Hafta SonuManşet

Saint Paul Yolu’nun düşündürdükleri: Felakete değil yaşama yürüyün!

0
Saint Paul Yolu üzerinde çoban ve koyunları

Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin en önemli tarihi yollarından biri olan Saint Paul Yolu, etrafında açılmış onlarca mermer ocağının yarattığı tahribatla gündeme geldi.

Saint Paul Yolu üzerinde çoban ve koyunları

Aziz Paul olarak da bilinen tarihi yol, Antalya’nın doğusundaki Perge antik kentinden başlayıp, Isparta’nın Sütçüler ilçesinin Sağrak köyünde Adada antik kentiyle birleşerek Yalvaç ilçesinde son buluyor. 500 km’lik tarihi yol Antik Roma yolları, patikalar ve ormanlardan geçiyor. Hıristiyanlar için kutsal sayılan yol 2004’te Kate Clow, Terry Richardson ve yerel halkın çabalarıyla işaretlenmişti. O günden bu yana gittikçe artan sayıda yerli ve yabancı turistin yürüdüğü Saint Paul Yolu, Clow’un kurucusu olduğu Kültür Rotaları Derneği’nin (2012) çabalarıyla koruma altında.

Mermer ocakları etrafı pıtrak gibi sardı…

Ancak bu koruma kalkanı bir yere kadar işleyebiliyor. Nitekim yaklaşık 3000 nüfuslu Sütçüler’de hâlihazırda faaliyette olan 40 mermer ocağı tarihi yolun içinden geçtiği toprakların altını üstüne getirmiş durumda. Daha da fenası geçen ay itibariyle ruhsat alan mermer ocağı sayısı 115’e çıkmış[1]. Böylece Kültür Rotaları Derneği’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere ilgili makamlarla birlikte yaptığı tarihi sit alanlarının korunması çalışmaları baltalanmış oluyor. Sadece Türkiye için değil dünya için de önemli bir ekoturizm ve kültür turizmi rotasının heba edilmesi söz konusu.

Sütçüler ilçesinde mermere feda edilen bir orman parçası. Beyaz alanlar mermer ocağı çalışmalarının yapıldığı yerler.

Sütçüler’de yaşayan halk da durumdan şikâyetçi. Sütçülerliler Dayanışma Platformu Başkanı Mehmet Yılmaz geçtiğimiz hafta mecliste görüşülen OHAL dönemi torba yasasında yer alan ÇED sürecine dair 54. maddeye dikkati çekiyor.  Kanun tasarısında eğer ÇED “üç ay içinde bitirilmezse çevresel etki değerlendirmesi ve diğer izin başvuruları ile ilgili olumlu karar verilmiş sayılır ve genel müdürlük tarafından buna göre işlem yapılır” ibaresi var.

Bu akıllara zarar madde, Yılmaz’ın da belirttiği gibi mermer ocağı sahipleriyle anlaşan memurların işi bürokratik olarak uzatmasına imkân veriyor. Bu ocaklar için 100 hektarı geçmemek kaydıyla izin almak zaten çok kolay. Şirketler izin verilen maksimum sınırın hemen altında büyüklükteki toprakları çevirip faaliyete başlıyor. Toprakları, su varlıkları ve havaları kirlenen, ormanları katledilen insanların ise bu faaliyetleri yargıya taşımak için ekonomik imkânı yok. Sonuç bir biri ardına açılan mermer ocaklarının delik deşik ettiği bir doğa ve kültür mirası.

OHAL’le birlikte büyüyen doğal ve kültürel miras yıkımları

Tabi bütün bunlar ne sadece Sütçüler’e has, ne de tek sorun mermer ocakları. OHAL’in ilk yılı içinde yapılan yatırımların çevreye etkisini denetleyen mevcut yasa değiştirilerek, nükleer, hidroelektrik ve termik santraller ve altyapı projelerinin çevreye zarar verebilmesinin önü iyice açıldı. OHAL’in ilk yılında karara bağlanan ÇED raporu sayısı 445 olurken, hepsi yatırımcı lehine sonuçlandı[2]. Neyse ki madde 54’ün geri çekilmesi için yapılan muhalefet sonucunda hükümet geçtiğimiz günlerde maddeyi geri çekti. Ancak bu kazanıma rağmen hukuk tanımaz şirketler ve onlara yardımcı olan belediyeler yıkıcı faaliyetlerine tam gaz devam ettiğini unutmamak gerekiyor.

