Ana Sayfa Blog Sayfa 5416

Ünsal Hoca’nın Dunelt’i

“…Hayattan ne öğrendiysem, çocukluğumun 28×1,5 jantlı, Dunelt marka İngiliz bisikletinden öğrendim.

(…) Yaşadığınız ortam size dar geliyorsa, bir bisiklet alın. O, sizi; Victor Hugo’nun ‘Sefiller’ine, Michel Zevako’nun ‘Pardayanlar’ına, Swift’in ‘Güliver’in Seyahatleri’ne, Urfa’lı Mateos’un ‘Vekayınamesi’ne, Aristofanes’in ‘Barış’ına, Dostoyevski’ye, Kafka’ya, Borges’e götürecektir.

Seçmenlerin Yüzde 58'i 'Evet' Dedi

Ankara'da oy kullanan bir seçmen

Türkiye’de, anayasa değişikliği paketi için yapılan oylamada, seçmenlerin büyük bölümü değişikliklerin kabulü yönünde oy kullandı.

Katılımının yüzde 77 olduğu referandumda oyların yüzde 98’den fazlası sayıldı.

Seçmenlerin yüzde 58’i ‘evet’ oyu verirken, hayır oyları yüzde 42’de kaldı.

Boykot Doğu'da Başarıya Ulaştı – 20.15

Barış ve Demokrasi Partisi’nin Anayasa referandumunu boykot kampanyası  büyük başarı sağladı. BDP’nin geçtiğimiz seçimlerde birinci ya da ikinci parti olduğu illerin hemen hemen tümünde katılım oranı yüzde 50’nin altında kaldı.

Herkesin gözünün çevrildiği Diyarbakır’da şu ana kadar alınan sonuçlara göre referanduma katılım oranı sandıkların yüzde 90’ının açılmasının ardından yüzde 30’un biraz üzerinde kaldı.

Sandıktan Anayasa Değişikliğine 'Evet' Çıktı – 20.00

Türkiye genelinde saat 17.00’de oy verme işlemi sona erdi. Şu ana kadar sandıkların yüzde 96’sı açıldı. İlk gelen sonuçlara göre ‘evet’ diyenlerin oranı yüzde 58,22 ‘hayır’ diyenlerin oranı yüzde 41,77.

Sonuçlar Evet Yönünde – 18.30

Türkiye genelinde açılan sandıklardan gelen sonuçlara göre şu anda Evet oranı yüzde 60, hayır oranı ise yüze 40…

Batı Nil Virüsü Can Alıyor

Enfeksiyon ve yüksek ateşle kendini gösteren, sivrisinek ısırmasıyla bulaşan Batı Nil virüsü endişeye yol açıyor. Yunanistan’da geçen ay ortaya çıkan Batı Nil virüsü nedeniyle yaşamını yitirenlerin sayısı 22’ye ulaştı.

Yunanistan’da Batı Nil virüsü vakalarının sayısı 207’yi buldu. Virüs bulaştığı belirlenen kişilerden 152’si taburcu edilirken, 10 hastanın yoğun bakım ünitelerinde tutulmaya devam edildiği belirtildi.

Hayır-Boykot- Ece Temelkuran Şaşkınlığı

Referandum bu Pazar gerçekleşecek. Artık son dakikalar. Bayram telaşının yanı sıra referandum telaşı da sarmış her bir yanı. Aylardır hiç abartısız binlerce makale yazıldı. Neden EVET? Neden HAYIR? Neden BOYKOT?’u vatandaşa anlatmak için.

Aslına bakarsak kaseti başa sarıp, tekrardan dinlemeye kimsenin mecali kalmadı. Ama iki kelam etmeden de olmuyor şu atmosferde. Son saatlerin heyecanı ile, anayasayı, referandum tercihlerini ve bu süreçteki kafa karışıklığına değinelim biraz.

