ama hepsi aynı şeyi söyledi, ‘Serdar, normal şartlarda bu ekibe ve böylesi bir kanala her yıl artan oranda en az 10 milyon dolar toplarsın… Ama reklam dünyasına doğrudan müdahale var. En ufak muhalefet yapan bir internet sitesine bile yanlışlıkla kampanya kaydırsak telefonlarımız çalıyor…’

‘Peki en kötü, ölsün ölsün ne toplarız?’ sorusuna aldığım yanıt beni umutlandırdı.

İlk yıl beş milyon TL civarı bir para gelebiliyordu.

Sonra oturup fizibilitemi yaptım. Ekran yüzlerinin para almaması durumunda. Yaklaşık 70 kişiyle ayda 400 bin liraya kanalı döndürüyorduk.

Ve Habertürk’ü kurarken rahmetli Ufuk Güldemir’i bir türlü razı edemediğim bir modeli kaleme aldım.

Açık Radyo benzer bir modeli, dinleyici destek programlarının da sayesinde yıllardır başarıyla sürdürüyordu.

Kurucularının, çalışanlarının ve destekçilerinin emek değerleri oranında paydaşı olacakları bir hisse yapısı tasarladım. İki tip hisse tanımladım. Başlangıçta can suyunu koyacak gazeteci olmayan destekçilere B tipi hisse verdim. Bu hisse sahipleri tüzel kişiliğin etkisiz paydaşı olacaktı. Editoryal, idari ve teknik hiçbir karar üzerinde söz veya etki sahibi olamayacaklardı.

Gazetecilerin de (devir şartları tanımlı) A tipi hisselere sahip olduğu ve yüzde 51 ile yönettiği bir yapı tasarladım.

Son kertede ise bu konuyu gazeteci dostlarıma açmaya başladım… Konuştuklarımın hemen hepsi bu projeye destek verdiler.

İsimleri elbette bende saklı kalacak.

Ardından bizi yayına çıkartacak ekipman, frekans ve lisansı buldum. Uzun pazarlıklar sonucu tüm bu hayati bileşkeyi de bir milyon liraya indirdim.

Bu ekiple ve bu ekipmanla artık sadece bir ay içinde yayına çıkabilecek imkanlara sahiptik…

Habertürk’ü kurarken yaptığımız gibi işadamlarına gittim.

Bunun romantik bir girişim olmadığını, verdikleri paranın en geç iki yıl içinde geri döneceğini. Ötesinde bunun onlar açısından karlı bir iş olduğunu da anlattım.

Sonra ne mi oldu? Elbette çekindiler… ‘Maliye bizi mahveder… Hükümet ipimizi çeker… Valla iki çocuğum var onları düşünmek zorundayım… Silivri’de yatmak istemiyorum… vs.’

Yanıtlar bu minvalde oldu.

Ve ben bu projeyi rafa kaldırdım. Konuştuğum gazeteci dostlarımın çoğu haftalar süren uğraşımın sonucunu da bu yazıyla öğrenmiş oldu.

Diyeceksiniz ki peki neden bu girişimini köşende paylaştın?

Sadece tarihe not düşmek için.

Önümüzdeki süreçte Türkiye’nin konuşabileceği, dinleyebileceği, tartışabileceği böylesi bir mecraya her şeyden çok ihtiyacı olacaktı.

Olmadı…

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.