Antalya Alakır Nehri üzerinde yapılan HES’lere karşı çıktıkları ve 60 km’lik bir nehir üzerinden 8 HES projesinden 2’sini durdurmayı başardıkları için suları gasp edilerek cezalandırılan ve bir damla suya muhtaç bırakılan, evlerinin dibinde gece yarısı havaya ateş açılan, tehdit almadan güne başlayamayan doğa ve yaşam savunucuları aynı topraklarda yaşıyor.

Geçtiğimiz sene tam da bu zamanlarda Antalya’nın Finike ilçesinde doğaya zarar veren taş ve mermer ocaklarına karşı yürüttükleri mücadele yüzünden katledilen Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çifti de aynı topraklarda yaşıyorlardı.

Geçtiğimiz günlerde 300 metre yükseklikteki ormanlık alanda kayaların oyulmasıyla yüzlerce yıl önce inşa edilen Sümela Manastırı’nı (Trabzon) restore ettiğini iddia ederek, kayaları patlatanlar da bu ülkenin yetkilileri. Trabzon Valisi Yücel Yavuz “Dinamitle ve herhangi bir patlatma yapılmıyor” derken yapılan video çekimlerinde basbayağı da ‘patlatma’ yapıldığı ve çevreye sesle birlikte duman yayıldığı görülüyordu[3].

Ilısu Barajı’nın sular altında bırakacağı Batman’a bağlı Hasankeyf antik kentindeki geçtiğimiz ay 3000 mağaranın oyulmuş olduğu kayaları patlatanlar da aynı ülkenin yetkilileri.

Sadece doğa ve kültür katliamının değil çevreci cinayetlerinin arttığı Türkiye’de bu mücadele her geçen gün daha da çetinleşiyor. Tarihi yolları taşı, toprağı, deresi, gölü, ormanı, mağarası, tarihi kalıntısı ve bugünkü insanlarıyla bir bütün olarak korumak her zamankinden büyük önem taşıyor.

Tarihi yolları korumak için uluslar arası adımlar atıldı

Avrupa Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti tarafından finanse edilen Sivil Toplum Diyaloğu Programı kapsamında sunulan ‘Avrupa’dan Türkiye’ye Yürüyüş’ projesi 2016 yılında hibe aldı.

Proje Kültür Rotaları Derneği tarafından Avrupa Via Francigena Birliği (EAVF) ortaklığında, Antalya Demre Belediyesi, Bursa İnegöl Belediyesi ve Isparta Eğirdir Belediyesi iştirakçiliğinde Şubat 2016’dan bu yana süren proje kapsamında Avrupa Konseyi’nin Kültür Rotaları Enstitüsü’nde temsil edilen en köklü yürüyüş rotalarından olan ve İngiltere’de başlayıp, İsviçre ve Fransa üzerinden geçerek İtalya’nın Bari kentinde sonlanan Via Francigena yürüyüş rotası, Balkanlar üzerinden Türkiye’ye uzatılacak[4]. Bu projeyle birlikte tarihi yollarımızın korunması için gereken önemli bir adım atılmış oldu.

Ancak bu tek başına yeterli olmayacak. Zira bakanlıkları ve kurumları çelişki içindeki bir devletin bir şeyi onarırken, başka bir şeyi yok ettiğine sıkça şahit oluyoruz.

Tarihi yollara sahip çıkmak geleceğimize sahip çıkmak demek

İş her zamanki gibi başa düşüyor. Baş derken sizin, benim ve sokaktaki vatandaşın başından bahsediyorum. Hatta “sadece başa değil, ayağa da düşüyor” diyorum.