SAMİMİYET VE GÜVEN

Başta 12 Eylül’de yapılacak referandumun darbe anayasasını defetme referandumu olmadığı  noktasında hemfikir olmamız lazım. “Olmalıyız çünkü” diye onlarca sebep sayabiliriz: Darbe anayasasının temelleri olan RTÜK, YÖK, HSYK gibi kurumların varlığı, yükselen işçi sınıfı hareketine karşı yapılan darbe ve bu sınıf mücadelesi korkusundan koyulan işçi düşmanı maddelerin varlığı, sermayenin talepleri doğrultusunda şekillenen bir anayasanın daha da bu eksene kayması -toplu sözleşme grev hakkı maddesi düzenlemesinde, yetkini, son sözün arabulucu kişiye verilmesi-, 30 yıldır Türkiye’nin en büyük sorunu olan Kürt soruna çözüm üreten bir anayasa olmaması, farklılıkların haklarını güvence altına alan bir anayasa olmaması gibi 12 Eylül Anayasası’nın en temel ihtiyaçlarının kanlı canlı ortada durduğunun kanıtı bir sürü gerekçe sayılabilir.

İktidarın en büyük iddiası ise, 12 Eylül Anayasası’na veda ettiğimiz ve yargının demokratikleştiği yönünde. Demokrasinin tanımı evrensel olarak en basit haliyle aynıdır. Demokrasi, kurum düzeyinde “anatomik” olarak farklı kişilerin olması veya kişi sayısının artması demek değildir. Bu; o kurumun aldığı kararların daha çok tartışma, bakış açısı sonrası karara bağlandığını veya işlevinin kafa sayısının artmasıyla değiştiğini göstermiyor. Bugün HSYK’nın üye sayısının artırılması, TSK/AKP emrindeki/yönetimindeki farklı mevkilerden kafaların olması demokratikleştiğimiz anlamına gelmiyor. Sadece fazla iş gücü demektir. Hatta Türkiye’nin ötekileri ve emekçileri açısından tam manasıyla niteliksiz iş gücüdür. AKP’nin devlet kademelerinde örgütlenmeye çalıştığı bir gerçek. Ama bu paranoya derecesinde arkasında koşulacak bir şey değildir. Yarın MHP, CHP gibi sistem partileri de bu imkânı yakaladığı anda kaçırmayacaklardır. Mesele halkın örgütlülüğü ile bir iktidar yaratabilmesidir. Buradan ne kadar uzakta isen, bundan ne kadar uzakta bir örgütlenmede isen, bu sonuçlar kaçınılmaz olacaktır. Hepsi farklı kelimelerle, güzellemelerle çözüm ürettiğini söyleyecek. Artık dilimize pelesenk olsa da, hepsinin “farklı dil/din/etnisite, cinsel kimlik”lere uygulamaları ortak bir noktadan geliyor: “Tek tip, tek bayrak, tek millet, tek cinsiyet”. Emekçiler ile sermaye arasında seçimleri nedir? TUSİAD; bilemedin MUSİAD. Bugün anayasanın “demokratikleşmesi”ni TUSİAD da istediğini belirtti. Peki, sorulmaz mı hangi akla hizmettir, bir patronun gelirini işçiyle bir gıdım daha fazla paylaşacağı bir düzenlemeyi istemesi?

İşte tam bu noktada; Anayasa değişikliğini samimi bulmuyoruz derken, bu ayrıntıları ifşa etmek gerekir. Bizim derdimiz AKP, MHP, CHP ve türevindeki bir parti ile değil. Derdimiz; etnik, dini, cinsel farklılıklar ve üretenler çerçevesinden bakmayan akıllarla. Peki, soralım bu kadar saydıktan sonra, “Yapılan değişiklikler, 12 Eylül Anayasası’nı ortadan kaldırıp, emek eksenli, demokratik bir anayasa haline mi getiriyor?” Hayır. “Peki, bu legal zemin içerisinde anayasayı değiştirme talebimiz, yani emekçilerin, halk yığınlarının temel ihtiyaçları başta olmak üzere, “etnik-inançsal-cinsel ve diğer tüm farklılıkların” refahı için bir anayasa gündemi “Evet” çıkması halinde elimizden kaçıyor mu? Sermaye çerçevesinden, milliyetçilik ekseninden, tek tipçilik edebiyatı üzerinden politika üretenlere karşı bir örgütlenme yapamadığımız sürece, Türkiye gündemine düşenlere ancak “EVET” “HAYIR” ile müdahale noktasında kalacağız. Yani mevcut konjonktürde, Anayasa değişikliğini kendi tarafından gündemleştirebilen taraf veya taraflar, gündeme getirdiği gibi gündemden götürmeyi de büyük bir marifetle yapacaktır.

