Hafta SonuManşet

[Yaşadım Diyebilmek] Küçük Dünyalar – Şahin Tekgündüz

0

Yıl 1964… Üniversiteli arkadaşlarla kurduğumuz Sinema Tiyatro Derneği ve Sinema Tiyatro Dergisi üç yıl önce kapanmış, kimi arkadaşlar okulu bitirip iş yaşamına atılmış, kimi Ankara’dan ayrılmış; ama içimizdeki sinema tutkusu sönmemiş. Hâlâ yaşantımıza anlam katan iki temel konu var: Sinemayla yatıyor, tiyatroyla kalkıyoruz.

TRT haber merkezindeki ilk aylarım. En yakın dostum Nihat Asyalı ile hâlâ o günleri yaşıyoruz. Gazetelerden, Birsel Film’in bir senaryo yarışması açtığını öğreniyoruz. Kazanan senaryo, Metin Erksan tarafından filme çekilecek. Jüride Metin Erksan, Semih Tuğrul, Nijat Özön, G. Scagnomillo, Tuncan Okan, Özdemir Birsel, Mahmut Tali Öngören. Bu haber, yarıda kalan tutkumuzun tatmini için fırsat gibi geliyor ve Nihat’la katılmaya karar veriyoruz. Akşamları bizim evde bir araya gelip sabahlara kadar senaryo yazıyoruz. Kızım Daha bir yaşını doldurmamış kızımın ve karımın haklı huysuzluklarına rağmen bir buçuk ay sonunda senaryo çıkıyor ortaya. Adı ‘Küçük Dünyalar’. Temel izlek, bir yıl önce ABD ile SSCB arasında patlak veren ve 3. Dünya Savaşı’nın çıkmasına ramak kala sona eren Küba krizinin yarattığı gerilim.

Senaryoda, Dünyanın yaşadığı Küba kriziyle birlikte değişik kesimlerden insanların yaşadığı güncel krizler paralel kurgularla anlatılıyor ve yağmurlu bir Ankara gecesinde hepsi de doruk noktalarda iken, birer birer sona eriyor. ABD’nin batırma tehdidi altındaki SSCB donanması füze başlıklarını Küba’ya teslim edemeden geri dönüyor; spekülatör Asım Bey kriz yüzünden kaybetmek üzere olduğu dolarlarını kurtarıyor; kızı Nergis evlenmek zorunda bırakıldığı bankacı sözlüsünden kurtuluyor; ikizi Hayrünisa ile kavga ettiği için evi terk eden yaşlı Fahrünisa beklenmedik bir anda eve dönüyor; işçi Ali’nin karısı ölümcül bir doğumda erkek çocuk sahibi oluyor ve genç gazeteci Şahap nihayet sevgilisi Bilge’ye aşkını ilan ediyor. Sabahın ilk ışıkları, yağmurdan ıslanmış Eylül Sokağı’nı aydınlatırken Dünya kriziyle birlikte bu küçük dünyalardan oluşan krizler bitiyor, yeni bir hayat başlıyor.

Senaryoyu Birsel Film’e göndermeden önce Ankara’da, sinema konusundaki uzman Nijat Özön’e veriyorum. Özön senaryoyu birkaç ayrıntı dışında olağanüstü iyi ve ustaca bulduğunu, özellikle paralel anlatımlarda çok başarılı olduğumuzu söylüyor. Ondan da aldığımız cesaretle Küçük Dünyalar’ı özenli bir şekilde daktilo adip ciltledikten sonra Birsel Film’e gönderiyoruz.

Yarışma sonuçlanmadan, jüri üyelerinin görüşlerini almak üzere dayanamayıp İstanbul’a gidiyorum. İlk ziyaret ettiğim Semih Tuğrul, çizgili okul defterlerine kurşun kalemle yazılmış birkaç hikâyeyi göstererek gelen ilk ciddi senaryonun bizimki olduğunu söylüyor. Tuncan Okan ve G. Scagnomillo da benzer şeyler söylüyorlar ve filmi çekecek olan Metin Erksan’la görüşmemi öneriyorlar.

Ertesi gün Metin Erksan’ın Yeşilçam’daki işyerindeyim. Yüksek tavanlı binanın kocaman kapısından ürkek adımlarla geniş bir salona giriyorum. Ortada tripot üzerindeki Arriflex kamera, meydan okurcasına bakıyor bana. Kameranın arkasındaki masada mini etekli genç bir sekreter. Çekinerek Metin Bey’le görüşmeye geldiğimi söylüyorum. Sekreterin haber vermesiyle, açık duran kapıdan alaycı biraz öfkeli bir ses yükseliyor. “Gelsin gelsin bakalım Ankaralı Şahin Bey!”

Metin Erksan’ı ilk kez görüyorum. Mağrur ve kasıntılı bir edayla, ayağa kalkmadan ve elimi sıkmadan, masasının önündeki deri koltuğu gösterip oturmamı istiyor. Peşinden de, hoşgeldin bile demeden, küçümser ifadeyle açık kapıdan görünen kamerayı işaret edip,

 “Bak delikanlı Arriflex orada, al götür, oldu olacak yazdığın senaryonun filmini de çekiver” diyor. Övgü beklerken, hiç ummadığım bir durum karşısında şaşkınlığımı kolay kolay atamıyorum üzerimden. Sonra, benim aşağıdan aldığım bir tartışmaya giriyoruz. O, bizim haddimiz olmadan yazdığımızın çekim senaryosu olduğunu ve yönetmene yapacak bir şey bırakmadığını söylüyor. Bense, senaryoyu bu ayrıntıda yazmamızın nedeninin, çekimi öngörmek değil, anlatmak ve duyurmak istediklerimizi yönetmene aktarabilmek olduğunu söylemeye çalışıyorum. Bir türlü anlaşamıyoruz, sonunda masadaki bir dosyayı bana uzatıp,

