Ana Sayfa Blog Sayfa 967

DSÖ: Dünyanın yüzde 99’u sağlıksız hava soluyor

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 7 Nisan Dünya Sağlık Günü’nün öncesinde dünyadaki hava kirliliği ve sağlık tehditine ilişkin bir rapor yayımladı. DSÖ dünya nüfusunun neredeyse tamamının kalitesiz hava soluduğunu ve bunun sağlık için bir tehdit oluşturduğunu duyurdu. 

117 ülkede altı binden fazla şehrin hava kalitesinin izlendiğinin belirtildiği raporda DSÖ, bu ülkelerde yaşayan insanların hala sağlıksız seviyelerde ince partikül madde ve azot dioksit soluduğunu ortaya koydu. Buna göre düşük ve orta gelirli ülkelerdeki insanlar hava kirliliğine en çok maruz kalan dezavantajlı gruplar içerisinde yer alıyor. 

‘Fosil yakıt kullanımının kısıtlanması için somut adımlar atılmalı’

Rapor bulgularını işaret eden Dünya Sağlık Örgütü fosil yakıt kullanımını kısıtlamanın ve hava kirliliği seviyesini azaltmak için somut adımlar atmanın önemini vurguladı. 

Dünya Sağlık Örgütü’nün güncellenen hava kalitesi veri tabanı, havadaki zararlı partikül madde miktarını gösteren PM2,5 ve PM10 ölçümlerini de içeriyor ve veritabanının 2011’de yayınlanmasından bu yana yaklaşık iki bin şehirde neredeyse 6 kat bir artışa işaret ediyor.

‘Daha temiz, sağlıklı enerji sistemlerine geçiş hızlanmalı’

Partikül madde, özellikle PM2.5, akciğerlerin derinliklerine nüfuz edebiliyor ve kan dolaşımına girerek kardiyovasküler, serebrovasküler (felç) ve solunumsal etkilere neden olabiliyor. DSÖ ayrıca söz konusu partikül maddenin diğer organları etkilediğine ve başka hastalıklara da neden olduğuna dair kanıtların da olduğunu kaydediyor. 

Birleşmiş Milletler‘e bağlı Dünya Sağlık Örgütü, hava kalite yönergesini geçen yıl güncelleyerek ülkelerin hava kalitelerinde değerlendirme yapmaları için yönergeleri daha katı hale getirdi. 

 DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, “Mevcut enerji endişeleri, daha temiz, daha sağlıklı enerji sistemlerine geçişi hızlandırmanın önemini vurguluyor” dedi. Ghebreyesus, iklim değişikliği ve hava kirliliği gibi sorunların fosil yakıtlara çok daha az bağımlı bir dünyaya doğru daha hızlı ilerleme ihtiyacının altını çizdiğini ifade etti. 

DSÖ’den hükümetlere hava kalitesi önerileri

Hükümetlerin hava kalitesini ve sağlığını iyileştirmek için atabileceği adımlara da değinen DSÖ hükümetlere çağrıda bulundu:

  • En son DSÖ Hava Kalite Yönergesi’ne göre ulusal hava kalitesi standartlarını kabul edin veya gözden geçirin ve uygulayın
  • Hava kalitesini izleyin ve hava kirliliği kaynaklarını belirleyin
  • Pişirme, ısıtma ve aydınlatma alanlarında kullanılan eve ait temiz enerjinin özel kullanımına geçişi destekleyin
  • Güvenli ve uygun fiyatlı toplu taşıma sistemleri ile yaya ve bisiklet dostu ağlar oluşturun
  • Daha katı araç emisyonları ve verimlilik standartları uygulayın; ve araç için zorunlu denetimi ve bakım uygulayın
  • Enerji tasarruflu konut ve elektrik üretimine yatırım yapın
  • Sanayi ve belediye atık yönetimini geliştirin
  • Tarımsal atıkların yakılmasını, orman yangınlarını ve belirli tarımsal ormancılık faaliyetlerini azaltın
  • Sağlık profesyonellerinin müfredatlarına hava kirliliğini dahil edin ve sağlık sektörünün katılımı için araçlar sağlayın.

Ülkelerin gelirlerine göre hava kaliteleri

DSÖ verilerine göre; hava kalitesini izleyen 117 ülke içerisinde, yüksek gelirli ülkelerdeki şehirlerin yüzde 17’sindeki hava kalitesi, DSÖ’nün PM2.5 veya PM 10 için Hava Kalite Yönergesi’nin altında kaldı.

Öte yandan düşük ve orta gelirli ülkelerde, şehirlerin yüzde 1’inden daha azında hava kalitesi DSÖ tarafından önerilen eşik değerlere uygun bulundu.

74 ülkedeki yaklaşık dört bin şehirde ise zemin seviyesinde azot dioksit verisi toplanıyor. Bu verilere göre; bu yerlerdeki insanların yalnızca yüzde 23’ü, DSÖ’nün Hava Kalite Yönergesi’nin güncellenen versiyonundaki seviyeleri karşılayan yıllık ortalama azot dioksit konsantrasyonlarını soluyor.

Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi raporu: 2021 en iyi ikinci yıl oldu

Küresel Rüzgar Enerjisi Konseyi (GWEC) tarafından hazırlanan “Küresel Rüzgar Raporu” açıklandı.

Rüzgar endüstrisinin, COVID-19 pandemisinin ikinci yılına rağmen 2021’de şimdiye kadarki en iyi ikinci yılını yaşadığı kaydedilen raporda, Net Sıfır hedeflerine ulaşmakta ölçek büyütmek için politika atılımı gerektiği ifade edildi.

Küresel kapasite 93,6 GW artarak toplam kümülatif rüzgar enerjisi kapasitesini yıllık %12 büyümeye denk düşen 837 GW‘a getirdi. Bu kapasite dünyanın, Güney Amerika‘nın yıllık karbon emisyonuna eşdeğer bir orandaki (yılda 1,2 milyar tondan fazla) CO2’den kaçınmasına yardımcı oldu.

93,6 GW kapasite artışı, en iyi yıl olan 2020’deki yıllık rüzgar enerjisi büyüme oranından sadece %1,8 daha az. GWEC, bu veriye ilişkin, “Küresel rüzgar endüstrisinin inanılmaz esnekliğinin ve yükselişinin açık bir işareti” yorumunu yaptı.

Bununla birlikte,  dünyanın 2050 yılına kadar 1.5 derece ve Net Sıfır rotasında kalması için, bu büyümenin bu on yılın sonunda dört katına çıkması gerekiyor.

Dünyanın en büyük iki pazarı olan Çin ve ABD geçen yıl daha az yeni kara rüzgar kapasitesi kurarken (sırasıyla 30,7 GW ve 12,7 GW) diğer bölgeler rekor yıllar yaşadı. Avrupa, Latin Amerika ve Afrika ve Orta Doğu, yeni kara kurulumlarını sırasıyla %19, %27 ve %120 oranında artırdı.

2021’de Asya ve Kuzey Amerika hariç tüm bölgeler yeni kurulumları artırdı.

Rüzgar ihalesi faaliyetleri, önceki seneye göre %153 oranla yükselerek 2021’de küresel olarak 88 GW’dan fazla arttı.

Açık deniz rüzgar kapasitesi üç kat arttı

Rapora göre, açık deniz rüzgar santrali kurulumu için rekor bir yıl oldu ve  bunun güçlü bir pazar büyümesini yansıttığı ifade edildi.

2021′ yılında bir önceki seneden üç kat daha fazla (21,1 GW) açık deniz rüzgar kapasitesi eklendi, bu 2021’i açık deniz rüzgar tarihinin en iyi yılı yaparak 2021’de küresel yeni kurulumlardaki pazar payını %22,5’e çıkardı.

Çin, bu kapasitesinin %80’ini oluşturarak kümülatif açık deniz rüzgar kurulumlarını 27,7 GW’a çıkardı. Avrupa’nın toplam açık deniz rüzgar kapasitesini benzer bir düzeye getirmesinin otuz yıl aldığı sürdüğü için bunun şaşırtıcı bir büyüme olduğu belirtildi.

Karadaki rüzgar endüstrisi de yeni kurulumların daha geniş coğrafi dağılımı ile küresel olarak büyümeye devam etti.

Raporda, verilere dair şu yorumlar ve tahminler yer aldı:

  • Net sıfır taahhütlerinin küresel ivme kazandığı ve enerji güvenliğinin sağlanması için aciliyetin arttığı bir yılın ardından, küresel rüzgar endüstrisi için piyasa görünümü daha da olumlu görünüyor.
  • Mevcut politikalar çerçevesinde önümüzdeki beş yıl içinde 557 GW’lık yeni kapasitenin eklenmesi bekleniyor. Bu, 2026’ya kadar her yıl 110 GW’tan fazla yeni kurulum demektir.
  • Bununla birlikte, eğer dünya 1.5 derece ve 2050’ye kadar net sıfır için rotasında kalacaksa, bu büyümenin on yılın sonunda dört katına çıkması gerekiyor.

Adatepe Taşmektep’te seminer ve atölyeler başlıyor!

Çanakkale’nin Küçükkuyu ilçesindeki Adatepe Köyü’nde 1999’dan bu yana kesintisiz bir şekilde sanat, tarih, edebiyat, siyaset ve gastronomi gibi çeşitli kültürel alanlarda seminer ve toplantılar düzenlenen Adatepe Taşmektep’te eğitimler sürdürülüyor.

Pandemi döneminde sadece çevrimiçi yayınlarla programlarına devam etmiş olan Adatepe Taşmektep, bu yıl ise çevrimiçi yayınların yanı sıra yaz aylarında yüz yüze eğitime devam etti.

Taşmektep tarafından yapılan yeni eğitim dönemine ilişkin açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Taşmektep’in kuruluş felsefesine uygun bir şekilde Kaz Dağları’nın havasını soluyarak, köyümüzün tarihi dokusunu hissederek, en önemlisi okulumuzun taş duvarlarındaki tarihi birikimden nasibimizi alarak, eğitim hayatımıza devam ediyoruz.”