Bu noktada elimizde “Hayır” ve “Boykot” seçenekleri kalıyor. AKP’nin yedeğine düşen, gelecek planı olmayıp, etkili bir mücadele çizemeyeceğini dünden kabul eden AKP ile ittifak içerisinde olan eski “sosyalist”ler ve kendisine “sosyalist” diyen başkalarının elinden ekmek bekleyen/ hak dilenen bazı entelektüeller (her ne kadar ağır bir söylem olsa da, bu “Evet” kararının altında aslında örgütlülüğe ve değişim gücüne inançsızlık yatmaktadır)  , günü kurtarma ve günlük politika aklındakiler, kendi örgütsüzlükleri ve örgütlü bir toplum inşa etme beceriksizliklerinden  “Evet”e mahkûm kılınıyorlar. Dolayısıyla “Evet” ya da “Yetmez ama evet”çi oluyorlar. Bugün İktidarın; -politik olarak tasvip etmememize imkan olmasa da- MHP ve CHP’nin “Hayır”ına, BDP’nin “Boykot”una karşı söylem üretmesinin sebebi; bunların örgütlü güçler, örgütlü fikirler olmalarıdır. ( MHP ve CHP’nin örgütlülüğü, örgütlenmesinde kullandığı politikalar tabii ki aynı kefede değerlendirilemez)

DEMOKRATİK  ÖZERLİK VE BOYKOT

Referandum gibi “Evet” “Hayır” dışında bir seçeneğin olmadığı oylamalarda, kabul ya da reddedilmesi istenen madde/paket’in tüm toplumu ilgilendirmesine rağmen, AKP’nin kendi başına sunduğu bu referandumu “Boykot” seçeneği, her iki taraf için de karşı tarafı güçlendirir söylemleri matematiksel olarak doğru görünse de ; Kürt açılımında Kürtlerin, Alevi açılımına Alevilerin muhatap alınmadığı, demokrasi paketlerinin demokrasi kokmadığı bir zincire, Anayasa değiştirilirken bir halk olarak Kürtlerin yok sayılması, BDP’nin Anayasa değişikliği önerilerinin hiçe sayılmasının politik olarak referandumdaki karşılığı olan “Boykot” olmuştur.

Türkiye’nin on yıllardır en önemli mevzularından biri olan Kürt sorununun, anayasa değişiklikleri kapsamında çözüm üretilmemesi dolayısıyla, bu anayasanın Kürtleri dışlayan bir anayasa olduğu aşikârdır. Böylece Kürt hareketi de,“Peki, madem bizim anayasamız değil, oylamıyoruz” deme hakkına sahiptir. İşte bu noktada korkulan ise, özelikle “Demokratik Özerklik”in gündemleştiği bu dönemde Kürt illerinde “Boykot” oranının hayli yüksek çıkması, aslında Kürtlerin bu anayasayı reddettiğinin, kale bile almadığının göstergesidir. Kürt hareketinin gücünün göstergesi, referandum içinde referandumdur. Halk BDP’nin anayasa önerilerine oyunu vermiş demektir. Kürt halkı kendi anayasasını oylamış demektir. İşte o zaman, birileri için “tehlike” çanları çalarken, Türkiye için de “barış” zılgıtları çalacaktır.

BOYKOT ve HAYIR

Türkiye’de Kürt sorununu Kürt halkının taleplerini göz önünde bulundurarak barışçıl çözülmesi noktasında hem fikir olan sosyalist partiler ile BDP referandum sürecinde ayrıştılar. Temel olarak Kürt sorunu meselesinin görmezden gelinmesi ve demokrasi, eşitlik , özgürlük ve daha geriden sendikal ve sosyal hakların, anayasanın temeline oturtulması sebebiyle Kürt Hareketi “Boykot”u örgütlerken, hemen hemen aynı gerekçelerle sosyalist partiler de her iki anayasa üzerinden, iktidarı ve muhalefetin “Hayır”ının ifşasını yapan, bir noktada “Hayır Ama Yetmez” niteliğinde bir “Hayır” örgütlemesi yapıyor.

