Kültür-SanatManşet

Platform filminin düşündürdükleri – Levent Kaçar

0

Yaşadığımız gündeme çağrışımlar yapan bir sinema filmi şu sıralarda sinema meraklılarının gündemine oturmuş durumda. Netflix yapımcılarının satın aldığı Platform; dünyada en çok izlenen, üzerinde beyin fırtınası yapılan, çok ciddi felsefi ve siyasi tezlerin tartışıldığı kült filmlerden olması nedeniyle; bir sinemacı olarak bunun üzerine bir yazı kaleme almayı görev edindim kendime. Bu nedenle, düşüncelerim ve yorumlarım tartışmaya açıktır.

Filmin konusuna, yönetmenin film hakkında yaptığı çok çok önemli tespitlere ve toplumsal eleştiri/özeleştiriye burada bir kez daha değinmeyeceğim. Zira ben, o kadar savunamazdım çektiğim herhangi bir filmimi. Sadece filme ve yönetmen Gaztelu-Urrutia’ya müthiş saygı duyduğumu bilmenizi isterim. Böyle sinemacılar az geliyor dünyaya.

Film insanlar arası sınıfsal zulümden tutun da, insanın yabancılaşmasına, doğa tahribatının onu getirdiği sonuçlara, teknolojinin tehlikelerine, izolasyon ve karantinaya, açlık ve ötekileştirmeye, aşağıdakiler/ yukardakiler meselesine getirdiği incelikli eleştiriye, nihayetinde insanın bireysel/toplumsal/sınıfsal eleştirisine-özeleştirisine varana kadar, her noktayı bir bir sorguluyor. Yönetim, görüntü, senaryo, kurgu, ses, yapım ve bilumum sinematografik özellikler en üst seviyede gözetilmiş bu filmde; abartmıyorum!

Sinemanın dehası ve mucizesini filmi izlediğinizde bir kez daha siz de göreceksiniz. Basmakalıp, kaba tezlerin ya da Promete’den bu yana savunula gelen bir geleneğin, güncellenmediği ve değişim geçirmediği sürece önünüzü açamayacağının yüzümüze tokat gibi çarptığı bir gerçekliği, artık sorgulama zamanımızın çoktan gelip-geçtiğini hatırlatıyor; bu filmin bana düşündürdükleri. Bilime ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu, değişime ne denli açık olmamız gerektiğini, güncelleme ihtiyacını, vicdanımız ve adalet duygumuzun doğa karşısında ne denli tehlikeli bir hal aldığını ve doğa karşısındaki çaresizliğimizin boyutlarını, zora düşünce birbirimizi yemeye kadar varan güdülerimizin insanlığımızı yeniden sorgulamamıza yol açtığını hatırlattı Platform filmi.

Artık kırk yıl öncesinin tezleriyle bugünü açıklayamazsınız. Kuran gibi sarılamazsınız Marksizm’e; dünya değişiyor ve savunduğunuz dünya görüşünü, üzerine koyduğunuz yeni tespit ve tezlerle güçlendirerek savunabilirsiniz ancak. Statükocu ve makamlarından memnun ve kifayeti şaibeli eski tez ve liderlerinizi bile sorgulamalı, savunduklarınızı somut koşulların somut ve çok yönlü araştırmalarına yeniden deneye tabi tutarak sorgulamalı, çok yönlü uzman bir kadronun onay ve sorgusundan geçirmeli, en önemlisi de bunların bile zamanla değişime uğrayacağını bilerek ortaya atmalısınız. Örgütlerinizi genç ve dinamik enerjiye göre her yönden birikimli bir kadroyla donatmalı ve geçmişin deneyimlerinden danışmanlık düzeyinde yararlanmalısınız. Nasıl ki her mesleğin bir yaş haddi var; aktif devrimciliğin de bir yaş haddi olduğunu unutmamalısınız. Devrimcilik sadece siyaset ve ekonomi ve az bir şey de felsefe bilmekle olmaz. Bu nedenle uzmanlaşma devrim mühendisliğinin olmazsa olmaz koşuludur. Bir insan her dertten anlayamaz dostlar; haddimizi bilmeli ve iyi bildiğimiz konularda ahkâm kesmeliyiz. Onu bile sürekli güncellemek ve araştırmak koşuluyla yapmalıyız. Aksi takdirde tökezlemek yine kaçınılmaz olur.

Bir film neler söyletti; kaleme aldığım bu yazı eksik hatta yanlış da olabilir. Sinemacı ve devrimci bir âdemoğlu gözüyle aklım bu kadarına eriyor. Sinemayı da, devrimciliği de az buçuk biliyorum. Cesaretim biraz da onun yüzüsuyu hürmetinedir. Platformu izlemeyi, aşağıdaki yazıyı sonuna kadar okumayı ve düşünüp, kendinizi ve geleneklerinizi sorgulamayı, nihayetinde üretmeyi unutmayın. İyi seyirler…

The Platform

Koronavirüs nedeniyle evlerine kapananlar içinde bulundukları şartlardan, kısıtlamalardan şikâyetçi olabilir. Ama daha kötüsü de olabilirdi. Mesela süpermarketlerde tuvalet kâğıdı için birbirlerini ezenler, aynı yarışı karınlarını doyurmak, hayatta kalabilmek için de yapabilirdi. Yani gıda için ‘birbirlerini ezebilirdi’.

Netflix’te yayınlanan İspanyol ‘The Platform’ (El Hoyo) distopya filmi de korkunç tecrit koşulları altında hayatta kalabilmek için verilen mücadeleyi anlatıyor. Film her ne kadar bazı ülkelerde geçen sene beyaz perdede gösterime girmiş olsa da, Netflix’te yayınlandığı Mart ayının Covid-19 salgınına denk gelmesi, daha çok ses getirmesine neden oldu.