Adatepe doğal ve tarihi sit alanı içinde bir köy. Köylülerin geçim kaynağı zeytincilik ve hayvancılık. Köyde azalan nüfus nedeniyle terk edilen eski ilkokul binasını restore ederek seminerleri düzenleyen bir ekibin yürüttüğü Adatepe Taşmektep bilginin olabilecek en demokratik biçimde değişimi için bir olanak yaratırken yeni deneyimler ve dostluklar için de bir alternatif oluşturmayı hedefliyor.

Adatepe Taşmektep çeşitli programlar ve konunun uzmanı hocalarla oluşturduklarını belirttikleri birinci eğitim dönemi takvimini duyurdu:

  • 7 Nisan’da Prof. Dr. Nilgün Tutal– Sanat Politika Beden, 21.00-23.00 arası
  • 10 Nisan Petek Çırpılı– Antikiteden Bugüne Akdeni Sofralarının Tarihi, 11.00-13.00 arası
  • 14 Nisan’da Özgür Mumcu ve Eray Özer– Metaverse’den Blockchain’e Merkeziyetsiz Topluma Doğru, 21.00-23.00 arası
  • 16 Nisan ve 17 Nisan’da A. Çağrı Başkurt– Topkapı Sarayı: Devletin Evi (Enderun-ı Humayun), 11.00-13.00 arasında
  • 21 Nisan’da Gökhan Akçura– Tango Türk, 21.00-23.00 arası
  • 23 Nisan’da Gökçe Asu Okay Delagrange, Küçük Animasyon Atölyesi, 11.00-13.00 arası
  • 28 Nisan’da Prof. Dr. Feyzan Göher– Sibirya ve Orta Türkistan’dan Hikayeleri ile Sıra dışı Çalgılar 21.00-23.00 arası

Met Office bu yazdan itibaren daha az sıcak dalgası ilan edecek

Çöken buz sahanlıkları, Avrupa’da kömürün yeniden canlanmasına kadar pek çok kötü iklim haberine rağmen , en tuhaf “iyi haber” Birleşik Krallık‘tan geldi: Bu yaz ülkede daha az sıcak hava dalgası ilan edilebilir.

Ancak bu, küresel ısınmanın tersine dönmesinden veya bölgede yaz mevsiminin daha soğuk geçmesinden kaynaklanmıyor. Bunun yerine Büyük Britanya Meteoroloji Kurumu, Met Office gerekli sıcaklık eşiğini yükselterek sekiz ilçede sıcak dalgasının tanımını değiştiriyor.

Bir hava durumunun resmi olarak “sıcak dalgası” olarak kabul edilebilmesi için, belirli bir bölgedeki sıcaklığın, Met Office tarafından art arda üç gün boyunca belirlenen bir eşiğe ulaşması gerekiyor. Bu, ülkedeki bölgelere göre değişiyor. Surrey, Berkshire, Buckinghamshire, Bedfordshire, Hertfordshire ve Cambridgeshire‘da, daha önce 27C olan sıcaklığın resmi olarak sıcak hava dalgası olarak sınıflandırılabilmesi için şimdi üç gün veya daha fazla sürede 28C’de kalması gerekiyor.

Lincolnshire’da sıcak dalgası eşiği 26C’den 27C’ye ve East Riding of Yorkshire‘da 25C’den 26C’ye yükseltiliyor.

Met Office’te Birleşik Krallık iklim kayıtlarını yöneten Dr Mark McCarthy, istatistiklerin ülkenin ısındığını gösterdiğini söyledi. Orta ve doğu İngiltere’nin bazı bölgelerinde, 1C’den fazla artarak en yüksek sıcaklık artışları tespit edilirken, İskoçya ve Kuzey İrlanda‘da artış 0,7C’ye yaklaştı.

Met Office, tanımlarının her zaman esnek olmayı ve değişen iklime uyum sağlamayı amaçladığını söyledi. Orijinal sıcak dalgası eşikleri 1981 ile 2010 arasındaki iklim koşullarına dayanıyordu. Yeni eşikler ise 1991-2020 arasındaki koşulları baz alıyor.

McCarthy, iklim değişikliğinin sıcak dalgalarını daha olası hale getirdiğini de  belirtti: “Birleşik Krallık’ta 2018 yazındaki sıcak dalgasına ilişkin Met Office tarafından yapılan bilimsel bir araştırma, atmosferdeki daha yüksek karbondioksit konsantrasyonu nedeniyle şu anda bunun meydana gelme olasılığının 1750’ye göre 30 kat daha fazla olduğunu gösterdi. Sera gazı konsantrasyonları arttıkça, benzer yoğunluktaki ısı dalgalarının daha sık olacağı ve her yıl olduğu gibi düzenli olarak meydana geleceği tahmin ediliyor.”

2018 sıcak dalgası, Birleşik Krallık’ta yaygın kuraklığa, hortumlara, mahsul kayıplarına ve bir dizi orman yangınına neden olmuştu. Sıcak dalgasının 15 günlük zirvesi sırasında 700’den fazla kişi hayatını kaybetti.

