Hafta SonuManşet

Radyo 3 Üzerine III – Akın Atauz

0

Klasik müzik yayını yapan radyonun maliyetini kim ödeyecek?

İlk iki bölümde genel olarak, radyo ile kent ilişkisi ve özel olarak Radyo 3’ün devlet, toplum, kent gibi somut olgularla ilişkili olarak varlığını (ve yokluğunu) nasıl anlamlandırabileceğiminiz gibi bir dizi soru ile ilgili önermeler, varsayımlar ve düşünceler tartışılıyordu.  İkinci yazının sonunda, klasik müzik yayını yapan bir radyonun, finansmanın nasıl sağlanabileceği sorununa gelmiş bulunuyoruz.

En seçkin kesimin ve uç/ sınırdaki beğenilerin sahiplerinin (yani toplumun içindeki son derece küçük ve marjinal bir kesimin) ihtiyaçlarının karşılanması için, kentin kamusal yönetimi, kaynak ayırmalı mıdır? Eşitlik ilkesi, özgürlüklerin korunması ve yaşatılması bakımından, sanat anlayışları ufuk sınırında olanlar/ seçkinler için, kamusal kaynaklarının kullanılması doğru mudur ve aykırı olanlar, ya da daha genel bir nitelemeyle, çoğunluğun ve ortalamanın/ ana-akımın dışında kalan kesimler için, kamu kaynaklarından harcama yapılması uygun olur mu?

Soruya genel bir yanıt verilebilmesini kolaylaştırmak için, bu “farklı olan” grupların farklılığının kaynağının, etnik köken, dini inanç/ inançsızlık, cinsel kimlik, dil farkı, kültürel gelenek farkı vb. gibi nedenlerle de olabileceğini, söylemek gerekecektir. Diğer bir deyişle, farklı olanlar, çoğunluğun dışındakiler ve ana-akıma dâhil olmayanlar için kamusal kaynaklardan harcama yapmak, demokrasi kuramı, etik, eşitlik ilkeleri bakımından (toplumsal sınıfların en alt tabakasında ve en zor durumda olanların ihtiyaçları da dikkate alınarak) doğru mudur?

Bu sorunun tersi de geçerlidir: “Farklı” (ve azınlıkta) olanlar için kamusal harcama yapmamak, ayrımcılık mıdır?

Bu durumda, klasik müzik yayını yapan bir radyonun kamu finansmanı ve özel finansman hakkında, biraz daha düşünmek ve konuyu irdelemek gerekecek.

Klasik müzik yayını yapan bir kent radyosunun kamusal finansmanı ne anlama gelir? Devletin/ belediyenin, bütün yurttaşlardan topladığı kaynakların, (nüfus bakımından) son derece küçük, (bununla birlikte toplumun bütününe sağlayabileceği yararlar bakımından dikkate alınması/ önemsenmesi gereken/ (seçkin) bir kesim için kullanılmasının yeğlenmesi, bir politika olarak benimsenmesi, hakkında neler söyleyebiliriz?

Bir olasılık, kamu yönetiminin toplumun bütün farklı kültürleri ve kültürel düzeyleri için bir olanak sağlanmasını benimsediği, ayrımcılık yapmadan, küçük nüfus grupları için bile olsa, bütün tercihlere yanıt vermek istemesi olabilir. (Gerçi Türkiye’de böyle bir politikanın olmadığını biliyoruz, ama olabilecekleler içinde bulunmalı/ bulunabilir.) Bu tür bir politikaya, genel olarak, kamu kaynaklarıyla, bütün farklı gruplar için (küçük bir nüfus için bile olsa), ayrım yapmadan, kamusal yarar üretilmesi yaklaşımı diyebiliriz.

