Türkiye’de yapılan 12 Eylül Anayasa referandumu, yakın tarihimizdeki en belirgin kırılma noktası ve en keskin yarılma hattı olarak kayıtlara geçti.
Daha önce karşılaşılmış diğer tartışma ve ayrışma konularından farklı olarak (belirgin bir ideolojik ayrışmayı gerektiren gözle görünür konular içermediği düşünülse bile)12 Eylül referandumundaki kırılma noktaları, Türkiye siyasetinin özellikle sol yanında yaşanan durum açısından hayli dikkat çekici oldu. Bu süreç içinde referanduma ‘Evet’ diyerek tercihini ifade eden solun bir kesimi, ağır ve ölçüsüz karalamaların, ötekileştirmenin hedefi haline getirildi.
12 Eylül referandumu ile yapılan değişikliklerin neler olduğu ve sonuçları iki yıldan fazla bir süredir tartışıldığı için, bunları yeniden tartışmaya açmak, şimdi çok da gerekli değil artık. Ancak, referandumda belirgin olarak ortaya çıkan en önemli sonucun, toplumun büyük bir kesiminin değişimden yana gösterdiği irade olduğunu bir kez daha hatırlatmakta da yarar var.
Belki de referandumun sonuçları ile ilgili tartışılması gereken en önemli nokta bu değişim iradesidir. Çünkü referandum ile ortaya konulan değişim yönündeki toplumsal irade, yeni değişim süreçlerinin de önemli bir gücü olarak değerlendirilirse, bugün olup biten birçok şey hakkında daha anlamlı bir değerlendirme yapmak mümkün olabilir.
Referandum ve Müzakere Masası
Bugün Devletin kendi Kürtleri ile masaya oturmuş olması ve oturulan masadan iyi bir sonucun elde edilebilmesi, büyük oranda toplumsal değişim ihtiyacına yönelik iradenin güçlü olmasına bağlıdır.
Yasalarda yapılan revizyonların ve bürokratik yapıdaki kısmi değişikliklerin tek başına müzakere ve barış sürecine ilişkin güçlü bir zemin yaratmaya yetmeyeceği açıktır. Ayrıca baskıcı, gerici 12 Eylül Anayasası ve Devletin temel paradigmaları da müzakere masasından olumlu bir sonuç ile kalkılması yönündeki diğer büyük engellerdir.
Bugüne kadar, Devletin temel paradigmalarının ve 12 Eylül yasalarının baskıcı, tekçi uygulamaları ile şekillenen toplumsal algılar sayesinde, demokratik çözüm olanakları bloke edilmiş; ortaya çıkan toplumsal hezeyanlar ile çeşitli korkular üretilmiş, bu korkuları besleyecek politikalar uygulanmış ve Kürt sorununun barışçı yollarla çözülmesinin önü bugüne kadar başarılı bir şekilde tıkanmıştır.
Bugün gelinen noktada ise toplumsal değişim ihtiyacı toplumun her kesiminde (birbirinden farklı gerekçelerle olsa da) belirgin olarak kendini göstermektedir. Bugünkü değişim ihtiyacının yakın geçmişte iradi olarak ortaya konulmuş en belirgin örneği 12 Eylül referandumunda ortaya çıkan ‘Evet’ tercihi oldu. İşte bu nedenle, bugün sürdürülmekte olan müzakere ve barış süreci ile 12 Eylül referandumunu bir biri ile ilişkili toplumsal/siyasal olgular şeklinde ele almak gerekir. Çünkü birinin gelişimi, diğerinin (öncekinin) başarısına bağlı olmuştur. 12 Eylül referandumunun sonuçlarını bu açıdan da değerlendirmek gerekir.
Bu noktada, Türkiye solu için en önemli tartışma konusu, hiç kuşkusuz ortaya konulan değişim iradesinin Türkiye’de bir bütün olarak demokratikleşme hedefine doğru yönlendirilebilmesi için takınılacak tutum olacaktır.
Bugünkü müzakere ve çözüm sürecinin de demokratikleşme hedefine doğru yönlendirilebilmesi her şeyden önce Türkiye’de demokrasiden yana olan sol/sosyalist kesimin tutumuna, bu tutumu cesur ve güçlü bir şekilde ifade edebilmesine bağlıdır.
Müzakere ve barış sürecinin demokratikleşme hedefine yönelebilmesini sağlamak için Türkiye solunun kendisi ile statükocu güçler arasına belirgin bir mesafe koymasını, eski devlet kurumlarının ve hatta giderek eski devlet yasalarının savunucusu durumuna düşmemesini gerektirmektedir.