Yüksek sıcaklıkların normalleştirilmesi

Met Office’in yeni yaklaşımının, ısı dalgaları için bazı yeni bilimsel standartlar oluşturmak yerine Birleşik Krallık’taki daha yüksek sıcaklıkların basitçe normalleştirilmesi anlamına geldiğine yönelik eleştiriler yapılıyor. Bu yaz da muhtemelen, son on yılın rekor kıran yüksek sıcaklıklarında gerçek bir mola oluşmayacak, ancak, sıcak dalgaları hakkında daha az haber, rapor ve resmi istatistik yayımlanacak.

Belirlenen sıcak eşiklerinin nasıl belirlendiği ise bilinmiyor. Kurum, sıcak dalgası tanımının amacının “medyaya ve halka tutarlı ve güvenilir mesajlaşma sağlamak” olduğunu açıkladı, ancak bu değişimin Birleşik Krallık’ta iklim etkilerinin tırmanmasını maskelemesi söz konusu olabilir.

Değişen referans çizgilerinin getirdiği risk

Guardian’dan Eleanor Salter, çevre ve iklim jargonunda “değişen referans çizgisi” kavramına işaret ediyor. Bu, doğal çevrenin durumu için kabul edilen normlardaki kademeli değişimi ifade ediyor. Geçmişin bilgi ve deneyimini kaybedildiğinde ise standartların istikrarlı bir şekilde düşürülmesi, bozulmanın, yıkımın ve türlerin azalmasının normalleştirilmesi riski büyüyor.

İlk olarak 1995 yılında deniz biyoloğu Daniel Pauly tarafından balıklarla ilgili olarak kullanılan terim hayata geçirilirken, balık stoklarının üç yüzyıl öncesinin bolluğuna döndürmek yerine koruma çalışmalarından önceki şiddetli düşüş referans alınarak birkaç on yıllık bir dönemle sınırlandırılmıştı.

Değişen referans çizgisi sendromu, vahşi yaşam alanlarına ve daha soğuk iklimlere aşinalık azaldıkça, doğal dünyanın tüm unsurlarına nüfuz edebilir ve temel ısı standartları da buna bağlı olarak değişebilir.

Çiseleyen yağmuru ve griliği ile ünlü Birleşik Krallık’ta bu durum iklim etkileri arttıkça hızla değişiyor. Reading Üniversitesi’nden Prof Nigel Arnell, sıcaklık eşiği değişikliğinin muhtemelen son olmayacağını söylüyor: “Sıcak  dalgalarını yeniden tanımlamaya devam etmemiz gerekecek. Aksi takdirde her yaz bir sıcak hava dalgası yaşayacağız. Ne yazık ki yeni bir adlandırma eşiği, sağlığımızı, altyapımızı ve çalışma koşullarımızı şoke eden yükselen sıcaklıkları durduramayacak.”

Nisan ayında hangi sebze ve meyveler tüketilmeli?

Mevsim meyve ve sebzeleriyle beslenmek; doğayı ve doğal olanı korumak, zehirsiz gıdalar tüketmek, karbon ayak izini düşürmek için atabileceğimiz küçük ama etkili bir adım.

Peki nisan ayında hangi sebze ve meyveler tüketilmeli?

Sıfır atık hedefine uyalım

Yeşil Düşünce Derneği tarafından hazırlanan takvim, hangi mevsimde neleri yememiz gerektiğini hatırlatıyor. Dernek, paylaşımında şöyle diyor:

“Tüm ağaçların en güzel çiçeklerini açtığı, kuşların en güzel melodilerini şakıdığı nisan ayı boyunca doğayla olan bağımızı, mevsimsel beslenerek ve bu esnada sıfır atık hedefine uygun yöntemler kullanarak gösterebiliriz.”

Besinleri mevsiminde tüketmek hem doğa hem de sağlığımız için oldukça önemli.

Çünkü mevsiminde yetişmemiş meyve ve sebze, doğa şartlarıyla işbirliği yapılarak değil, doğayla mücadele ederek üretildiğinden, üretiminde hibrid tohum, böcek ilacı ve kimyasal gübre kullanım oranı yükseliyor.

İşte nisan ayının sebze ve meyveleri:

  • Marul
  • Kuşkonmaz
  • Enginar
  • Sarımsak
  • Bezelye
  • Yeşil Soğan
  • Papaz erik
  • Valensiya portakal
  • Çağla
  • Bakla
  • Semizotu
  • Kırmızı/mor lahana
  • Kara lahana
  • Turp
  • Brüksel lahana
  • Limon
  • Isırgan
  • Pırasa
  • Şevketibostan
  • Greyfurt

Boğaziçi direnişinin 456. günü:  Vazgeçmiyoruz

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, 311. kez rektörlük binasına sırt çevirdi. Naci İnci’nin rektör olarak atanmasının 221’inci, öğretim görevlisi Can Candan‘ı görevden almasının 259’uncu gününde de bir araya gelen akademisyenler, direnişlerini 456 gündür devam ettiriyorlar.