Belki bir diğer düşünce, toplumun genel kültürel ortalamasının bu “seçkin” kesim tarafından yukarı doğru çekilmesi ve biraz daha uzun erimde bütün toplumun beğeni düzeyin çeşitlenmesi ve farklı düşünceler/ sanatlar/ müzikler hakkındaki bilgisinin artması ve sonuç olarak, dünyanın diğer ülkelerindeki yurttaşlar gibi, Türkiye insanlarının kulağının da, farklı/ batı standartlarına göre kurulmuş bir müziğe, zamanla alışması, gibi amaçların söz konusu olduğu da, düşünülebilir. Ancak bu durumda, politika belirleyicinin tercihine göre, toplumu “eğitmek/ koşullamak” gibi bir amaç söz konusu olabilir.

Bu durumda klasik müzik radyosunun kamusal finansmanı, aynı zamanda, devletin ve bu ideolojiyi benimseyen hükümetlerin (kent söz konusuysa, belediyenin), bir çeşit ideolojik endoktrinasyonu gibi de görülebilir. Toplumdan, böyle bir radyonun kurulmasını gerektirecek kadar yaygın bir talep gelmeden, devletin (belediyenin) böyle bir radyo kurması, bir tür yukarıdan aşağıya doğru zorlama ve bu zorlama için kamusal kaynağın kullanımı (israfı) olarak yorumlanabilir.

Ayrıca, Türkiye gibi bir ülkede, hiçbir zaman özerk kamu kurumu olamayan, radyo yayınlarına, devlet, (genel yayın anlayış ve yaklaşımından, programlarına kadar her düzeyde) müdahale edebilir. (Örnek olarak, Radyo 3, son yılda, genel milliyetçilik histerisine uyarak, “milli”/ “yerel” olana olağanüstü fazla yer ve değer vermeye ve modaya uygun biçimde, kendi kendisini bir “marka” olarak sunup, kendini öven sloganlar yayınlamaya başlamıştı. “Kamu spotu” başlığı altında da, savaş kışkırtıcısı slogan yayını vb. başladı.) Gerekli gördüğünde, devlet, yayını durdurabilir, yok edebilir. Bunun için açıklama yapmaya bile gerek görmez. Dolayısıyla 50 yıllık kurumsal bir geleneği bile, keyfi biçimde bitirmesi mümkündür.

Buna karşılık, kamu (devlet) finansmanı olmaksızın klasik müzik radyosu yayını yapmanın iki yolu olabilir: Tamamen ticari bir anlayışla yayını yapmak (bütün özel radyolar gibi, dayanılmaz düzeyde reklama dayalı bir yayıncılık) veya (pazar mekanizmasının geçerli olduğu bir ortamda) ticari olmayan bir yayın için kendi kentinin sivil bağışlarıyla/ destekleriyle (bir anlamda kendi kamusunu yaratarak, bu kamunun sağladığı kaynakla), daha geniş bir kent kamusu (ve kamusal yararı) için yayın yapmak…

Devletten bağımsız bir klasik müzik radyosunun kurulması, elbette, yukarıda devlet eliyle yaratılan sakıncaları teğet geçecektir. Buna karşılık, başka tür sorunlar oluşacaktır: [Ticari yaklaşımla kurulacak (ki böyle bir pazar olmadığı için zaten kurulamaz) radyoların sorunları üzerinde durmaya bile gerek yok; bu zaten biliniyor.] Sponsor ya da yurttaş bağışları ile finansman modelinde de, radyonun kendisini sürdürebilir bir biçimde kurumsallaştırabilmesi, büyük belirsizlikler içerebilir.

Bu tür uygulama içinde olan bir-kaç örneği gözden geçirmek yararlı olabilir: Türkiye’den İstanbul’daki Açık Radyo, ya da, başka bir örnek olarak New York’ta, sadece klasik müzik yayını yapan bir radyo olarak WQXR.

