Dış Köşe

Soma katliamı… Katiller aramızda – Nuray Mert

0

“İnsancıl ile kuramcı meşrep arasındaki; kendi düşüncesine sahip olmaktan başka bir şey istemeyen insanlar ile bütün dünyayı kendi duacılığına indirgemek dışında herhangi bir şeye tahammül edemeyen bilgiçler arasındaki ezeli çelişki. Bir yanda ölçülü temiz ve berrak bir vicdan konuşmaktadır, öte yanda öfkeli bir egemenlik hırsı…” (Stefan Zweig, Vicdan Zorbalığa Karşı Ya da Castellio Calvin’e)

Kapitalizmin vahşetine dair yazılmadık şey kalmadı. O külliyatı yazanların insanlık adına isyanlarını delillendirdirmek için müracaat ettikleri akıl, ardında parlayan pırıl pırıl vicdanı gölgelemiyor.

O vahşetin akılla ve kibarca haklılaştırılması üzerine de bir o kadar geniş bir külliyat var. Onlarsa vahşetin hizmetine sundukları aklın ardından sırıtan gaddarlığı gizleyemiyor.
Önce vicdanımız isyan ediyor

Vahşetin her sureti, her zaman en önce vicdanımızı isyan ettiriyor. Öyle olmalı. Öyle olmalı ki, vahşetin müsebbibi ile kurbanı aynı tartıya konmaya kalkmasın.

Soma’da katliam boyutuna varan faciayı duyduğumda, sürekli kurban alan bir büyük vahşetin, siyasetin gündeminin bunca dışında kalmasına bir kez daha hayıflandım. Ama daha kötüsü kendime yakalandım…

İş kazaları, daha doğrusu cinayetlerine dair son olarak ne zaman yazdığımı hatırlamıyorum bile. İzliyorum, biliyorum, isyan ediyorum ama işte dönüp dolaşıp hep erteliyorum; ben de bu vahşeti siyasetin dışına süpürenlere katılıyorum. Yoksa, sessizce, içten içe, bu meseleyi, ‘modası geçmiş solculuk’ diye siyasetin dışına atanlara mı katıldım? Cinayet benim için de bu denli olağanlaştı mı? Belli ki öyle olmuş.
Adı konmayan cinayet

Aslında, birileri hep seslerini duyurmaya çalışıyor, her yıl iş cinayetlerinde ölenlerin sayısı azalmayıp artıyor. Cinayeti sahiplenen de yok, katili kovalayan da. Ama belli ki artık katillerle yaşamaya alışmışız, her cinayeti en iyi ihtimalle küçük ve sessiz sarsıntılarla geçiştirip yolumuza devam ediyoruz. Büyük sarsıntılara giden yolu döşeyen bu kayıtsızlık, cinayetin olağanlaşması, daha doğrusu adının konmaması!

Daha önce, Soma’da iş koşulları nedeniyle isyan edenlere kulak vermemişiz, daha önemli meselelerimiz varmış. Daha iki hafta önce ana muhalefet partisi, aynı konuda önerge vermiş, Meclis’te reddedilmiş. ‘Ama onlar da zaten Kemalist, o halde konu ne olursa olsun üstünde durmaya değmez’ bulmuşuz. Bilgiçliğimiz, vicdanımıza galebe çalmış. Bilgiçliğimiz sol siyasetin ‘modası geçmiş’ konularına kapalı.
Vicdanımıza susturucu takmamalıydık

Oysa sol siyasetin kör noktalarına karşı çıkmak, vicdanımıza susturucu takmak olmamalıydı. Eskiden ‘Ya sosyalizm, ya barbarlık!’ derdik. Sosyalizm rüyamızın sonu kötü geldiğinde sorunu başka yerde aramalıydık, yolun sonu ‘barbarlığa teslim olmak’ olmamalıydı.

Çok mu duygusal bir yazı? Öyle olmalı, ama bence yeterince değil!

