Siyasette Yeni Bir Dil: Gezi – Zülfü Dicleli

 

Modern kesimlerde karamsarlığın giderek derinleştiği, çaresizlik duygusunun yoğunlaştığı, geleneksel muhalefetin hiçbir şekilde varlık gösteremediği koşullarda gezi bir şimşek gibi çaktı ve bir an için ufku aydınlatıverdi. Şimdi, gezinin bu aydınlığı nasıl sürdürülebilir, gezi siyasette nasıl öne çıkabilir, gezi nasıl kalıcılaşabilir ve en önemlisi diğer kesimlere nasıl yayılabilir gibi sorular tartışılıyor.

Gezi nedir? Direniş, protesto, isyan, kitlesel eylem, eleştiri, pasif direniş; bu terimlerin hiçbiri bu olayları kavramada yeterli olmuyor; tanık olduğumuz olgu bir bakıma bunların hepsini içeriyor, ama olay bunların çok daha fazlası; yeni bir kalite: Gezi!

Gezi yatay bir küresel ağ. Zamanda ve mekânda mobil bir ağ. Yatay iletişim, açık kaynak ve eşit haklı katılım üzerinde yükseliyor. Gezi, merkezsiz, emir-komutasız, kendi kendine örgütlenen karmaşık sosyal ağların sayısız düğüm noktasında çok kesimli, çok fikirli, çok renkli eylemler, değişimler, sosyal inovasyonlar olarak boy atıyor. Gezi, küreselleşen dünyada hayatı değiştirmenin yeni tarzı.

O nedenle geziyi dikey, hiyerarşik ve hegemonik iktidar, devlet, parti vb. yapılarına eklemlemek yolundaki her çaba yıkımdan  başka bir şey getirmeyecektir. Partileşmek, iktidara aday olmak, ülke çapında “örgütlenmek”, olmadı seçimlerde bağımsız adaylar çıkarmak… bunlar gezi için olsa olsa donup kalmanın yolları olur.

“Geziden yeni bir siyaset ortaya çıkar mı” sorusu yanlış bir sorudur, çünkü gezi zaten kendi başına yeni bir siyasettir. Ama gezinin politik hedefi iktidar olmak, iktidar değişikliği sağlamak, yeni bir demokratik iktidar kurmak değil, iktidarı sınırlamak, etkilemek, dönüştürmek olabilir.

Gezinin yaptığı da bu olmadı mı zaten. Başta “sıfır katılım” taraftarı olan hükümete sonunda  referandumu kabul ettirmedi mi? “Katılımcı demokrasi” fikrinin tarihimizde ilk defa fiilen yaşam bulmasının yaratıcısı olmadı mı?

Gezi, hükümetlerin değil politikaların destekçisi ya da karşıtıdır. Seçimlerde de partilere değil, politikalara oy verir veya vermez. Seçim platformları gezinin partilerle müzakere yürütme platformudur. Bu süreçte kendisi de öğrenir, ve değişir ve savunduğu değerler doğrultusunda etkileyebildiklerini destekler ya da desteklemez. Çünkü gezi değer odaklıdır. Özgürlükçü, katılımcı, doğa ve insan merkezlidir. Kendi evrimi içinde bu değerleri daha da zenginleştirir.

Gezinin gücü yumuşak güçtür. Etkisini zor ve şiddet, dayatma yoluyla değil, diyalog ve müzakere yoluyla yaygınlaştırır. Tüm mücadelesi kendisinin dinlenmesi, kendisiyle konuşulması, kendisinin ciddiye alınması içindir.

Ulusal bayramları bile kutlatılmayan ulusalcılar, yaşam tarzları saldırılara hedef olan modernler, özel yaşamlarına kabaca müdahale edilmek istenen kadınlar, betonlaşmanın altında boğulan kentliler, özgürlükleri kısıtlanan demokratlar, yiten doğaya yanan çevreciler, haysiyetleri çiğnenen insanlar… Gezi bunlardan oluşan bir mağdurlar hareketi miydi?

İlk başta belki, ama insanlar gezide bir araya geldiklerinde, sosyal etkileşime ve karşılıklı dayanışmaya girdiklerinde, birbirlerini tanıdıklarında ve direndiklerinde mağduriyet duygusu muazzam bir yapıcı enerjiye, çaresizlik duygusu sevinç ve neşeye dönüştü. Gezi insanları neşeli insanlar, çevrelerine neşe saçtılar ve saçıyorlar. Gezinin bir ruhu var.

Gezi insanları kendi bireysel taleplerini dile getirirken, belki farkında bile olmadan, tüm toplumun özlemlerini ifade ediyorlar. Onlar bu yüzden kendilerini kahraman, kurtarıcı olarak görmüyorlar. Sadece kendi işlerini yapıyorlar, ama bunu yaparken hem kendilerini hem tüm toplumu değiştiriyorlar. İşin büyüsü burada.