Meksika, ABD, Kolombiya, Venezuela, Brezilya ve İspanya dâhil dünyanın birçok ülkesinde en çok izlenen filmler arasına giren film, içinde bulunduğumuz mevcut durum da göz önünde bulundurulduğunda, şartların daha ağır olması halinde, yaşananlara, kısıtlamalara ve kıtlıklara toplum olarak nasıl bir tepki verebileceğimizi de düşündürüyor.

“Hepimiz koronavirüs nedeniyle zor zamanlar geçiyoruz. Ama elinizdeki imkânlara göre kimileri bu zamanı daha iyi, kimileri daha kötü kimileri ise çok daha kötü geçiriyor. Küçük bir apartman dairesinde tecritte olmakla, bahçesine, dışına çıkabileceğiniz bir evin içinde tecritte olmak arasında fark var.”

Filmdeki cezaevinde medeni, başkalarına yardım etmek isteyen bir karakter olarak Goreng ve daha karanlık, açgözlü bir karakter olan Trimagasi var. Trimagasi, hayatta kalmak için ihtiyaç duyarsa yamyamlık dahi yapabilecek bir karakter.

 

Yönetmen Gaztelu-Urrutia’ya göre “Aslında içimizde iki karakterden de özellikler var, kendi iç mücadelemizde kimin kazanacağına kendimiz karar vermeliyiz.”

“İlk bakışta Goreng’de olmak istediğimiz kişiyi görüyoruz. Sonra Trimagasi’ya baktığımızda ise, aslında kim olduğumuzu görüyoruz” diyor yönetmen. Filmde gıdayı, barışçıl bir devrimle eşit dağıtmak isteyen Imoguiri karakteri de var. Amacı, eşit dağıtılacak gıdanın en alt kattakilere de ulaşmasını sağlamak.

Bunu da ‘kendiliğinden gelişecek dayanışma’ yöntemiyle yapmak istiyor. Aslında bu da bugün koronavirüs kriziyle enfeksiyon kapılmasını önleme amacıyla halka yapılan ‘Evde Kalın’ çağrılarıyla örtüşüyor.

Sağlıklı olanlar ve risk grubunda olmayanların dahi ‘gönüllü izolasyon, gönüllü karantina’ ile evde kalıp diğerlerine yardımcı olmaları çağırısı da bir bakıma kendiliğinden doğması beklenen bir dayanışma ağı.

Dünya genelinde milyonlarca kişi insanlığa faydalı olma amacıyla kendilerini evlerine kapattı. Ama The Platform filminde en üst kattaki şanslıları, alttakilere de yemek kalması için, ‘az yemeye’ ikna etmek neredeyse imkânsız görünüyor. Filmde gıdanın bir şekilde adil dağılımı sonunda kısmen de olsa gerçekleşiyor ama bu da ancak diğer tutuklulara karşı şiddet uygulanarak başarılıyor.

Yönetmen filmin bahsettiği devrimin, ‘rejim değişikliği’ olduğunu söylüyor ve aslında bu değişikliğin de barışçıl yollarla gerçekleşmesinin ‘pratikte imkânsız’ olduğunu ifade ediyor. Bunun gerekçesi olarak da ‘hiç kimsenin, daha adil bir toplum için kendi konumlarından gönüllü olarak vazgeçmeyecek olmalarını’ gösteriyor.

The Platform filminin kapitalizm ve eşitsizlik eleştirisi olup olmadığı sorusuna yönetmen Gaztelu-Urrutia şu yanıtı veriyor: “Bu bir toplum eleştirisi değil, bu toplumsal bir özeleştiri.”

Tartışmalı son

Filmin sonu ise birçokları için yoruma açık bırakılıyor. Goreng sonunda en alt kata yemek götürmeyi ve küçük bir kız çocuğunu kurtarmayı başarıyor. Küçük kız çocuğu bir ‘sembol’ olarak görülüyor, bir bakıma ‘insanlığın hala tamamen kaybolmadığını’ gösteren bir metafor.

Filmin bitişiyle ilgi teoriler arasında, aslında Goreng’in öldüğü ve küçük kızla karşılaşmasının da bir rüya olduğu da var. Teorilerden bir diğeri de küçük kızın aslında geleceği temsil ettiği ve mevcut sistemi yalnızca çocukların değiştirebileceği yönünde.

Yönetmen, filmin son hali için birkaç farklı senaryo çektiklerini söylüyor. Örneğin, sosyal medyada dolaşan fotoğraflardan birinde küçük kız cezaevinin dışında, platforma konan yemeklerin hazırlandığı mutfakta görülüyor. Ama filmde bu sahneler yok. Son halinde küçük kız platformla yukarı çıkarken görülüyor.

Yönetmen filmin sonu için “İzleyicilerin, filmin ortaya attığı sorular hakkında, kendi iç dünyalarında bir tartışmaya girmelerini sağlamanın daha önemli olduğunu düşündük” diyor.

Filmin dünya genelinde ses getirmesi üzerine “İkincisi gelecek mi?” soruları sorulmaya başlandı. Yönetmen Gaztelu-Urrutia ise bu soruya ne ‘Evet’ ne de ‘Hayır’ yanıtı verdi: “Eylül ayı ndan bu yana aynı senaristlerle, bugün yaşananlarla ilgili bir proje geliştiriyoruz. Devam filmi çekmek istersek nasıl bir yaklaşım olacağı konusunda kararımızı vereceğiz.”

(Bu yazı ilk kez Simurg-News.org’da yayımlanmıştır.)

 

 

You may also like

Comments

Comments are closed.