Bazı  Hayaller Sandığa Sığmaz

Kürt hareketinin “Boykot”  tavrının anlaşılabilirliğini ve özelikle bölgedeki boykot oranın etkisinin önemini yukarıdaki paragrafta açıkladım. Öte yandan,  “Hayır ama Yetmez”i örgütleyen sosyalist partilerin “ifşa”sının da önemli olduğu gerçeğini gözden kaçırmamak gerekir. Sosyalist partileri pragmatist ve parlamentodan medet uman pozisyonda görmek, parlamento içerisinde giren BDP’nin de parlamentarist olarak adlandırılması demektir. Lakin bugün sosyalist partilerin ve BDP’nin parlamentoya girme isteğinin ana sebebi, mevcut düzeni teşhir etmektir. Yani bugün gerçek düzlemden kopmadan ifşa eden bir “Hayır” diyen sosyalistlerin tutumu ile benzer değerlendirilebilirken, tabii ki BDP’nin örgütlülüğü ve siyasete etkisi de gözden kaçırılmayacak bir gerçektir. Sanırım tahayyülü, emekten, barıştan, özgürlükten, insan haklarından yana bir anayasa ve bir dünya olan, örgütlenmeler pek tabii biliyorlar ki; bazı hayaller sandığa sığmaz, sandıktan da çıkmaz. Bu noktadaki asıl mesele ise, ifşanın kitlelere ne kadar ulaştığı ve örgütlülüğüdür. Sosyalist düşüncenin yıllar içinde her ne kadar örgütlülüğü zayıflasa/zayıflatılsa da, sosyalist düşünce; kitleler içerisinde bir beyin fırtınası yaratma ve kendi kitlesinin çok üstünde bir kitleyi etkileyebilme yeteneğini kaybetmiş değildir. Marx’ın bir kişi tarafından okunup bin kişi tarafından tartışılması veya merak edilmesi gibi. Tekrar edecek olursak burada asıl mesele bu düşünce ve pratik örgütlülüğün nasıl gerçekleşeceğidir.

Boykot ve “Hayır Ama Yetmez”ciler, ortak hareket edebilseydi, şuanda yaratılan etkiden daha fazlasını yaratabilecek ve sonuç “Evet” veya “Hayır” çıksa da, asıl önemlisi ileriki dönemde yeni bir anayasa talebinin örülmesi için ortak hareket etme ihtimalini şuan kinden daha fazla yakalayacaklardı. Sonuç olarak önümüzdeki referandumun sonucu her ne olursa, Türkiye’nin demokratikleştiği özgürleştiği, bir halk anayasası kazandığı yok. Asıl mesele, referandum sonrası, CHP-MHP gibi “Hayır”cıların, AKP ve liberal solcular gibi “Evet”çilerin elinden bu anayasa tartışmasını almak.

ECE TEMELKURAN’IN HAKLI ŞAŞKINLIĞI

Temmuz ayının sonunda 300’ü aşkın gazeteci, sendikacı, aydın, basın toplantısı düzenleyerek referandumu “Boykot” edeceklerini duyurmuşlardı. Bunlardan bir tanesi de yazar Ece Temelkuran idi. Ertesi gün, benim de yazılarımla destek verdiğim emekdunyasi.net adlı siteden muhabir arkadaşım, Ece Temelkuran’la görüşmüş. “Neden Boykot” diye sormuştu. O ise ortamın şizofrenik olduğundan dem vurmuş, bu ortamda ciddi işler yapılmayacağını belirtip, ahlaki olarak “Boykot” demek gerektiğini söylemişti. Röportajımızın başlığı ise, Temelkuran’ın ertesi günkü köşe yazısının da başlığı oldu. Geçen hafta ise, “İşte bu yüzden… Hayır” başlıklı köşe yazısı ile karar değiştirdiğini yazıp, okuyucularına da “Hayır”ı tavsiye etti.

Bir “deli”yle kaç “akıllı” baş  eder?