Atanan rektör Melih Bulu‘nun görevden alınmasından sonra rektörlük görevine atanan Naci İnci’nin, hukuksuz şekilde Can Candan’ı görevden alması kararına otuz üç gün önce mahkeme, yürütmeyi durdurma kararı vermişti.

Fotoğraf: Can Candan

Matematik Bölümü tam zamanlı öğretim üyesi Mohan Ravichandran’ın gerekçe gösterilmeden dönem ortasında görevden alınmasının ise yüz kırkıncı gününde nöbet tutuldu.

Akademisyenler daha sonra #KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz diyerek arkalarını 311. kez rektörlük binasına döndüler.

Fotoğraf: Can Candan

Akademisyenler nöbet boyunca ellerinde “Kabul Etmiyoruz” “Vazgeçmiyoruz”, “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite” yazan dövizler taşıdılar.

İstanbul’daki tarım arazilerinin yüzde 37’si kentleşme tehdidi altında

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi (SCÜ) Mühendislik Fakültesi Harita Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Ercüment Ayazlı öncülüğündeki ekip, İstanbul‘un ‘2040 Yılı İçin Kentsel Yayılma Riski Haritası‘nı çıkarttı.

Kentsel yayılma, çevreye etkileri ve simülasyon modellerini üretilmesi konusunda çalışmalar yapan SCÜ Mühendislik Fakültesi Harita Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. İsmail Ercüment Ayazlı öncülüğünde Bursa Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ömer Bilen ile Çorum Hitit Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yüksek Mühendis Ahmet Emin Yakup, 2000, 2006, 2012 ve 2018 verileri kullanılarak İstanbul için 2040 yılı kentsel yayılma simülasyon modeli oluşturdu. Hazırlanan harita ile İstanbul’un 2040’a kadar kentsel yayılma riskinin sonuçları ortaya konuldu.

‘Kentli nüfus oranının 2050’de yüzde 70’e ulaşması bekleniyor’

DHA’nın haberine göre; İstanbul’u bir laboratuvar olarak gördüklerini belirten Doç. Dr. İsmail Ercüment Ayazlı, “Şu anda hepimizin konuştuğu konu; tarım ve orman. Çünkü pandemi bize bunu gösterdi. İnsanoğlunun ihtiyacı en önemli iki şey; temiz hava ve bağışıklık sistemini güçlendirecek organik beslenmedir. Bunları da tarım arazilerimiz ve ormanlarımızla sağlıyoruz. Bunların üzerindeki en önemli baskı; kentleşme baskısı. Dünya nüfusunun her yıl artmasına rağmen kırsal alan nüfusu sürekli azalmakta ve 2050’ye gelindiğinde kentli nüfusun yüzde 70’e yaklaşması beklenmektedir. Bu da şu demek; 2050’ye gelindiğinde kırsal alanda yaşayan her bir kişi, üç kat daha fazla emek sarf etmeli ki; hem kendi hem de kentte yaşayan insanların karnını doyurabilsin” dedi.

‘Ormansızlaşma ve sulak alanların yok olması, iklim değişikliği, gıda güvensiizliği ve kirliliğe sebep oluyor’

Özellikle çevresel sorunlara dikkat çekmek istediklerini ifade eden Doç. Dr. Ayazlı, “Çevresel sorunların başında; arazi kullanımı ve örtüsünde meydana gelen değişimler yer alıyor. Arazi kullanımı ve örtü değişimleri nedeniyle meydana gelen ormansızlaşma, tarım arazilerinin ve sulak alanların yok olması sonucunda özellikle iklim değişikliği, küresel sınma, kuraklık ve sel baskınları, salgın hastalıklar, hava ve su kirliliği, beslenme ve gıda güvenliği gibi sorunlar ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda özellikle yerel yönetimler açısından artan enerji maliyetleri ve yerel yönetimler tarafından sunulan kamu hizmetlerinin aksamasının yanında yoksulluğun artması, yoksullukla mücadele, demografi ve yaşam kalitesinin değişmesine neden olmaktadır” diye konuştu.

‘Tarım arazilerinin yüzde 37’si, ormanların yüzde 21’i kentleşme tehdidi altında’

2040′ neden seçtiklerini de açıklayan Doç. Dr. Ayazlı, “İstanbul’da çevre düzenlemesi planı, en son 2010’da yapıldı. Bu planlar 30 yıllıktır. O nedenle kestirim tarihini 2040 yılı olarak belirlediğimiz çalışmamızdan elde ettiğimiz sonuçlara göre, İstanbul’da tarım arazilerinin yüzde 37’si, ormanlarınsa yüzde 21’i kentleşme tehdidi altında” dedi. Beklenen İstanbul depremine de değinen Doç Dr. Ayazlı şöyle konuştu:

“Buna ek olarak beklenen İstanbul depremini de göz önünde bulundurarak elimizdeki çevre düzenlemesi planının içinde yer alan ‘jeolojik riskli alanlar’ verileri var. Bir de bununla ürettiğimiz modeli çakıştırdık. Burada da jeolojik riskli alanlardaki olası kentleşme baskısı yüzde 60 olarak hesaplanmıştır. Bu rakamlar artabilir, azalabilir. Gerekli önlemler alındığı takdirde buradaki hasarlar minimuma inebilir.”