Açık Radyo (AR), müzikle sınırlı olmayan genel bir yayın politikası izliyor, söz ya da müzik programları yapıyor ve sadece klasik müzik değil, batı kültür dünyasındaki/ küreselleşmiş dünyadaki bütün müzikleri yayınlıyor. AR, başarılı bir biçimde kendi dinleyicisini/ kamusunu yaratmış bir kent radyosu ve Türkiye’nin gerçekten yüz akı olan bir uygulama. Üstelik bunu sürdürülebilir kılmış, kurumsallaşmış, yenilenerek birçok alanda (ama özellikle iklim değişikliği ve ekoloji konularındaki uzmanlaşmasına güvenilir) programlar üretiyor ve yayınlıyor. İstanbul halkı ile son derece başarılı bir ilişki kurmuş ve onunla (belki bu toplumsal grup için de, “seçkin” bir İstanbullu grubu ile diyebiliriz) güçlü bir biçimde etkileşebiliyor. Kamusal (devlet ya da belediye vb.) kaynak kullanmıyor, reklam almıyor ve kendi kentli yurttaş topluluğunun finansmanı ile kendi kaynağını yaratıyor.

Türkiye için çok değerli bir model oluşturan AR, ancak genel bir yayın yaparak yaşayabiliyor. Bu uygulamadan, özel radyo için, finansmanın zor ama yönetilebilir olduğu sonucunu çıkartabiliriz. Bir bakıma, özel tiyatrolar, klasik müzik sunan orkestralar, özel müzeler ve bazı resim galeri vb. ile aynı/ yakın bir modeli kullandığını söyleyebilriz.15-20 milyon civarında nüfusu olan bir kent olmasına rağmen İstanbul’un, sadece klasik müzik yayını yapacak bir radyoyu, aynı modelle yaşatabilmesinin, oldukça zor olduğu anlaşılıyor.

Buna karşılık radyo (ve diğer özerk sanat kurumları da) bağımsızlıklarını koruyorlar, yayın politikalarını (bugün Türkiye’de bütün kurumların dikkate almak zorunda olduğu “oto-sansürü” bir tarafa bırakırsak) kendileri belirliyor. Kent ile istedikleri/ gerekli gördükleri biçimde ve, kentlilerin talepleri vb. doğrultusunda, ki bir etkileşimle, yayını programlayabiliyorlar. Ancak bu modelin, bir bıçak sırtında yürümek kadar hassas dengelere dayalı ve zor olduğunu gözlemlememek imkânsız.

Başka bir örnek olarak, New York’taki WQXR’a bakacak olursak, o da dünyanın en büyük ve en karmaşık metropollerinin birinde, belki kültürel eylemler ve sanat olayları bakımından en gelişmiş olan kentinde, ticari olmayan bir yayın yapıyor. Onun da, uzun yıllardır kurumsallaşmış bir radyo olduğunu söyleyebiliriz. Sadece klasik müzik yayını yapıyor ve bunun için sadece kent halkının katkılarına dayanıyor. Ancak bir kaynak toplama kampanyasına rast geldiğinizde, radyonun, bunu NY gibi bir dünya başkentinde bile, ne kadar zorlanarak yapabildiğini gözlemleyebiliyorsunuz.

Gerçi WQXR’ın tercihi, çok küçük bir miktarla da olsa, (ayda 10 hatta 5 dolar kadar küçük bir katkıyla bile) toplumdan aldığı desteği genişletmek. Kent halkının ulaşılabilecek en büyük kesiminin, kendisine sahip çıkmasını istiyor. Bir sponsorun bir defada büyük miktarlar vermesine göre, kentli tabanında yaygınlaşmayı tercih ediyor. Anlayabildiğim kadarıyla WQXR, NY gibi bir kentte bile, kendisini yaşatabilen tek özel klasik müzik radyosu.

Bu durumda, Türkiye’deki bir kent için, özellikle Ankara için böyle bir radyoyu ümit etmek, pek mümkün olamayacaktır.