Bırakın, kapitalizmin barbarlığınına dair büyük hikayeyi, bizimkisi bir de ‘kenarın’ kapitalizmi, post kapitalizmi, neo-libaralizmi, artık her neyse! Büyük hikayenin kıyısında kalmış olmanın aceleciliği, kör hırsı, açgözlülüğü; bizim gibi toplumlarda yaşanan fazladan vahşet tablosu bu. Özelleştirmeyle ‘talan alanı’ bulanın, insanlıktan iyice çıkmasının nedeni bu.
Yeraltı zulmünden fazlası

Madenler, bazılarının ‘riski büyük bir iş kolu’ diye geçiştirdiği, çok tanıdık bir yeraltı zulmü. Ama ondan ibaret değil, insan canının daha fazla kar adına hiçe sayıldığı onca iş kolu var.

Dahası, kayda geçmeyen cinayetler var. Mevsimlik işçilerin en ucuz yoldan istiflenerek oradan oraya savrulurken başlarına gelenler ‘trafik terörü’ diye kodlanmış durumda. Çalışma alanlarında yaşanmaz barınaklarda başlarına gelenler ‘talihsiz kazalar’ güya!

Hiç haberdar olmadığımız cinayetler zaten hiçbir tasnife girmiyor. Çoğunu ne duyuyoruz, ne duyduğumuzda duraklıyoruz. Her yıl, gündelikle inşaatlarda çalışan kaç kişinin öldüğünü ve sakatlandığını biliyor muyuz, merak eden var mı?

22 Mart 2009’da, İzmit’te evlere temizliğe giden Sevim Ülgen cam silerken düşüp öldü. Haberi yapan gazetede (Habertürk) ‘Cam silerken 5′inci kattan düşen eşine böyle ağladı’ başlığı altında, aynı evde boyacılık yapan eşin fotoğrafı vardı. Binlerce sayfa yazsanız, cesaret edip bu resme dipnot olamaz.
Cinayete ortaklığımız katliamın yolunu açıyor

Bir katliamın ardından, konuyu dağıttık mı? Hiç değil, konu hep aynı! Kurbanların sayısı artınca, artık duymazdan gelmeyi beceremiyoruz, fark orada. Belki sayıyı artıran, o eşiğe varana kadar sürdürdüğümüz sessizliğimiz, cinayete ortaklığımız katliamın yolunu açıyor.

Ama, her trajik olayla bu denli sert bir sorgulamaya girişirsek yaşamaya devam edemeyiz, değil mi? Değil!

Zaten her trajediyle daima yüz yüze gelmiyoruz ama, bu bahane ile pekala vurdumduymazlaşıyor, arsızlaşıyoruz, insanlığımız eksiliyor. Kurbanlardan bucak bucak kaçıp gittiğimiz yer, katillerin yanıbaşı, sonuçta cinayeti sıradanlaştıran suç ortaklığı.
İçinize siniyorsa yaşamaya devam edin

Bir pahalı araba masrafına denk bir masraftan kaçmak adına can güvenliğine boşveren birine ve sonuçlarından onu sorumlu tutmayan bir diğerine ‘katil’, açgözlülüğün cana mal olan sonucuna ‘cinayet’ demek çok mu abartılı?

İnsana, insanlığa yüklediğiniz anlama bağlı tabii. İçinize siniyorsa, aldırmadan cinayetlere, yaşamaya devam edin aranızdaki katillerle.

Not: İnanılmaz bir ‘tevafuk’ (‘isabetli raslantı’ diyelim); Soma’daki facianın haberini aldığım sırada postamdan üç kitap çıktı.

‘İş Cinayetleri Almanağı 2013’, Adalete Destek Grubu, Umut Yayınları

‘İktidarın Şiddeti/ AKP’li Yıllar, Neoliberalizm ve İslamcı Politikalar’, Simten Coşar, Gamze Yücesan-Özdemir, Metis Yayınları

‘Vicdan Zorbalığa Karşı’, Stefan Zweig, Can Yayınları

İster inanın ister inanmayın, ama mutlaka her üçüne de göz gezdirin.

Nuray Mert – www.diken.com.tr

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.