İstanbul depremi

2020 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Deprem Mühendisliği Anabilim Dalı’nın ortaklaşa bir rapor hazırladığını hatırlatan Doç. Dr. Ayazlı, şunları söyledi:

“Bu raporda 7,5 büyüklüğündeki bir deprem senaryosuna göre, İstanbul’daki binaların ortalama yüzde 17’sinin orta ve üstü seviyede hasar göreceği, 12 bin 400-14 bin 150 arasında insanın yaşamını yitireceği tahmin ediliyor. Bu da çok ciddi bir rakamdır. 15 milyar dolar civarında bir mali kaybın meydana geleceği hesaplanmıştır. Kur artışıyla şu an bu oran 2 katına çıkmış vaziyette. İstanbul’da kentsel yayılmayı kontrol altında tutmak için gerekli önlemler alınmadığı takdirde oluşabilecek zararlar, bu rakamların üzerinde olacaktır. Amacımız; kentle ilgili karar vericiler proje geliştirdiğinde, hazırladığımız bu haritayı göz önüne alması.”

Uzayda güneş enerjisi istasyonu kurmak, enerji talebine yanıt verebilir mi?

Uzay tabanlı güneş enerjisi, İngiltere hükümetinin Net Sıfır İnovasyon Portföyünde yer alan teknolojilerden biri ve ülkenin 2050 yılına kadar “net sıfır”a ulaşmasını sağlamak için diğerlerinin yanı sıra potansiyel bir çözüm olarak tanımlanıyor.

Geçen ay İngiltere Bilim Bakanı George Freeman, uzayda devasa bir güneş enerjisi istasyonu inşa etmek için 16 milyar sterlinlik bir teklifin hükümet tarafından ciddiye alındığını söylemiş, “Büyük projelere açığız, bütün bu projeyi destekleyebilecek olmasak bile, bu tip sistemlere destek olmaya hazırız” demişti

Freeman, departmanının, yörüngede yenilenebilir enerjiyi Dünya‘ya geri ışınlayacak bir güneş enerjisi istasyonu geliştirmek isteyen bir grupla görüşeceğini de eklemişti.

Uzay tabanlı güneş enerjisi nedir?

Uzay tabanlı güneş enerjisi temelde, uzayda güneş enerjisinin toplanmasını ve Dünya’ya aktarılması anlamına geliyor. Fikrin kendisi yeni olmasa da, son teknolojik gelişmeler bu olasılığı daha ulaşılabilir hale getirdi.

Uzay tabanlı güneş enerjisi sistemi, güneş panelleriyle donatılmış devasa bir uzay aracı olan güneş enerjisi uydusunu içeriyor. Bu paneller, ürettikleri elektriği yüksek frekanslı radyo dalgaları aracılığıyla kablosuz olarak Dünya’ya iletiyor. Rekten adı verilen bir toprak anteni, radyo dalgalarını elektriğe dönüştürmek için kullanılıyor ve daha sonra bu, elektrik şebekesine iletiliyor.

Yörüngede yer alacak bir bir güneş enerjisi istasyonunun en önemli avantajı, Dünya’da yer alan yalnızca gündüzleri elektrik üretebilen ve hava durumuna bağımlı olan karasal güneş enerjisi sistemlerinin aksine, günde 24 saat Güneş tarafından aydınlatılarak sürekli elektrik üretebilecek olması.

Küresel enerji talebinin 2050 yılına kadar yaklaşık %50 artması öngörüldüğünde uzay tabanlı güneş enerjisi, enerji sektöründe artan talebi karşılamaya ve küresel sıcaklık artışıyla mücadele etmeye yardımcı olmanın anahtarı olabilir.

güneş

Dezavantajlar: Riskli ve maliyetli

Uzay tabanlı bir güneş enerjisi istasyonu, çok sayıda güneş modülünün yörüngede robotlar tarafından monte edildiği modüler bir tasarıma dayanıyor. Tüm bu unsurları uzaya taşımanın zorluğunun yanı sıra, bu proje maliyetli ve çevreye de zarar verecek.

Güneş panellerinin ağırlığı, ilk zorluklardan biri olarak tanımlansa da ultra hafif güneş pillerinin geliştirilmesiyle yeniden ele alınıyor. Hafif güneş pilleri, kablosuz güç iletimi ve uzay robotiği gibi temel teknolojilerdeki gelişmeler nedeniyle, uzay tabanlı güneş enerjisinin teknik olarak uygun olduğu kabul ediliyor.

Fakat sadece bir adet uzay tabanlı güneş enerjisi istasyonunun montajı bile birçok uzay mekiği fırlatmasını gerektirecek; bu sebepten uzun vadede karbon emisyonlarını azaltmak için tasarlanmış olan istasyonlar, uzaya fırlatmalarla önemli emisyonlara sebep olacak.