Rebecca Solnit’in ne dediğini hatırlatalım. “Yürümek dış mekânda, yani kamusal alanda bulunmak demektir ve eski kentlerdeki kamusal alanlar da terk edilerek erozyona uğramakta, evden dışarı çıkmayı gerektirmeyen teknoloji ve hizmetler nedeniyle gözden düşmekte ve birçok yerde korkuyla anılmaktadırlar (üstelik bilinmeyen yerler tanıdık olanlardan hep daha korkutucudur; yani kentler, içlerinde yürünmediği ölçüde ürkütücü görünürler ve yürüyenlerin sayısı azaldıkça da gerçekten daha boş ve tehlikeli hale gelirler)”[5].

Likya Yolu’nda yürüyenler

Türkiye bağlamında düşündüğümüzde Solnit’in açıklamasına bir ekleme yapmak gerekiyor. Tarihi yollarımız içlerinde yürünmediği ölçüde mermer, taş ve kum ocağı, madencilik, enerji, ulaşım ve kentleşme projelerine teslim ediliyor. Yolların insanları bu projeler yüzünden yaşam kaynaklarından mahrum edilip göçe zorlanıyor. Yollar halklarından koparılıp insansızlaştırılıyor. Bu projelerin ömrü dolduktan sonra ise hepimizi büyük bir enkaz bekliyor.

Bundan altı sene önce Mayıs ayının çiçekleriyle bezeli Santiago Yolu’nu (Camino de Santiago) yürüdüğüm o iki haftayı anımsıyorum.  8 farklı rotada yürünebilen bu haç yolunda Fransız Yolu’nu tercih etmiştim. Fransa’daki St. Jean liman kasabasından başlayıp İspanya’nın kuzeybatısındaki Santiago de Compostela kentinde biten yaklaşık 800 km’lik bir yoldu bu. Tek başıma çıktığım bu yolculukta amacım kendimle ve doğayla baş başa kalmaktı. Yürüdüğüm ilk iki gün ayaklarım ağrırken, üçüncü günden itibaren bacaklarımın adeta kanatlanmaya başladığını hissettim.

Camino de Santiago yolunda yolun sembolü sarı renkli istridyeyi yön işaretleriyle birlikte her yerde görmek mümkün (Fotoğraf: Akgün İlhan)

Gün boyunca 20 ila 40 km arası yürüyor, geceleri rüyalarımda yine yoldaki çiçekleri, ağaçları, toprağın dokusunu, köyleri, evleri, köy meydanlarını ve kahvehanelerini yeniden yaşıyordum. Yol içime nüfuz ediyor, içimde kaydını tuttuğum başka yollarla birleşiyor beni kendime götürüyordu.

Yolculuğa başlamadan önce hesaba katamadığım şey ise yolda karşılaşacağım insanlardı. Dünyanın dört bir yanından gelmiş, günlük yaşamın kargaşasına “dur” deyip kendini yola atmış yüzlerce insanla tanıştım. Kimisiyle iki haftaya yayılan, kimisiyle de bir mola sırasında paylaşılan bir kahvenin içimi süresinde sohbetler ettim. Kimi susmaya, kimi konuşmaya gelmiş insanlarla bir ailenin parçası oldum. Sadece kendime değil diğerlerine de yaklaştım. Aile bağlarımızı geçtiğimiz yollarla kurduk.

Orta Çağ’da sadece dini amaçlarla yürünen bir milenyum yaşındaki bu yol her sene 300 bin insana ve bir o kadar farklı düşünceye kucak açtığını düşündükçe sadece yolda gördüğüm insanlarla değil, önceden yürüyenlerle de bir bağ kurduğumu hissettim. İnsanlık ailesini geçmişten geleceğe taşıyan Santiago Yolu’nu onu henüz görmemiş dostlara ve tanıdıklara da anlattım. Yola dair içimdekileri dışımdakilere böyle aktardım.

Camino de Santiago yolu üzerinde (Fotoğraf: Akgün İlhan)

Peki, Türkiye’de böyle kalıcı ve derin deneyimler yaşayabileceğimiz 17 tane rota belirlenmişken bunlar neden korunmaz? Santiago Yolu 1993’te UNESCO İnsanlık Mirası listesine girerken,  yolun varış noktası olan Santiago de Compostela kenti de 2000 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçildi. Bu, rota üzerinde yaşayan insanlar için de İspanya için de, hem kısa hem de uzun vadede sanayiden çok daha fazla getirisi olan bir ekoturizm ve kültür turizmi uygulaması. Türkiye için bu örnekten alınacak çok ders var.