Aslına bakarsak, bir taraftan Ece Temelkuran’ı anlamamak elde değil. Kendisinin de dediği gibi, şizofrenik bir ortamda, Türkiye siyasetinin psikiyatri kliniğindeki muhabbetlerden, farklı olması beklenemezdi. İstemeden bu seçimin, bu ortamın ortasına atılıyorsunuz; sırf yaşadığınız, yerleştirildiğiniz bu klinik dolayısıyla bir seçime zorlanıyorsunuz. Yapacağınız seçim veya önünüze sunulan şey bulunduğunuz ortama veya sizin tedavisinin gerektiğini düşündüğünüz dertlere derman değil. Yani bu klinikte bir “akıllı” var, bir deliğe taş atıyor, sizler bilmem kaç 40 “deli” o taşla uğraşıyorsunuz. Bu şizofrenik ruh hali  içerisinde “akıllılar” bile çözümde uzlaşamıyor. Çünkü sunulan paket, ortam, söylemler, uygulamalar “akıllı” işi değil.

Sıralamaları ve bütünleyiciliği biraz farklı olsa da,  benzer argümanlarla iki farklı  seçenek var:  BDP’nin “Boykot” kararı, sosyalistlerin ifşa eden “Hayır”ı. Siyaseten çoğu zaman ortak hareket eden bu gruplar, referanduma ilişkin farklı tavırlar geliştirdi. “Boykot” bölgede farklı bir anlama geliyor. Kürt bölgesi için “Boykot”a amenna derken, diğer bölgeler için “Hayır ama Yetmez” örgütlenebilmiş miydi? İki bölge için farklı farklı tavırlar nasıl olurdu? Neden Türkiye’nin “sağlam” muhalefeti birlikte bir duruş sergileyemedi soruları kafamızda uçuşurken, “Hayır-Boykot” şaşkınlığı hala yerli yerinde duruyor. Çünkü Türkiye genelinde ne güçlü bir “Boykot” örgütlendi, ne de ifşa eden bir “Hayır”. Sanırım anlaşılıyor ki, referandumda “Hayır-Boykot” şaşkınlığından çok, “örgütlülük” asıl mesele.

Ece Temelkuran eğer 12 Eylül günü, Amed’de gözlerini açarsa akşama kadar sanat sokağında çay içerdi. Ben Amed’de uyanırsam, Temelkuran’ın karşısına bir iskemle çekip akşama kadar kaçak çay içerim. Ama asıl mesele ertesi gün başlıyor, sizler de birer iskemle kapıp gelin derim.

Referandumdan Demokrasi Çıkabilir…. Ama Nasıl?

yesiller_partisi_amblemi_webReferandumla ilgili Yeşiller Partisi Eş Sözcüleri Yüksel Selek ve Ümit Şahin tarafından yapılan basın açıklaması (10 Eylül 2010)

Kutuplaşmanın en üst noktaya taşındığı akıl dışı bir referandum süreci yaşadık.  Yarından sonra sandığa gideceğiz. Yeşiller Partisi olarak tavrımızı daha önce duyurmuştuk. İşlerin nasıl şirazesinden çıktığına dair iki gün önce haftalık bültenimiz içinde dağıttığımız bir değerlendirmemizi de aşağıda bir kez daha dikkatinize sunuyoruz. Anayasa değişikliğine dair daha Nisan ayında hazırladığımız raporu ve PM kararımızı da aşağıda hatırlatıyoruz. Her seçmen anayasa değişikliği hakkında doğru bir şekilde bilgilenip kararını oluşturma ve çarpıtılmış bilgilerden korunma hakkına sahip olmalıdır. Asıl yanlış olan iradelerin ipotek altına alınmasıdır. Son güne girerken vurgulamak istediğimiz son bir nokta var:

YEŞİLLER PARTİSİ
BASIN AÇIKLAMASI

'Yetmez Ama Evet' İle AKP 'İşbirliği'

1284191124Yetmez ama evet’çiler ile AKP’nin işbirliği kanıtlandı. AKP’nin ‘evet’ pankartlarıyla ‘yetmez ama evet’ pankartlarını aynı şirket asıyor. AKP İstanbul İl Başkanlığı’ndan bir yetkili de bu durumu şu sözlerle doğruladı: Pankartlar asılırken ben başında durdum.