Gezinin bir ahlakı var. Gezide sadece bir düğüm noktasını gördüğümüz o muazzam küresel ağdaki eşit haklı ilişkilerden türeyen bir ahlak bu. Tüm insanlarla, tüm geçmiş nesillerle, insanlığını tüm kazanımlarıyla, tüm doğayla kendini bağlı hissetmekten kaynaklanan bir ahlak. Ağlardaki diyalogların derinden gelen ulvi melodisinden beslenen bir ahlak.

Gezinin kesin şiddet karşıtlığı (meydana bakan yüzünde “Gaz Sıkma!”, geziye bakan yüzünde “Taş Atma!” yazan o muhteşem poster mesela), benzersiz kucaklayıcılığı (olaylar sırasında ölen komiserle göstericileri aynı anda birlikte onurlandıran yas törenleri), diyalogculuğu (canlı cansız tüm doğayla ve ayrımsız her kesimden insanla diyalog içinde olması)…

Gezinin yeni siyaseti Türkiye’yi çoktan değiştirmeye başladı bile. Taksim sonrasında gezi farklı alanlara yayıldı. Dört bir köşede düzenlenen forumlarda insanlar birlikte arayışlara giriyor, çevrelerini dönüştürmek için etkinlikler planlıyor.

Geçen hafta cumartesi Kadıköy’deki düzenlenen İklimi Savunmak İçin Harekete Geçiyoruz!” eylemi ardından pazar günü LGBT’lerin Taksim’ e çıkan Onur Yürüyüşü gezinin çok renkli ve çoğulcu bir şekilde yaygınlaşacağını gösterdi.

Önümüzdeki dönemde, ülkemizde değişimin ana akımları olarak Kürt hareketi ile muhafazakâr hareket de ister istemez geziyle etkileşime girecek. Gezinin ağları İslamcı ve Kürt demokratlara uzanacak ve giderek onların renkleri de geziye katılacak.

Gezi kendine katılanı dönüştüren, kendisi sürekli dönüşen ve çevresini sürekli dönüştüren bir potansiyelin adıdır artık.

Ve geleceğin yoludur:

ODTÜ’nün ve daha birçok üniversitenin mezuniyet törenlerinde mezunlar, taşıdıkları o benzersiz yaratıcılıktaki pankartlarla kendilerinin de artık gezi dünyasına yazıldıklarını ilan ettiler. On binlerce abla ve ağabeylerine, hepimize, tüm topluma, bu yolda yürüyecekleri sözünü verdiler. Göğüslerimiz gururla kabarıyor kalplerimiz umutla doluyor.

Gezi sadece bir başlangıç. Ama aynı zamanda herkese paradigmaları değiştirmek, her şeye yeniden başlamak gerektiği mesajını veriyor.

Gezinin doğru yolu bulma mekanizması biricik: ilerlerken tüm çevresinden, toplumdan alacağı geribildirimleri kendi düğüm noktalarında işlemek. Onu sıçratacak olan da bu. Geziye geribildirim vermeye devam!

Zülfü Dicleli – www. kuyerel.org

İLGİLİ HABERLER

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Balık ekmek yemekle olmaz, Marmara’nın suyunu için!-Mehveş Evin

Ne yazık ki müsilaj felaketini balık yemek, denize girmek, denizin yüzeyini temiz görmeye indirgemek, bu büyük ekolojik krizi durdurmanın önündeki en büyük engel.

Marmara Denizi’ndeki kirlilik sorununa bir çözüm: Agroekoloji – Bülent Şık

Agroekolojik yöntemler sulardaki nitrat kirliliğini azaltıcı bir sonuç doğurur ve bu da içme suyu kaynaklarının korunması anlamına gelir.

Örgütlü sessizlik – Arat Dink

Zeki Tekiner, dört ay önce başka bir silahlı saldırıdan şans eseri ölümcül bir yara almadan kurtulmuştu. Vali’yi olayın siyasi boyutu olduğuna ikna edememişlerdi. Dostları Nevşehir’den bir süre uzaklaşmasını istediler. O, “Bana Nevşehirliden zarar gelmez” dedi, kaldı. Su, tanıdık akıyor, değil mi?

Marmara Denizi’ndeki müsilaj kirliliğinde kömürlü termik santrallerin etkisi incelenmeli- Pelin Cengiz

İstediğiniz kadar yüzey temizliği yapın, bir yeri temizlerken diğer taraftan atık devam ediyorsa buna temizlik denir mi?

Marmara’nın ölümü: İstanbul kolera salgınına hazır mı – Bülent Şık

Denizdeki müsilajin kolera salgını getirmesi mümkün. Ama her şeye rağmen devam etmekten ziyade durmayı, onarmayı öne çıkarmalıyız. İnsan, bitki, hayvan ve çevre sağlığını bir bütünün birbiriyle ilişkili parçaları olarak görmeye çalışarak çözümler arayacağız.

EN ÇOK OKUNANLAR