Hafta SonuManşetMetin Erksan Dosyası

Sinema dünyası Metin Erksan’ı anlatıyor

0
Metin Erksan (1929-2012)

Metin Erksan (1929-2012)

Sinema dünyasından insanlara geçen hafta kaybettiğimiz yönetmen Metin Erksan’ı ve onun sinemasını sorduk.

İşte aldığımız yanıtlar.

Derleyen: Gizem Ertürk – Yeşil Gazete



Sadi Çilingir – Sinema Yazarı

Metin Erksan sinemamızın en özgün yönetmenlerinin başında gelir. Sadece “Sevmek Zamanı” bile onun sadece ülkemiz sinemasının değil dünya sinemasının en önemli yönetmenleri arasında sayılmasına yeterlidir. “Sevmek Zamanı” gibi bir film dünya sinemasında dahi bir daha yapılamaz.

 

Alper Turgut – Sinema Yazarı

Metin Erksan, yerli işi sinemanın en büyük kayıplarından biridir, hiç kuşkusuz. Memleket sineması diyemiyorsak hala, o ve onun gibi yetenekli, özgün ve sinema büyüsüne aşık yönetmenlerin küstürülmesindendir. Sansür, sinemaya dair yasaların oluşturulamaması, sektör adına yaşanan olumsuzluklar Metin Erksan’ı yönetmenlik koltuğundan çok erken uzaklaştırdı. Susuz Yaz, Yılanların Öcü, Kuyu’nun yönetmeni en üretken yaşında, ustalık çağında filmlerden elini çekti.

Hayır, elbette unutmadım. Sevmek Zamanı nasıl unutulabilir? Selvi Boylum Al Yazmalım iyi bir aşk filmidir ama Sevmek Zamanı, sevgi filmlerimizin en güzeli ve en özelidir, o bir doruktur. Akad, Güney, Yılmaz, Kavur, Refiğ ve son olarak Erksan… Sinemamızın eskiye dair tüm renkleri soluyor artık. Doğal olarak yeni bir kuşak geldi sonradan, ardından da günümüz yönetmenleri… Metin Erksan’ın yokluğunda türlerin sayısı arttı, vasatı aşan yapımlar kotarıldı ancak onun eksikliği hep hissedildi. Dün Sevmek Zamanı’nı tekrar izledim, ben sana değil resmine aşık oldum dedi yine adam. Evet, gişeye ve üne değil, 7. sanat sinemaya aşık olan yönetmenler çoğaldıkça, Metin Erksan’ı daha iyi anlayacak gelecekteki sinemacılar, çünkü o kolay olanı değil zor olanı seçti, film çekmeyi değil sinema yapmayı tercih etti.

 

Yeşim Tabak – Sinema Yazarı

Yeşilçam’ın hatırası, her şeyden çok bir tür ‘emekçilik’le romantize edilir. Kısa zamanda çok iş çıkarmaya, anlık pratik çözümler ve ödünlerle “olduğu kadar…” diyerek yol almaya dair bir beceriyi kast ederiz bununla. Veya sanatçıyı esnaftan, işçiden, ‘Hababam Sınıfı’ öğrencisinden ayırmayan, Türk işi bir ‘bitirim’liği. Metin Erksan sineması deyince ise, bu topraklarda az rastlanan (iddiası sebebiyle de tepki çeken) kaygılar ve arzular gelir aklıma: Mükemmeliyetçilik, orijinal / yeni olma arayışı, insanları şaşırtma cesareti, ‘gerçeküstü’ne ve şiirsel olana övgü, setteki aksiyonla sınırlı kalmayıp ‘düşünme’ye dayalı uzun bir ön hazırlık sürecinde sarf edilen, başka türlü bir emek… Erksan iyi ki vardı. Sinema tarihimizdeki özgün yeri, ‘avangard’a ilgi duyan (özellikle de kendisinden sonraki kuşaklardan) seyirci için tutunacak bir dal, bir ilham kaynağı oldu daima. Onun bir feminist olduğunu iddia edecek değilim ama, kadın karakterleri anlama çabasıyla da Türk sinema tarihinde ilginç bir yerde duruyor Metin Erksan.