Space X gibi şirketler bunu değiştirmek için çalışıyor olsa da, uzay mekikleri şu anda yeniden kullanılabilir değil. Fırlatma sistemlerini yeniden kullanabilmek mümkün olursa, uzaya dayalı güneş enerjisinin toplam maliyeti önemli ölçüde azalacak.

Uzay tabanlı bir güneş enerjisi santralini başarılı bir şekilde inşa etmek başarılsa dahi, bu sistemin işletimi de birçok pratik zorlukla karşı karşıya kalabilir.

Güneş panelleri, Dünya’nın atmosferi tarafından korunmayacağı için uzay enkazından zarar görebilir. Ayrıca daha yoğun güneş radyasyonuna maruz kalmaları, Dünya’dakilerden daha hızlı bozulacakları anlamına gelir ve bu da üretebilecekleri gücü azaltacaktır.

Kablosuz güç iletiminin verimliliği ise düşündürücü bir başka konu. Uzun mesafeler boyunca enerji iletmek – özellikle de bu durumda uzaydan yeryüzüne – zordur. Mevcut teknolojiyle, toplanan güneş enerjisinin sadece küçük bir kısmı Dünya’ya ulaşabilir.

Pilot projeler devam ediyor

ABD’deki Uzay Güneş Enerjisi Projesi, yüksek verimli güneş pillerinin yanı sıra uzayda kullanım için optimize edilmiş bir dönüşüm ve iletim sistemi geliştiriyor. ABD Deniz Araştırma Laboratuvarı, 2020’de uzayda bir güneş modülü ve güç dönüştürme sistemini test etti.

Çin de 2035 yılına kadar işleyen bir sisteme sahip olmak amacıyla Bishan uzay güneş enerjisi istasyonunda ilerleme kaydettiğini duyurdu.

Birleşik Krallık‘ta, son Frazer-Nash Danışmanlık raporuna göre, 17 milyar sterlinlik bir uzay tabanlı güneş enerjisi geliştirmek, ‘uygulanabilir’ kabul ediliyor. Projenin küçük denemelerle başlaması ve 2040 yılında faaliyete geçecek bir güneş enerjisi santralinin kurulması bekleniyor.

Güneş enerjisi uydusu 1.7 km çapında ve yaklaşık 2 bin ton ağırlığında olacak. Karasal anten de kabaca 6,7 ​​km’ye 13 km gibi büyük bir yer kaplııyor. Birleşik Krallık genelinde arazi kullanımı göz önüne alındığında, açık denizlere yerleştirilmesi daha olası kabul ediliyor.

Bu uydu yapılırsa, İngiltere’ye 2 GW güç sağlayacak. Bu önemli miktarda bir güç olsa da, ülkenin 76 GW civarındaki üretim kapasitesine küçük bir katkı.

Son derece yüksek başlangıç ​​maliyetleri ve yavaş yatırım getirisi ile proje, özel şirketlerin yatırımlarının yanı sıra önemli hükümet kaynaklarına da ihtiyaç duyacak.

Ancak teknoloji ilerledikçe, uzaya fırlatma ve üretim maliyeti istikrarlı bir şekilde azalacak ve projenin ölçeği, maliyetin azalmasıyla seri üretime olanak sağlayacak.

Uzay tabanlı güneş enerjisinin 2050 yılına kadar net sıfıra ulaşmamıza yardımcı olup olmayacağı ise henüz tartışma konusu. Çeşitli ve esnek enerji depolama, hidrojen ve yenilenebilir enerji sistemlerinde büyüme gibi diğer teknolojiler, şu an daha iyi anlaşılır ve daha kolay uygulanabilir durumd.

Zorluklara rağmen, uzay tabanlı güneş enerjisi, heyecan verici araştırma ve geliştirme fırsatları için bir öncü kabul ediliyor. Gelecekte teknolojinin, küresel enerji arzında önemli bir rol oynaması muhtemel.

Fosil yakıt üretimini artırma kararı alan Birleşik Krallık hükümetine işgalli protesto

Birleşik Krallık hükümetinin fosil yakıt üretimini “iki katına” çıkarması iklim aktivistlerinin protestosuna neden oldu. Geçen cuma, Londra, Birmingham ve Southampton yakınlarındaki 10 İngiliz petrol terminalini bloke eden protestocular petrol tankerlerine de tırmanarak hareketini engelledi.

Üç yıl önce Londra’yı günlerce kilitleyen iklim eylemlerini düzenleyen Extinction Rebellion ve Just Stop Oil adlı grup, fosil yakıtların keşfi, bunların geliştirilmesi ve üretimine son vermek için birlikte çalışan bir koalisyon olduklarını söyledi.

Euronews‘e konuşan protestoculardan Louis McKecknie, “Bunu yapmak istemiyorum ama soykırımcı hükümetimiz bana başka seçenek bırakmıyor” dedi.

