Counterpunch.org sitesinde Vanessa H. Larson imzasıyla yayımlanan yazıyı, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Müşerref Bayraktaroğlu‘nun çevirisiyle sunuyoruz.
***
33 yaşındaki Amerikalı Sarai Sierra’nın cesedi, 2 Şubat’ta, tek başına çıktığı Türkiye seyahati esnasında ortadan kayboluşundan 12 gün sonra, İstanbul’da, Marmara kıyısı boyunca uzanan, turistlerin ilgisini çeken başlıca mekanlardan, 9. Yüzyıl Bizans dönemine ait şehir duvarlarının yakınında bulundu.
Cinayetin ayrıntıları halen araştırılmakta. Türk yetkililer amatör fotoğrafçı turistin, kafasına aldığı bir taş darbesiyle öldürüldüğünü tespit etti.
İstanbul’da yaşayan Amerikalı bir kadın olarak, Sierra’nın esrarengiz kayboluşunu ve korkunç ölümünü, korku, empati ve tam bir sorumluluk duygusuyla takip ettim. Onun trajik ölümü sadece Atlantik’in iki yakasındaki kadınları üzmekle kalmadı, aynı zamanda, Amerikalı olmanın ayrıcalığı ve değerine vurgunun yanı sıra, Türkiye’deki kadına karşı şiddet problemine dikkat çekti.
Haber Türkiye’de ve Birleşmiş Milletler’de tüm medyatik yayınlarda ilk sırayı aldı ve spekülasyonlar medyada geniş yer buldu. Birleşmiş Milletler’de konuya ilişkin yorumlar, turistik bir yer olarak Türkiye’de, kadınların yalnız başına seyahat etmesinin güvenli olup olmadığı tartışması hakkında idi. Medyadaki haberler dahi duyarlı değil, bu haber sitelerindeki yorumlar Türkiye ve Müslümanlara karşı cehalet ve önyargının ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. ( “Bir Orta Doğu ülkesinde tek başına seyahat ederken ne düşünüyordu ki?!” gibi düşünceler çoğunlukta)
Olay özellikle sarsıcı, çünkü hırsızlar (kısa bir süre önce benim daireme de girenler dahil) ve cüzi miktarda soygunculuğa rağmen, İstanbul oldukça güvenli bir şehir. 13 milyondan fazla insanın yaşadığı bir metropol için, şiddet suçları oranı çok düşük, öyle ki İstanbul’daki cinayet oranı New York’takinden çok daha düşük. İstanbul’da yaşadığım altı yıl boyunca kişisel güvenliğimden, bir cinayete kurban gitmekten ya da vurulmaktan, Washington ve New York’ta olduğumdakinden çok daha az endişe duydum. Sierra cinayetinin ardından, İstanbul’daki Türkler ve yabancılar tarafından bu şehir ve ülke hakkında dehşet verici ve hatta bazı yabancı medya kaynakları tarafından da tehlikeli bir portre çizildi.
İstatistikler ne söylerse söylesin, İstanbul’da yaşayan yabancılar, özellikle de kadınlar olayla derinden sarsıldı, çünkü durum benzer bir başka olayı hatırlattı: iki çocuk annesi genç bir Amerikalı kadın, İstanbul’da tek başına seyahati sırasında, şehrin merkezinde, günün en kalabalık saatlerinde ortadan kayboldu. Nasıl kayboldu? Benzer bir olay bizden birinin başına gelseydi? O gece cesedinin bulunduğu haberi twitter da hemen yayıldı ve yakın bir Amerikalı arkadaşımı aradım ve neredeyse ağlıyordum. Türkiye’deyken beni birkaç defa ziyaret eden, politik gösterilerde polisten biber gazı yediğimde ya da bir Birleşmiş Milletler temsilciliğinde bomba patladığında dahi fazla panik olmayan ailem, yıllardır kullandıklarından daha güçlü ifadelerle dikkatli olmam için beni uyararak üzüldüklerini belirttiler.
Aynı zamanda, Türkiye’de kimse, Sierra’nın ulusal kimliği sayesinde kamuda geniş yer tutmasının faydasını ve yapılan araştırmaların fazla maliyetini gözden kaçırmadı. Türkiye bölgede Birleşmiş Milletler dostu bir ülke ve Amerikalı turistler için gözde bir yer, öyle ki yetkililer aramadık-bakmadık yer bırakmadı. FBI ile yapılan ortak çalışmalar ışığında, İstanbul polisi, dosya ile ilgili şaşılacak sayıda, 260 kişilik bir grubu, görevlendirerek bazı caddelerdeki 500 güvenlik kamerasından binlerce saatlik görüntüleri analiz etmek için özel bir birim kurdu. Bu arada, ülkenin ulusal havayolu şirketi Türk Hava Yolları, Sierra’nın cenazesini Amerika’ya ücretsiz göndermeyi kabul etti.