Türkiye solu yeni süreçte 12 Eylül referandumunda akıl almaz bir şekilde ortaya koymuş olduğu ‘Hayır’ tavrı gibi hareket etmemeli, Devlet sınıfının yanında yer alma tercihinden vaz geçmelidir. Çünkü müzakere ve barış sürecinin Türkiye’de demokrasinin yerleşmesine sağlayacağı katkı ve bu sürecin başarısı, demokrasiden yana olan güçlerin bu süreçteki tutumuna bağlıdır. Yeni, demokratik ve adil bir anayasanın oluşmasına katkı sağlamayan bir tutumun demokratikleşmeye katkı sağlaması mümkün değildir. Böyle bir katkı da statükocu güçlerle yan yana durularak sağlanamaz. Demokratikleşmenin gerçekleştirilebilmesi açısından solun tercihi, 12 Eylül referandumunda olduğu gibi bugün de önemlidir.
Türkiye solu, 12 Eylül referandumunda yapamadığını bu defa yapmayı başarmalı ve Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda sola duyulan ihtiyaca göre hareket etmelidir.
Barış Sürecinden Yeni Anayasaya
Bir süredir devam eden müzakere ve barış sürecinde BDP güçlü bir aktör.
BDP’nin süreç içindeki tutumu, Türkiye solu tarafından dikkatle izleniyor. Hatta zaman zaman, BDP’nin sadece Kürtler için değil, Kütler dahil Türkiye’deki her kes için müzakere sürecini yürütmesi talepleri bile dillendiriliyor.
Türkiye’deki demokratikleşme yükünü sadece Kürtlerin ve BDP’nin sırtına yüklemek hem haksızlık hem de kolaycılık olur. Çünkü müzakere süreci, sadece görüşmeler yapmaktan ibaret bir durum değil. Müzakere süreci, görüşmeler yapmanın yanı sıra tutum belirlemenin, toplumsal iradeye katkı sağlamanın ve bazı toplumsal/siyasal riskleri göze almanın da gerekli olduğu zorlu bir dönemdir. Bu zorlu ve yorucu dönem ancak demokrasiden yana olan bütün güçlerin katkısı olursa daha anlamlı bir sonuca ulaşabilir.
Devam eden müzakere ve barış sürecinden çıkabilecek en anlamlı sonuç yeni, demokratik ve adil bir anayasa olabilir.
Bugün kendisini sol olarak adlandıran bazı çevrelerin yeni anayasa konusunda orta koydukları tutum, ne yazık ki 12 Eylül referandumundaki ‘Hayır’dan daha gerici bir zemine oturmaktadır. Bu gerici tutum AKP karşıtlığına indirgenerek meşrulaştırılmaya çalışılmakta, solun bu değişim süreci içindeki rolü gericileştirilmekte, sol içinde, eski devletin ve ‘Devlet Sınıfı’nın manipülasyonuna açık alanlar oluşturulmaktadır.
Aynı rengin değişik tonları gibi, bir kısmı biraz daha fazla sol jargonla, bir kısmı da daha keskin ulusalcı motiflerle süslenmiş olan ve yeni anayasaya karşıtlık üzerinden şekillendirilen çeşitli kampanyalar sürdürülüyor. AKP karşıtlığı zemini ile hareket edilerek yeni anayasa talepleri üzerinde kuşku yaratılmaya çalışılıyor.
Malum cephenin bazı aktörleri biraz daha ileri giderek, kampanyalarını “AKP-BDP Anayasasına Hayır” formülü ile ifade ediyor.
Bu, yıllardır süren bir sorunun barış ve müzakere yoluyla çözümüne başlama yönünde gelinen noktayı AKP’nin gölgesine saklayarak gözden kaçırma çabasıdır.
Bu, yıllardır süren bir savaşın devamını sağlayacak değirmene su taşımak gayretidir.
Bu, Kürt halkının çok ağır bedellerle bugüne taşıdığı var olma mücadelesinin bugün geldiği noktadan geriye alıp yeniden boğmaya çalışma gayretidir.
Bu, 12 Eylül Anayasasına karşı çıkar gibi görünüp, 12 Eylül kurumlarını AKP karşıtlığı maskesi ile meşrulaştırma çalışmasıdır.
Türkiye solu, barış ve müzakere sürecinde kendisinden beklenen doğru tutumu ortaya koyamadığı sürece yeni ve demokratik bir anayasanın yapılması sadece AKP’nin insafına bırakılmış olacaktır.
Yeni, demokratik ve adil bir anayasa yapılmadığı sürece de Türkiye’nin demokratikleşmesi hayalden öteye geçmez.
Zeynel Özgün -www.turnusol.biz