Hükümetin petrolün “Putin’in savaşını” finanse ettiğini ve enerji şirketleri “milyarlarca kar elde ederken” milyonlarca insanı yakıt yoksulluğuna ittiğini bildiğini söyleyen McKecknie, AB’nin Rus gazına olan bağımlılığı azaltmak için Avrupa’da daha fazla güneş paneli yapılması gerektiğini kaydetti:  

“Birleşik Krallık’ta daha fazla petrol ve gaz çıkarılmasına izin vermenin intihar olduğunu ve küresel ısınmayı hızlandıracağını biliyorlar. Bu, milyonlarca insanın ısı stresinden ölmesi, evlerini kaybetmesi veya yiyecek için savaşmak zorunda kalması anlamına geliyor.”

Polis, Londra’nın hemen doğusundaki Essex ilçesinde yapılan eylemlerde altı kişinin tutuklandığını açıkladı.

Boris Johnson hükümetinin, önümüzdeki hafta enerji fiyatlarındaki artıştan korunabilmek için yerel fosil yakıt arzını artıracağını açıklaması bekleniyor. Birleşik Krallık, 2050 yılına kadar net sıfır emisyon taahhüdünde bulunsa Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı nedeniyle meydana gelen aşırı fiyat artışlarını regüle etmekte zorlanıyor. Hükümet, Rus petrol ve gaz ithalatının 2022 yılı sonuna kadar aşamalı olarak durdurulacağını bildirmişti.

Just Stop Oil, eylemin Ukrayna’daki savaş, hayat pahalılığı artışları ve iklim çöküşünün beklenenden çok daha hızlı gerçekleştiğine dair haberler de dahil olmak üzere “bir dizi ardı ardına gelen krizin ortasında” geldiğini söylüyor.

Grup yaptığı açıklamada, “Ancak, bu olaylar İngiltere’nin petrol ve gaz bağımlılığını azaltmak için acil bir müdahaleye yol açsa da, hükümet yeni petrol ve gaz için sondajı ikiye katlıyor” dedi.

Nükleer enerji kapasitesi de artırılıyor

Başbakan Johnson geçtiğimiz günlerde nükleer enerjinin 2050 yılına kadar ülkenin elektriğinin yüzde 25’ini sağlamasını istediğini de açıklamıştı.

Nükleer enerji, Birleşik Krallık’ın, özellikle Rus doğal gazından enerji bağımsızlığını sağlama planlarında önemli bir yer tutuyor. Şu anda, İngiltere’nin elektriğinin yüzde 16’sı altı nükleer güç reaktöründen üretiliyor, ancak bu on yılın sonunda sadece bir tanesi hala elektrik üretiyor olacak. Bu nedenle de yeni reaktörlerin inşası ve var olanların kapasitesinin geliştirilmesi hükümetin gündeminde.

Greta Thunberg’den iklim kriziyle mücadele için el kitabı

İklim aktivisti Greta Thunberg, önde gelen bilim insanları ve yazarların katkılarıyla dünyanın yaşadığı iklim ve çevre krizleriyle mücadele için bir el kitabı hazırladı.

Penguin Random House, geçen hafta “İklim Kitabı”nın ekim ayında Birleşik Krallık’ta yayımlanacağını duyurdu.

Kitaba Margaret Atwood ve Amitav Ghosh, iklim bilimci Saleemul Huq ve Dünya Sağlık Örgütü başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, Kenyalı çevreci Wanjira Mathai, Brezilyalı yerli aktivist Sonia Guajajara, Fransız ekonomist Thomas Piketty ve Kanadalı gazeteci Naomi Klein’in de aralarında bulunduğu 100’den fazla akademisyen, düşünür ve kampanyacı katkı verecek.

El kitabının okuyucuların iklim, çevre, sürdürülebilirlik ve yerli nüfusa yönelik tehditler arasında bağlantı kurulmasına yardımcı olması ve aktivistler için bir rehber oluşturması amaçlanıyor.

‘Yeşil Yıkama’yı anlamanın yolları

İklim Kitabı, Thunberg’in “dünya çapında yeşil yıkamayı öğrenme, gösterme ve ortaya çıkarma” hikayelerini de içeriyor. Penguin Press editörü Chloe Currens, kitabın “iklim tartışmasını sonsuza dek değiştirmeyi amaçlayan, ahlaki amaçlara sahip eşsiz bir kitap” olduğunu; katkıda bulunanların da  “değişim, eylem ve dayanıklılık hakkında ikna edici hikayeler” sunduğunu kaydetti. 

Greta Thunberg’in 2018’de, 15 yaşındayken iklim değişikliğine karşı harekete geçmeyen dünya liderlerini  protesto etmek için cuma günleri okulu asarak başlattığı “iklim grevi” küresel bir iklim gençliği hareketine dönüştü.

Şimdi 19 yaşında olan İsveçli aktivistin, “Evimiz Yanıyor” adlı bir anı kitabı ve “Kimse Fark Yaratamayacak Kadar Küçük Değil” başlıklı, konuşma metinlerini içeren bir başka kitabı daha bulunuyor.

“İklim Kitabı” 27 Ekim’de Birleşik Krallık’ta Allen Lane ve 2023’ün başlarında ABD’de Penguin Press tarafından yayımlandıktan sonra dünyanın pek çok ülkesinde vitrinlere çıkacak.