Bana kalırsa en iyi filmi, zorlamasız bir minimalizmle neredeyse masalsı bir hava taşıyan ‘Kuyu’dur. En sevdiklerim ise, tuhaf ‘olmamışlıklarıyla birlikte, ‘Sevmek Zamanı’ ve ‘Kadın Hamlet’.

 

Selim Güneş – Yönetmen

“Susuz Yaz”, “Sevmek Zamanı”, “Yılanların Öcü” ve “Kuyu” gibi filmlerin yönetmeni Metin Erksan için bir sinemacı olarak ayrıca içim sızladı. Daha önce bir röportajımda da söylemiştim; beni en çok etkileyen yönetmendir diye…

Metin Erksan’ın, bir sinemacının her şeyden önce sorumluluk sahibi olması gerektiğini söylediği bir röportajını hatırlıyorum. Bu yaklaşımı, onu neden usta bir sinemacı olarak tanıdığımızın cevabıdır.

Benim en çok etkilendiğim üç filmi “Sevmek Zamanı”, “Kuyu” ve “Dokuz Dağın Efesi”dir. Dokuz Dağın Efesi’nin etkisinin filmi izlediğim dönemle ilgisi olduğunu düşünüyorum. Dönem itibariyle beni etkileyen şeyin ise Fikret Hakan olduğunu sanıyorum. Fikret Hakan benim çocukluğumun kahraman oyuncusudur…

Ama “Kuyu” ve “Sevmek Zamanı” ise, ben de böyle filmler çekmek istiyorum dediğim filmlerdir. Ve her ikisinin de yarattığı duygular çok güçlüdür. Benim için sinema, her şeyden çok “sinema duygusu”dur. Ayrıca her iki filmin de sinematografisi çok etkileyicidir. Özellikle “Kuyu”nun…

 

Hasan Tolga Pulat – Yönetmen

Ben hep çok sevdim Türk filmlerini… İsteyen istediği kadar burun kıvırsın benim için hep çok değerlidir, güzel olduğunuz kadar küstahsınız da cümlesi.

Yeşilçamın o melodram dünyası, bütün samimiliği, naifliği, umudu, siyah ve beyazın keskin ayrımı bir masal anlatırdı bana. Sinema okuluna girdiğimde Türk sinemasının başka bir yönünü farkettim.  Bu dünyada Ömer Lütfi Akad, Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney, Metin Erksan gibi yönetmenlerin sinemalarıyla tanışmaya başladım.  O zamana kadar Türk sinemasından dinlediğim masalların çok dışındaydı bu yönetmenlerin sineması.  Bu yönetmenlerin hikayelerine mesafeli bakış açıları, gerçekçi ve sert üslupları, anti kahramanları, mutsuz sonları hayatın daha somut bir izdüşümünü yaşattı bana.  Daha olgun bir fikir dünyası yaratmaya başlamıştı zihnimde. Çocukluğumun naif dünyasından çıkartarak; zorlu, tekinsiz bir dünyanın varlığından haberdar etmişti beni.

Büyümeye başladım bu filmler sayesinde. Bu büyük sinemacıları tek tek kaybetmeye başladığımızda bir kuşağı da kaybetmeye başladık. Kendi görsel, işitsel dünyalarını Türk sinemasına ve seyircisine hiç yadırgatmadan kabul ettirebilmiş bir kuşağı da kaybetmeye başladık. Bu insanlar sadece sinemacı değil kendi toplumunu ve çağını çok iyi anlamış çok iyi anlatmış filozoflardı.