İstanbul ‘da bir kadının ortadan kaybolması ve öldürülmesinin yanında, hizmetçi olarak çalışan Endonezyalı ya da Moldovyalı bir kadının ortadan kaybolması ya da ölümü bu kadar dikkat çeker miydi? Ne yazık ki bu sorunun cevabı hayır. Türkiye, kurbanlarının çoğunun fakir ülkelerden olduğu organ kaçakçılığının yaygın olduğu bir ülke olduğu kadar, seks ticareti için de hem bir hedef bölge hem de bir geçiş noktası. Türkiye yakınlarını Kaybetmiş Aileler Derneği başkanı Zafer Özbilici, Doğan haber ajansına son verdiği demeçte, son 20 senedir, 26’sı Somali’den olmak üzere 90 yabancı vatandaşın kaybolduğunu söyledi.
Üzücüdür ki, Sierra Türkiye’de son beş yılda öldürülen ilk yabancı kadın değil. 2008’de Pippa Bacca olarak bilinen, gelinliği ile barışa çağrıda bulunmak için, İtalya’dan Filistin topraklarına otostop yaparak seyahat eden İtalyan turist Giuseppina Pasqualino Marineo , Gebze yakınlarında tecavüze uğradı ve öldürüldü.
Peki ya her yıl hayatları ellerinden alınan birçok Türk kadın? Kamuoyunda geniş yankı uyandıran Sierrra ve Bicca cinayetleri çok fazla dikkat çekerken, onlar son yıllarda Türkiye’de kadına karşı artan şiddetin birer örneği olarak onları rahatsız eden eşlerinden boşanamıyorlar bile. Türkiye’deki kadın cinayetleri 2002 ve 2009 yılları arasında, 1126 kadının kurban edilmesiyle, şok edici bir oranla %1400 arttı. Sierra ve Bacca’nın tersine, bu kadınların büyük bir çoğunluğu polisin yeterli korumayı sağlamadığı aile içi şiddetin bir parçası ya da ailenin tasvip ettiği namus cinayeti olarak, şimdiki ya da eski eşleri tarafından öldürüldü. 2010 senesinden bu yana cinayetlerin büyük oranda azalmasına rağmen ( tüm ülkede 165 kadın öldürüldü) cinsel şiddete dayalı daha büyük bir resim ortaya çıktı: 2009’da yapılan bir araştırmaya göre, Türk kadınlarının %42 si erkek partnerleri tarafından fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kaldıklarını söyledi.
Bir Amerikalının kaybolması ve öldürülmesi polisin, Türkiye’de aile içi şiddet ve kayıp olaylarına oranla çok daha sıkı çalışmasına sebep olmasının yanında bir paranoyanın çıkmasına da sebep oldu.
Sierra kaybolduktan sonra, Türk medya kurumları, Sierra’nın Türkiye’de bulunma sebeplerine dair, bir ajan olduğu ya da bir suç şebekesinin üyesi olduğu gibi sayısız iddia ortaya attılar. Kısacası, en az bir büyük gazetenin web sitesinde, Sierra’nın kayboluşuyla Ankara’da 1 Şubat’ta Birleşmiş Milletler konsolosluğunda meydana gelen, yasadışı DHKP-C örgütünün bir terör saldırısı olduğu şüphe götürmeyen patlama arasında bir ilişki olduğu iddiası ortaya atıldı.
Bir masaj merkezinde yarı zamanlı çalışan ve daha önce Amerika’dan hiç ayrılmamış bir kadının Amerikan istihbarat ajanı olduğu iddiası tamamen gülünç olurken, bunun Amerika’nın (özellikle de CIA gibi kuruluşların) Türkiye’deki gücü ve erişimi olarak algılanması gibi iddialar ortaya atıldı. Sierra’nın cesedi bulunduktan ve otopsi yapıldıktan sonra, İstanbul emniyet müdürü yerel gazetecilerin onun ajan olduğuna dair hiçbir delil bulunmadığı dair ifadelerini doğrulamak zorunda kaldı.
Sierra’nın ölümüyle ilgili hala cevaplanmamış sorular var, fakat gerçek ne olursa olsun, bu, ülkesinden çok uzakta, birçok kadının şiddete maruz kaldığı bir ülkenin talihsiz koşullarında hayatını kaybeden genç bir kadının hikayesinin hazin sonudur. Hem Türkiye hem de Birleşmiş Milletler’deki gözlemciler sorunlara daha geniş açıdan bakarak ve Sierra cinayetini meşhur bir dava yapmayarak onun anısına saygı göstermelidir.
Yeşil Gazete için çeviren: Müşerref Bayraktaroğlu
Yazının özgün hali (ingilizce) için tıklayınız
(Counterpunch.org, Yeşil Gazete)