Türkiye’nin ilk uzun mesafeli yürüyüş rotası Likya Yolu; 820 kilometrelik mesafesiyle Türkiye’nin en uzun mesafeli trekking rotası Karia Yolu; Ankara, Afyonkarahisar, Eskişehir ve Kütahya arasındaki antik yerleşim yerlerini birbirine bağlayan Frig Yolu ve Şanlıurfa’dan Filistin’in El Halil kentine kadar devam eden 1100km’lik Hz. İbrahim Yolu Türkiye’deki tarihi yollardan sadece bir kaçı[6]. Bunların korunması demek geçmişle birlikte geleceğimizin de korunması demek.

Clow, Saint Paul Yolu’nun korunması için Sütçüler’deki Çukurca köyünde muhtarla verilen ortak çabalar sonucu iki taş ocağının açılışını durdurduklarını anlatıyor. Yerelde hepimizin insanlık mirasının korumacılığını üstlenen bu insanlara destek olmak için bu yollarda yürümek gerekiyor.

Haydi yürüyün!

İlerlemek için ihtiyacınız olan şey tekerlekli demir kutular değil, sağlam bir çift ayakkabı. En güvenli ulaşım aracı ayakkabılar Camino de Santiago yolu üzerindeki hostellerin avlusunda çıkarılır ve dinlenmeye bırakılır. (Fotoğraf: Akgün İlhan)

Evet, destek olmak için en iyi bildiğimiz şeyi yapabilir, yürüyebiliriz. Solnit’in de dediği gibi evden dışarı çıkmayı gerektirmeyen teknoloji ve hizmetler nedeniyle gözden düşmekte olan yürümeye hala başlamadıysanız, vakit kaybetmeden yeniden başlayın. “Yeniden” demem sebepsiz değil.

Bebekken attığınız ilk adımlar bağımsızlığınızın ilk ilanıydı. Bırakıldığınız yerde değil, olmak istediğiniz yere yürüdüğünüzde kendi dünyanızı değiştirmeye başlamıştınız.

Şehrin beton kutularından çıkın, yürüyün. Beton kutulardan, demir kutulara binmeden uzaklaşın. Ayaklarınızın üzerinde, yere değerek, yerle bütünleşerek yürüyün. Önce şehrin sokaklarında mahalle aralarında, sonra ormanlarda, dağlarda, dere kenarlarında yürüyün.

Yürüdükçe hem kendinize, hem doğaya ve insanlık ailesine yakınlaşın, bütüne eklenip büyüyün. Birlikte yürüdükçe sadece kendi dünyamızı değil ortak dünyamızı da değiştireceğimizi bilerek yürüyün.

Son notlar

[1] Pınar Tarcan (23 Ekim 2017). Saint Paul Haç Yoluna Mermer Döşediler. Bianet. https://bianet.org/bianet/ekoloji/190847-saint-paul-hac-yoluna-mermer-dosediler

[2] Demokrasi İçin Birlik (DİB) Platformu (2017). Demokrasi Enkaz Altında.  http://sendika62.org/2017/07/demokrasi-icin-birlik-demokrasi-enkaz-altinda-ohal-kaldirilsin/

[3] KOS Medya (28 Ekim 2017). Vali’nin Sümela’da ‘yapılmıyor’ dediği dinamit patlaması görüntülendi. http://www.kuzeyormanlari.org/2017/10/28/valinin-sumelada-yapilmiyor-dedigi-dinamit-patlamasi-goruntulendi/

[4] ‘Avrupa’dan Türkiye’ye Yürüyoruz’ Projesi (11 Şubat 2016). http://trekkinginturkey.com/uncategorized/avrupadan-turkiyeye-yuruyoruz-projesi/

[5] Rebecca Solnit (2000). Yol Aşkı: Yürümenin Tarihi. Encore Yayınları: İstanbul (Sayfa 29).

[6] Türkiye’deki tarih, kültür ve doğa rotalarıyla ilgili daha fazla bilgi için bakınız Kültür Rotaları Derneği. http://cultureroutesinturkey.com/tr/

 

 

Akgün İlhan

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.