“İşte bak, senaryo böyle yazılır Şahin Bey kardeşim” diyor. Dosyada, Yılmaz Kuzguncuk adını taşıyan 50-60 sayfalık bir tretman var. Göz ucuyla bazı başlıkları okuyorum. Belgrad Ormanları’nda yaşanan bir aşk ve cinayet öyküsü anlatılıyor. Erksan daha sonra bizim yazdığımız senaryonun çekilse bile gişe yapmayacağını ve hiçbir yapımcının da böyle bir film için para harcamayacağını söylüyor ve

“Şahin Bey, emek verip yazmışınız, elinize sağlık ama, yazık etmişsiniz kardeşim. Yeşilçam’da işler böyle dönmüyor, ben sizi bir sete göndereyim de sinema nasıl yapılır görün. Aslında bizim sizin gibi kabiliyetlere ihtiyacımız çok ama, sinema gerçeğini anlamalısınız, ayaklarınız yer tutmalı” diyor. Sonra da bir yerlere telefon edip, Arnavutköy’de çekimi süren ‘Galatalı Fatma’ filminin setine alınmamı sağlıyor.

Soğuk bir kış akşamı. Arnavutköy’deki harap bir konağın girişinde, Semih Evin’in sahildeki kahvede Erol Taş’la tavla oynadığını oraya gitmem gerektiğini söylüyorlar. Çayımı yudumlarken tavla partisinin bitmesini bekliyorum. Erol Taş partiyi kaybedip çay paralarını ödüyor. Birlikte harabe konağa çıkıyoruz. Dışarının soğuğuna inat, cehennem gibi sıcak bir oda. Sacları kızarmış kocaman bir soba. Sobanın yanındaki koltukta Fatma Girik oturuyor. Mini eteği bacaklarının birleştiği yere kadar kısa. Makyaj yaptırıyor. Karşısındaki divanda Mualla Sürer birileriyle pişti oynuyor. Bana da sobanın yakınında bir sandalye veriyorlar. Bir yandan orada bulunmamı kendime bile izah edememekten duyduğum sıkıntı, bir yandan çekingenliğimden üzerimden çıkaramadığım paltom, bir yandan odanın cehennemî sıcağı, bir yandan da Fatma Girik’in, gözlerimi kaçırmama rağmen, bakmamayı başaramadığım çıplak bacakları… Kısa sürede kan ter içinde kalıyorum.

Neyse ki bu işkence çok sürmüyor. Konağın gıcırdayan merdivenlerinden üst kattaki sete çıkıyoruz. Çekim başlıyor. Sonradan yönetmen yardımcısı olduğunu öğrendiğim bir delikanlı, elinde çiziktirilmekten okunamaz hâle gelmiş kâğıtlarla ortalıkta dolaşıyor ve yönetmen sordukça onlara bakıp bir şeyler söylüyor. Sonra da Semih Evin oyunculara ve kameramana talimatlar vermeye başlıyor. Mualla Sürer elindeki gemici fenerini konağın penceresinden sallayarak, boğazdan geçen kaçakçı teknesine işaret verirken Fatma Girik de zulada onu izliyor. Derme çatma imkânlarla ve hababam usulüyle çekildiğini gördüğüm bu planın en az birkaç kez tekrarlanmasını bekliyorum, ama ne mümkün. Derhal bir başka plana geçiliyor. O plan da bir seferde çekiliveriyor. Her şey mükemmel. Gecenin bir saatinde bu gecekondu film setinden, Yeşilçam gerçeğini bir kez daha anlamış olarak düş kırıklığı içinde ayrılıyorum.

Aylar geçiyor, İstanbul’dan hiçbir ses çıkmıyor. Metin Erksan, Yılmaz Kuzguncuk’a ait o senaryonun filmini yapıyor mu, yapmıyor mu anımsamıyorum. Gel zaman git zaman, yıllar sonra, 1978’de yakın dostum Bedrettin Cömert’e Küçük Dünyalar’dan söz ediyorum. Senaryoyu okuyor ve çok beğeniyor. Evrensel bir temanın ustaca işlendiğini ve çok başarılı olduğunu söylüyor. İtalya sanat çevreleri ve Cinecitta ile ilişkileri var. Onların büyük olasılıkla bu senaryonun filmini yapacaklarını söylüyor ve İtalyancaya çevirmesi için eşi Maria Augusto’ya veriyor. Fakat heyhat. Birkaç ay sonra Bedrettin, ayak tırnağının kiri bile olamayacak birtakım yaratıklar tarafından katlediliyor ve senaryonun bendeki son kopyası onda kalıyor.

80’li yılların ortaları. Sami Şekeroğlu’nun odasındayım. Metin Erksan da var. Ben geçmişte yaşadığımız olayı anlatıyorum. Hatırlıyor, “Biliyor musunuz, o senaryoyu hâlâ saklıyorum. Filmini yapmamız mümkün değildi, Özdemir’i de beni de batırırdı, ama iyi bir senaryoydu” diyor. Bende bir tek kopyasının kalmadığını, bir fotokopisini çektirmek için alıp alamayacağımı soruyorum. Evini yeni taşıdığı için sandıkları daha açamadığını, ilerde bulabilirse Sami Bey’e vereceğini söylüyor. Fakat ne ben onu arayıp soruyorum ne o beni. Küçük dünyalarımızda yaşamaya devam ederken çekip gidiyor bütün güzel insanlar…

 

 

 

Şahin Tekgündüz

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.