15-20 Mayıs günlerini pek hoş bir vesile ile Marsilya ve Aix-en-Provence’da geçirdik. 1960-80 yılları arasında Güney Fransa’nın bu güzide ve müstesna yöresinde lisans ya da doktora yapmış gençler, ortalama 35-40 yıl sonra üniversite kentine geri döndüler. Nostaljinin her türlüsü yaşanırken, kentlerin ve bizim nasıl değiştiğimizi olay yerinde somut örneklerle saptadık.
Marsilya aslında Fransa topraklarında bir kent ama, Fransa’nın geri kalan kısmından çok farklı. Mesela Parisliler “Marsilya’nın en büyük sorunu Marsilyalılar” diye bir söz icat etmişlerdir. Marsilya, Fransa’nın en Arap kenti. Şivesi, yaşam zevki, dağınıklığı, mafyaperver halleri, balık çorbası, sabunları, adaları, Akdeniz’i, velhasıl her şeyi ile Marsilya galiba biraz leb-i derya bir Diyarbakır. Özellikle aykırılığı sayesinde…
Bu gezinin renklerini bilahare ayrıntılı ve görüntülü olarak ekrana aktaracağım. Şimdi Hollande’ın seçim zaferinin hemen ardından ve yeni hükümetin kurulduğu günlerdeki siyasî muhabbetlere geliyorum.
Fransa, Marsilya dahil, hâlâ çok siyasî bir ülke. “Politique politicienne” dedikleri, siyasî liderlerin sıradan politik manevraları bile, kahve sohbetlerini, gazete sayfalarını, televizyon ekranlarını süslüyor. Ekrandaki politika tartışmaları lise münazaralarına benziyor. Herkes aynı anda konuşuyor. Ama Fransa’da hâlâ, yumuşak da olsa, liberal filan da olsa güçlü —yüzde 51.6— bir sol var. Ayrıca aşırı sağ yüzde 18’e yükselirken, solun solu tabir edilen komünist-küresellik karşıtı sol cephe de yüzde 10’a yükseldi.
Marsilya bizim zamanımızda sosyalistti. Efsane Belediye Başkanı Gaston Defferre, partinin de önemli bir adamıydı. Sosyalist Parti, ki aslında bizde olsa adı Sosyal Demokrat Parti olurdu, uzun yıllar muhalefette kalıp kendini özletiyor, sonra da iktidara gelip kimi zaman toplumu, ülkeyi büyük ölçüde değiştirecek işler yapabiliyor. 10 Mayıs 1981’de Mitterrand iktidara geldikten sonra, ki yine en az yirmi senedir muhalefette idiler, idam cezasının kaldırılmasından kürtajın serbestleştirilmesine kadar çok farklı alanlarda, özellikle toplumsal ve kültürel dünyada, solcu ya da solcumsu işler başarmışlardı. François Hollande, aslında tam bir Mitterrand çocuğu. Zaten eski eşi Segolène Royal ile Mitterrand’ın yakın çalışma arkadaşlarıydılar.
Ama şimdi Fransa’da hiç kimse, yeni cumhurbaşkanı François Hollande’dan adaşı Mitterrand’ın 1981 sonrası yaptıklarını yapmasını beklemiyor. Dönem farklı, adamlar çok farklı. Mitterrand kırk yılın kurduydu. Hollande henüz çaylak. Mitterrand, Sakin Güç idi. Hollande sadece sakin. İkinci turu az bir farkla kazanan Hollande’ın haziran ortasında yapılacak genel seçimlerden büyük bir başarıyla çıkamaması halinde, geçmişte de uygulanmış olan sağ-sol “cohabitation” döneminde (solcu cumhurbaşkanı ile sağcı başbakanın birlikte yönetimi) çuvallama riski olduğu genel kabul gören bir kanaat.
“Hollande mı kazandı, yoksa Sarko mu kaybetti?” en sık sorulan soru. Ve bu soruya en sık verilen yanıt da “Sarko kaybetti”. Gerçekten de seçildiği günden Elysée Sarayı’ndan ayrıldığı güne kadar, tüm hiperaktivitesine rağmen, sevimsiz, gösteriş düşkünü, herkesi aşağılayan, zenginlerle dostluğunu matah bir şeymiş gibi her fırsatta teşhir eden, eşini, bebeğini, Vatikan’ı, kol saatini bile siyasî çıkarları için kullanan Sarko’ya karşı Hollande, kampanyanın ilk günü “ben normal bir cumhurbaşkanı olacağım” demişti. Tercümesi de “Sarko anormal bir başkan”.
Sarko, bizim yakından tanıdığımız birisine de benziyor. Fransız başkan, Tarım Fuarı’nda kendisini hafifçe eleştiren bir yurttaşa “pis gariban, defol git buradan” demişti. “Ananı da al git”in Fransızcası.
Sarko, Obama ya da Merkel’in sırtına binip bir yerlere çıkmaya çalışıyordu. Bizimkinin dışişleri o kadar mahir ve geniş olmadığı için 70 milyonun sırtına binip bir yerlere çıkmaya çalışıyor.
Sarko, “yenilirsem politikayı bırakırım” demişti. Bırakmışa benzer. Bizimki de her seçim kampanyasında “yenilirsem bırakırım” diyor. İşin kötü yanı, Kılıçdaroğlu Hollande’a hiç benzemiyor. Bir de Türkiye’de Sosyalist Parti yok…
Kıyaslamanın sonu yok. İyi niyetli dileklerin sonu var.
Sarko’nun tek faullü yanı kısa boyu olsaydı keşke.
Kırk yıldır Fransa’da yaşayan bir arkadaşımdan alıntı:
“Cüce gitti darısı…”