Dış Köşe

Şeytan kaçtı içimize – Güven Gürkan Öztan

0

Kadim uygarlıkların birçoğunda içinde bulunduğu toplumun norm ve uygunluk kalıpları dışında şaşırtıcı, yadırgatıcı ve tuhaf davranışlar sergileyenlerin ruhunun şeytan tarafından zapt edildiğini düşünülürdü. O yüzden içine “şeytan kaçmış” bedeni “profesyonel” müdahaleler ile sağaltmak başlı başına seyirlik bir ritüeldi. Bu törenler onu izleyenler için ibretlik bir hikâyeye dönüştürülürdü. Neticede egzorsizm / “şeytan çıkarma” işlemi, ya tuhaf davranışlar sergileyeni “terbiye” eder ya da onu kurtarma adına öldürürdü. Okültizmden anladığı varsayılanın “şeytana” teslim olmuşu hizaya getirme, ıslah etme, olmadı bedensel varlığına son verme operasyonları çoğu kez fiziksel zoru içinde barındırırdı. Toplumun genelinin “refahı” için ayrıksı olan reva görülen işkenceler ve çeşitli bedensel eza verme işlemleri, modern devlet ile bir başka anlama büründü.

Muktedirler, toplumsal muhalefeti “şeytan” tarafından kandırılmış yığınlar olarak sınıflandırmaya ve toplumun uysal çoğunluğundan tecrit etmeye çalıştı. “Şeytan” kimi zaman dinden sapmanın adı, “vatana ihaneti” teşvik edenin sıfatı ya da başkaldıran “haddini bilmezin” eylemliliğiydi. O “şeytan”ı içimizden çıkarma sevdalısı iktidarlar çocukları, emekçileri, gencecik insanları katletti, bugün de katletmeye devam ediyor.

A’dan Z’ye faşizm

31 Mayıs’ta Gezi Direnişi’nin yıldönümünde müstebitleşen iktidara yanlış yoldasın demek isteyenlerin içindeki “şeytanı” çıkarmak adına “A’dan Z’ye” faşizmin tüm araçları seferber edildi; “gereği” yapıldı. Devlet şiddetinin her türlüsünü tecrübe etmiş insanların coğrafyası burası malum. Bu ülkede polis şiddetinin nelere mal olduğunu ezbere bilecek kadar deneyimliyiz.

Ancak tecrübe ettiğimiz son iki 1 Mayıs’ta ve bu 31 Mayıs’ta gittikçe kendini geliştiren bir ceberut devlet organizasyonu ve para-militer stepneleriyle yüz yüze geliyoruz. Otoriter rejimlerin uyguladığı stratejiler (yakın örnek; Çin hükümetinin Tiananmen meydanındaki anmayı engelleme pratiği) AKP tarafından da aynen buraya uyarlanıyor. Öncelikle polis kuvvetleri, sadece eylemlerin gerçekleşeceği değil eylemleri besleyebilecek ya da oraya akılabilecek tüm alanları kapatıyorlar. Bir başka ifadeyle çeperlerini polisin koruduğu “steril” bölgeler yaratıp, içerisini neredeyse bedeli ödenerek giren özel alanlara dönüştürüyorlar. Bu bildiğimiz anlamıyla kamuya ait alanın bizatihi kamuyu kapatılarak muktedirce işgali anlamına geliyor.

Anma ya da protesto etmek için çıktığınız yolda kolektif eylemin belirlenmiş mekânına ulaşmadan sizi tedhiş etmek, güvenlik kuvvetlerinin ana stratejisi. Tam da bu doğrultuda Gezi’nin yıldönümünde üzerine sokak sokak çalışılmış polis saldırı stratejisini hatırlatmak elzem. Zira polisin stratejisi ve muhalefete bakış açısı, aslında doğrudan AKP’nin siyaset yapma biçiminin mikro ölçekteki uzantısı. İlk olarak muhalefete gözdağı verme taktiğinin bir parçası olarak kontrollü enformasyon yayma hamlesini görüyoruz. Şu kadar polis, şu kadar TOMA biçiminde başlayan liste “bilgi verme” üzerinden korkutmanın ilk adımı. Burada hedef kitle tüm toplum. İkincisi; eylem alanına giden istikametlerde polis, TOMA ve benzeri araçları (31 Mayıs’ta iş makineleri de devreye sokuldu) sıralamak. Tam bu noktada amaçlanan, eylem alanı çevresinde gezinenleri terörize etmek. Özellikle muhalif eylemliliği gönülden destekleyen ancak vücut olarak orada yer almayacak olanları endişelendirmek. Yol boyunca lakayt ve fakat saldırıya hazır tavırlarıyla bekleyen polislerin, devletin sadece cismi değil sembolik iktidarını da yeniden üretmek gibi bir fonksiyonu var. AKP iktidarı aynı stratejiyi “istikrarı koruma” teması üzerinden yürüttüğü tehdit ve korku siyaseti aracılığıyla da uyguluyor çoktandır. 31 Mayıs’ta dikkat çeken bir başka şeyse sivil polislerin çokluğu ve baskın görünürlüğüydü. Bir örnek çantaları ve içlerine sığ(dırıl)mayan copları ile “çocuklar gibi şendiler”. “Ne de olsa bir yaz günü kafileler ile geçeceklerdi” Beyoğlu’ndan ve hınçlarını çıkaracaklardı genç bedenlerden. Sivil polislerin “sivilliğinin” gözden kaybolması, bir ihmal ya da özensizlik ürünü değil bizatihi gözümüze sokulmak istenen varlıklarıydı. Bunun bahsettiğim korku siyaseti ile doğrudan bir ilişkisi olduğu muhakkak ama operasyonel bir yanı da var. Şöyle ki, anonimleşen halleriyle saldırganlıkları teşhise kapalı ve aralarına para-militer grupları almaya çok açık bir kompozisyona sahiptiler.