Bu filozoflardan belki de en sonuncusu olan Metin Erksan’ın ölüm haberini duyduğumda Türk sinemasının evrimleşmesine büyük katkısı olmuş bu kuşağın artık kapandığını bilmek içimi acıttı. Keşke daha fazla film çekseydi, keşke o filmlerden birinde olabilseydim hayallerimin de bitmesi üzdü beni. Aklıma hemen İzmir’de Gezici Film Festivali kapsamında izlediğim Susuz Yaz filmi geldi. Son derece gerçek olan öyküsü toplumun bütün reflekslerini gözlerimizin önüne seriyordu. Gencecik Hülya Koçyiğit’in henüz ilk oyunculuğunda belki de bir daha kariyeri boyunca asla yakalayamadığı o gerçekçi performansa şahit olmak, Erol Taş’ı başrolde izlemenin haklı gururunu yaşamak, dünyanın sert, çıkarcı ve acımasız atmosferini Anadolu insanı üzerinden evrensel çıkarımlara ulaştırabilmek filmi unutulmazlarım arasına sokmuştu. Festivalden çıktığımda gördüğüm çoğu Türk filminden farklı olan bu filmin beni önce şaşırttığını sonra da heyecanlandırdığını hatırlıyorum. Sevmek Zamanı’ndaki o soğuk, mesafeli, yer yer gerceküstü bile olan bir öykünün değme moladramlar kadar beni etkileyen bir aşk hikayesine dönüşmesinin nedeni; Metin Erksan’in modern sinema diliyle, klasik sinema kalıpları arasındaki uyumu son derece başarıyla dengelemesiydi. “Kuyu” filminin fantastik evreni, ürkütücü, tedirgin edici atmosferi bir Türk filminden çok Avrupa filmlerini andırıyordu. Türk sinemasının bütün kalıplarını kırarak, Türk seyircisinin bütün alışkanlıklarını değiştirip dönüştürerek, özgünlüklerini her zaman koruyacak bir kuşağın son temsilcilerinden bu büyük ustayı kaybetmiş olmak her zaman Türk sinemasının hissedeceği bir öksüzlük duygusu yaratacaktır.

 

Nizam Eren – Sinema Projeleri ve İletişim Danışmanı

Çocuksanız, izlediğiniz ve etkisinde kaldığınız bir filmin oyuncularını anımsarsınız da, o oyuncuları taklit edersiniz de, her karesi gözünüzün önünden gitmez de, müziğini mırıldarsınız da, mahallenin her çocuğuna ballandıra ballandıra anlatırsınız ya hani, işte o filmleri ‘biri’ yönetmiştir  aslında ve siz büyüyünce ayırdına varırsınız bunun.

Metin Erksan bu filmlerin en iyilerini yapmıştır işte. Hani o çocukluğunuz da ki sizi etkileyen filmlerin yönetmenidir kendisi.  Mezun olan binlerce sinema öğrencisinin olmak istediği adam.

Çok okuyan, çok araştıran, aykırı ve denenmemişi deneyen, bir çok ilke imza atan adam olarak bildik kendisini. Biz onu “30 yıldır da sinema yapmayan adam” olarak bildik.

Yılanların Öcü zamanın sansürüne takıldı. Susuz yaz sansüre takıldı. Yaptığı her iş bir şekilde makaslandı. Bakın size ne anlatacağım: Metin Erksan, 1963 de, Necati Cumali’nin SUSUZ YAZ adlı romanını sinemaya uyarladı. Film, sansür kurulunun festivale katılmasına izin vermemesine karşın, (KAÇAK OLARAK) Berlin’e gitti ve Altın Ayı ödülünü kazandı.

(İlk kararda yurt dışına gitme hakkı bulunan film, festivale katılma izni isteyince kurul tekrar toplanıp ‘Türkiye’yi kötü gösterdiği’ gerekçesiyle filmin festivale katılımını yasaklıyorlar.)

Film, buna rağmen kaçak yollardan Berlin’e ulaşır ve bilindiği gibi en büyük ödül olan Altın Ayı’ı alır. Alınca yurda dönen ekibe Kültür Bakanlığı sanki kendisi yasaklamamış gibi bir kutlama kokteyli verir. Kokteyl ile yetinmeyip Erol Taş’a , Metin Erksan’a ve Hülya Koçyiğit’e ödüller de verir.

Herkes O’nun neden 53 yaşından bu yana sinema yapmadığını merak etti. 53 yaşından beri, yani tam 30 yıldır film yapmıyor.

İşte böyle bir adamdı Metin Erksan. Işığın bol olsun…

Şimdi filmlerini tekrar izleme ve Metin Erksan’ı tekrar SEVME ZAMANI!

(Yeşil Gazete)

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.