Sonlandırırken

Radyo üzerinde konuşuyoruz. Ancak tartışılan asıl konu, kentsel kültürün oluşumu ve kültürel/ sanatsal eylemlerin kente olası etkileri. Bu etkiler, (radyo gibi kanallarla) kentin gündelik yaşamı düzeyinde/ gündelik yaşamımıza karışarak süregelen biçimde veya özenilmiş anlar ve yerler için tasarlanmış performanslar gibi biçimlerde olabilir.

Kültürel ve sanatsal (mevcut paradigmaya göre oluşan) etkinliklerin kentteki varlığı ve performansı, kent toplumuyla (çeşitli sınıflarla) etkileşim örüntüsü, finansmanı ve bağımsızlığı, politik ve ideolojik konumu, bu sorunlar açısından, özellikle radyo, hatta sadece klasik müzik yayını yapan bir radyo üzerinden (yani biraz “uç” bir model üzerinden), tartışılarak, kentsel kültürün nitelikleriyle ilgili analitik bir egzersiz yapmak amaçlanıyor…

Elbette bu gibi kavramlar açısından kenti çözümlemeye çalıştığımızda, toplum bilimsel kavramlar, sanatla/ sanat tarihiyle ilgili kavramlar, değerlendirmeler ve iletişim kavramları, hatta finansman gibi bir alanın kavramları arasında dolaşmak gerekiyor; bu da oldukça çetrefil bir metinin üretilmesine neden oluyor.

Yeniden Radyo 3 konusuna ve bunun kent yaşamı hatta belki sadece Ankara yaşamı üzerindeki, olası etkileri konusuna döndüğümüzde, bazı sorular belirmeye başlıyor: Radyo 3 sürdürülebilir mi? Ya da klasik müzik yayını yapan “bağımsız” bir radyo, olabilir mi? Olması ne kadar gerekli ve anlamlı? Olmaması, ne tür sorunlar yaratır ve topluma/ kente ne kaybettirir?:

Türkiye’de, şimdiki durumda, artık “zorla modernleştirme” söz konusu değil. Kentlerde, 19. Yüzyıl’dan beri zaten başlamış olan modernleşme, önce kendi özgün gelişimiyle, sonra küreselleşmenin etkisiyle, artık belirli bir olgunluk, kendiliğindenlik ve olağanlık haline geçti ve ivme kazandı. Kimse artık “modernleştirilmek” için (bir otorite tarafından) zorlanmıyor. Hatta tam tersinin söz konusu olduğu bile söylenebilir: Modern paradigmaya karşı, dini ve geleneksel/ tutucu bir paradigmanın, yukarıdan aşağıya (devlet tarafından) zorlanarak egemen hale gelmesi için çabaların yaygınlaştığı bir dönemdeyiz.

Bu çaba, modernitenin, gündelik yaşamını doğal bir uzantısı haline gelmiş olmasını tersine çevirmek, kentin (çoğulcu nitelikte) kültürel [(batılı anlamda, batılı (buna belki “küreselleşmiş” de diyebiliriz) anlayış yörüngesinde ve doğrultusunda] gelişmesine engel olmak için, gösterilen çabanın bir parçası olarak düşünülebilir. Böyle bir ortamda, klasik müzik yayını yapan (ve kamu kaynaklarından finanse edilen) bir radyonun varlığı, nasıl yaşatıldığı, kendisini nasıl sürdürebileceği ve (yenilenerek) kuramsallaştırabileceği ile ilgili sorunlar ve kentle etkileşim bakımından, bir klasik müzik radyosunun (ya da Radyo 3’ün) olmaması/ sonlandırılması riski hakkında, neler düşünülebilir? Eğer böyle bir radyo yok edilirse:

  • Kent toplumunun homojenleştirilmesi/ türdeşleşmesi (farklı kültürlerin kentte yaşatılmaması) doğrultusunda bir adım atılmış olacak,
  • Kentsel kültürel süreçte çeşitliliğin oluşmasına katkı sağlayan bir boyut (klasik müzik yayını yapan bir radyo) azaltılacak, kitle kültürünün daha da egemen hale gelmesi, resmi ideolojinin güçlenmesini sağlamak bakımından, kaçak kanallar önlenecek,
  • Tek bir dini paradigma/ uygarlık dayatılarak, daha önce batı kültür dünyası ile ilişki kurmuş olanların bunu değiştirmesi sağlanacak, Türkiye’nin ana akım çevresinde türdeşleşmesine uyum göstermeyenler (dini ve İslami olmayan sanatlar, radyolar, düşünceler ve duygular vb. sonlandırılarak.) artık farklı kanallardan beslenemeyecek,
  • Farklı olana tahammül edememe ve kendi standardının dışındaysa, sadece yok etmek refleksiyle davranarak, içe kapanma/ batılı etkilerden arınma programı genişletilecek,
  • Enternasyonal (hukuka, etiğe, estetiğe vb. dair) değerler yerine, sadece milli/ yerel “değer” klişeleri konsolide edilecek,
  • Sığ ve dar bir havuzla yetinmek zorunda bırakılan, dar ufuklu ve bön kentlilerden oluşan bir çoğunluk kültürünün güçlenmesi ve egemenleşmesi sağlanacak,
  • vb.

Sadece radyo ya da klasik müzik için değil, ana akımdan farklı olan her türlü düşünce ve eylem için, bu türü olgular, daha kolay gerçekleşebilecektir.

Radyo 3 gibi, kamu kaynakları kullanarak, sadece klasik müzik (ve bazı diğer batı müzikleri ve yerel müzikler) yayını yapan bir radyonun olmaması, Türkiye’nin (belki sadece kentlerdeki çok küçük bir nüfusun) kültür yaşamı bakımından, bir “çölleşme” anlamına gelecektir. Hemen belirtmek gerekir ki, bu çölleşme, çok büyük ve yaşamın bütün alanlarını kuştan bir çölleşmenin, küçük bir parçası olacaktır sadece.

Bu nedenle, Radyo 3 gibi bir yayının, devlet/ hükümet vb. türü bir otorite tarafından sonlandırılması olasılığına karşı, neler düşünülebileceği/ yapılabileceği, bunların olasılığı ve güçlükleri vb. üzerinde biraz tartışma hazırlığı yararlı olabilir. Barış için imza atan akademisyenlerin, bir üst otorite iradesiyle kendilerini bir anda “akademi” dışında bulmaları gibi bir duruma karşı, artık deneyimlerimiz nedeniyle, daha hazırlıklı durumdayız. KHK ile zaten “akademi” olmayan yerlerden uzaklaştırılan barış imzacıları, nasıl kendi “dayanışma akademilerini” kurmak ve yaşatmak türü bir çaba içindeyseler, üst otoritenin yıkmak/ yok etmek amacıyla üzerine yürüyeceği her türlü oluşumu, farklı bir biçimde yaşatmak/ benzer işlevlerin sürdürülebilmesini sağlamak bakımından da, hazırlıklı olmalıyız.

İçinde bulunduğumuz “yıkım-direniş-küllerinden devrimci biçimde yeniden doğma” çağında (herkesin/ her şeyin bir Phoenix olmasının gerekebileceği bir çağda), radyo, hatta bir uç örnek olarak klasik müzik radyo yayını sağlamak üzerinde düşünme egzersizi yapmak, “akıntıya kürek” çekmek gibi olabilir. Ancak böylesi küçük parçanın, anlamı ve işlevi üzerinde düşünmek ve tartışmak, her şeye rağmen, daha iyi bir gelecek için, daha nitelikli kentler, daha gelişmiş ve insanlık/humanite anlayışı daha incelmiş yurttaşlar/ kentliler için düşünmek demektir.

 

Akın Atauz

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.