Her yeri “Gezi” yapmak

31 Mayıs için Taksim’de olmanın önemini yazanlardanım ve orada polis şiddetinden payımı birçok dost gibi ziyadesiyle aldım; hiçbir pişmanlık da yaşamıyorum. İktidarın uyguladığı kuşatmaya rağmen hiç de azımsanmayacak böylesine bir kitlenin mobilize olmasının güçlü bir irade beyanı olduğunu düşünüyorum. Ancak bu noktadan sonra (ki benzerini 1 Mayıs’ı takiben de yazmıştım) hem iktidarın polis marifetiyle uyguladığı yöntemleri başarısız kılmanın yollarını düşünmek hem de muhalefete katılım kanallarını genişletmek acil bir gereklilik. Toplumsal muhalefetin önünde özetle iki temel seçenek var. İlki; ağırlıklı olarak meydanlarda, sokaklarda protesto eylemlerini sürdürerek polise karşı fiziken/bedenen direnmeye devam etmek. Bu yöntem tek başına uygulandığında “etkin edilgenlik” sarmalına düşmek ve bu sebeple toplumsal muhalefetin gün geçtikçe güç kaybetme ihtimalini göze almak kaçınılmaz. Otoriter AKP iktidarına karşı muhalefetle gönül bağı kuran kitleyi yitirme riskini almaya yol açabilecek bir tutumun bence hiçbirimize pratik faydası yok. İkinci seçenek, eylem repertuarını genişletip direnişi kılcallaştırmak; bir başka deyişle “her yer Taksim her yer direniş” ifadesinin tam karşılığını vermek: “her yeri Gezi yapmak”. Buradan Gezi’yi tekrarlama çabasını değil, temsil ettiği değerleri içeren pratikleri yoğunlaştırmayı kastediyorum.

Eş anlı ya da peşi sıra eylemlilikler organize ederek, politik katılım kanallarını açacak ve aynı zamanda kamuoyunda dikkat çekecek bir siyasi aksiyon yelpazesi planlamak, muhalefetin dinamizmine yeni bir ruh katar. Berkin’in vurulduğu 16 Haziran’da yoksul mahallelerde ekmek ve Berkin’in fotoğrafını beraber dağıtmak, meydanlarda bilye oynamak, çocuklara Berkin için uçurtma şenliği düzenlemek, polis karakolları önünde çocuk katili yazan balonlar uçurmak, Taksim ya da Okmeydanı’ndaki bir eylemden daha etkili bir politik eylem olmaz mı? Her bir eylem alanını sadece eylemciler ile değil; eylem sahasının kullanıcıları tarafından sahiplenildiği, hatta buradaki üretilene katılmak amacıyla politik bir arzunun canlandırıldığı eylemler silsilesini ajandaya kaydetmek hedefimiz olmalı.

Politik eylemin protesto ve kolektif ret ile sınırlı olmadığı bizzat Gezi’deki gibi alternatif inşa edilerek emsal gösterildiği katılımcı bir atmosferin toplumsal muhalefetin öznelerince dayanışma çerçevesinde kurulması tek çıkar yol gibi. Militarist metaforlardan uzaklaşmadan çoğulcu ve özgürlükçü bir siyaseti tahayyül etmek mümkün değil. Geleceği bugünden inşa eden mekanizmalarını tartışırken hem merkezi iktidarı işlevsizleştirme yöntemleri hem de alternatifi, güç ilişkilerine indirgemeyen yeni birlikte yapıp etme biçimleri üzerine konsantre olmak bizi yeni bir ortaklık zeminine taşıyacak.

Güven Gürkan Öztan –  Birgün

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.