Almanya'nın Nükleer Kararını Doğru Okumak / Özgür Gürbüz

Birkaç gün önce Alman hükümetinin ülkedeki mevcut nükleer santralleri kapatma kararını ötelemek istemesi kuşkusuz dünyadaki birçok nükleer karşıtını üzdü. İşin garibi, nükleer enerji taraftarlarını da pek sevindiremedi. 2002 yılında Sosyal Demokrat Parti ile Yeşiller Partisi koalisyonu sırasında alınan karara göre, Almanya’daki tüm nükleer santrallerin 2022 yılına kadar kapatılması kararlaştırılmıştı. Bugün iktidarda bulunan Hıristiyan Birlik Partileri (Muhafazakar-Sağ) ile Hür Demokrat Parti (Liberal-Sağ) koalisyonu ise, mevcut reaktörlerin kapatılmasını ortalama 12 yıl ertelemeyi istiyor. 1980 yılından önce çalışmaya başlayan santraller sekiz yıl, 1980’den sonra şebekeye bağlananlar ise 14 yıl ek süre kazanacak. Detaylı karar önerisinin 28 Eylül’de açıklanması bekleniyor.

Elektriğin yüzde 80’i yenilenebilirden
Almanya’da halihazırda 17 nükleer reaktör çalışıyor, Almanya’nın elektriğinin yüzde 22’sini karşılıyor, yenilenebilir enerji kaynaklarıysa yüzde 15’ini. Merkel’in kararı kabul görse bile Almanya’nın yenilenebilir enerji hedefleri değiştirmeyecek gibi görünüyor. Bilmeyenler için hatırlatmakta fayda var, 4 Ağustos 2010’da Federal Hükümet, Ulusal Yenilenebilir Enerji Eylem Planı’nı kabul etti. Plana göre Almanya’nın toplam enerji tüketiminin (sadece elektrik değil) yüzde 18’inin rüzgar, güneş, biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanması zorunlu hale getirildi. Şu anda bu oran yüzde 10 civarında seyrediyor. Plana detaylı bakılacak olursa, 2020 yılı için ısıtma ve soğutma alanında yenilenebilir enerjilerin payının yüzde 15,5, elektrik tüketiminde yüzde 38,6 ve ulaşımda ise yüzde 13,2 olması hedefleniyor. Dahası da var. Almanya hükümetinin Ekonomi ve Çevre bakanlarınca 30 Ağustos’ta bir özeti açıklanan ve dokuz farklı senaryodan oluşan Federal Hükümet’in enerji görünümüne ilişkin çalışmada, elektrik enerjisi üretiminin 2050 yılında, yüzde 77 ila 81 oranında yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanabileceği belirtiliyor. Bu rakam bile, Türkiye’deki bazı mühendislerin, nükleer ve termik gibi “baz yük” santralleri olmadan elektrik talebini yenilenebilir enerjiyle kesintisiz karşılamanın mümkün olmadığı savını çürütüyor. Almanya bu dokuz senaryodan hangisini seçerse seçsin, 1990 yılı seragazı emisyonlarını da 2050’ye kadar yüzde 85 oranında azaltabiliyor.1 Sorun teknik değil, ekonomik ve politik kısacası. Aynı nükleer enerji tercihinin bir teknik zorunluluk değil, siyasi bir tercih olması gibi. Bu ay sonunda Almanya’nın 2050 yılına ilişkin planını da açıklaması bekleniyor.

Nükleer enerji bir geçiş teknolojisi
Enerji konularına yakın olanların bile bazen bilerek bazen de bilmeyerek karıştırdığı gibi, enerji demek sadece elektrik demek değil. Ancak, nükleer demek, çevre için oluşturdukları riskleri bir yana bırakırsak, sadece “elektrik” demek. Halbuki, güneş, jeotermal ve biyokütle enerjileri ısıtmadan soğutmaya kadar enerji sektörünün birçok alanında faaliyet gösterebiliyor. Ulusal Yenilenebilir Enerji Eylem Planı’da yenilenebilir kaynaklı elektriğin payının yüksek olması, kısa bir süre içerisinde yüzde 40’lara çıkarılmasına çalışılması, kapatılacak nükleer santrallerin ürettiği elektriği temiz enerjiden sağlamayı amaçlıyor. Nükleer santrallerin kapatılma tarihlerinin ertelenmesi bu hedefe ulaşılmasını engeller mi; başta Almanya olmak üzere bugün herkes bu soruyu soruyor. Alman Şansölyesi Angela Merkel’in, kararı açıklarken yaptığı konuşmada, “nükleer enerjinin bir köprü”2 olduğunu söylemesi bu sorunun yanıtı olarak algılanabilir. Almanya’nın nükleer lobisine yakınlığı tartışma götürmez sağ partilerden oluşan koalisyonunun başındaki Merkel’in bile, nükleer enerjinin olmazsa olmaz bir enerji kaynağı olduğunu söylememesi düşündürücü. En azından nükleer enerjiyi savunanlar için üzücü. Çünkü, köprü dediğiniz, sizi diğer yakaya geçirir ve işlevi orada biter. Geri gitmeye niyetiniz yoksa tabii. Merkel bile artık nükleer enerjiye, ülkeyi yenilenebilir enerjiye ulaştıracak bir köprü gözüyle bakıyor. İklim değişikliği nedeniyle fosil yakıtlardan daha az seragazı salan nükleerde bir süre daha ısrar edilecek, daha sonra ise nükleerden de az seragazı emisyonuna sahip yenilenebilir enerjilere geçilecek.

Nükleere teşvik rüzgarın önünü keser mi?
Almanya’da nükleer santrallerin daha uzun süre çalıştırılmasına izin verilmesinin nedeni yenilenebilir enerji kaynaklarının yeterince hızlı geliştirilememesi olarak açıklanıyor. En azından hükümet bunu söylüyor. Bu doğru bile olsa, alınan kararın yenilenebilir enerji kaynaklarının daha hızlı gelişmesine neden olacağını söylemek zor. Almanya Yenilenebilir Enerji Federasyonu Başkanı Dietmar Schütz, “Nükleer santrallerin çalışma ömrünü uzatarak yenilenebilirin önüne bir engel kondu. Kedi çuvaldan çıktı” diyor.3 Yenilenebilir enerji her ne kadar hayatın çok farklı alanlarında (ısıtma, soğutma, tarım, elektrik gibi) insanlığa hizmet verse de, enerji piyasasını, verilen destekleri, nükleer ve fosil yakıtla çalışan santrallere göre düzenlediğinizde işler zorlaşıyor. Yenilenebilir ve nükleer iki farklı enerji sisteminin kaynakları olduğu için birine evet demek diğerine hayır anlamına geliyor aslında. Türkiye’de yapılmaya çalışıldığı gibi kirletenle kirletmeyen, kirletene hiçbir cezai yaptırım uygulamadan (karbon vergisi, emisyon ticareti, çevre denetimi vs.), üstüne teşvik verilerek aynı kefeye konduğunda, yenilenebilir enerjinin pahalı bile olduğunu iddia edebileceğiniz tutarsız bir piyasa yaratmış oluyorsunuz.

Nükleerciler para verdi, kapanma kararı ertelendi
Özetlersek, Almanya’nın mevcut 17 reaktörün kapatılmasını geciktirmesinin nükleer enerji savunucuları arasında büyük bir sevinç yaratmamasına şaşırmamak gerek. Söz konusu kararın Almanya’nın dört nükleer deviyle anlaşılarak, yılda 2 milyar 500 milyon avrodan daha fazla para ödemelerine neden olacak şekilde yapılması işin rengini daha da belli ediyor. Yapılan anlaşmaya göre dört firma, santrallerin kapatılmasının geciktirilmesi karşılığında, en azından 2016’ya kadar her yıl federal bütçeye, 2 milyar 300 milyon avro tutarında nükleer atık vergisi ödemeyi kabul ettiler. Önümüzdeki beş yıl boyunca yenilenebilir enerji projelerine harcanacak 300 milyon avroya yakın bir başka ödeme planı da pazarlıklar sonucu kabul edilmişe benziyor. Nükleer santrallerin ilk yatırım maliyetinin çok yüksek olması nedeniyle, elektrik üretilecek her yıl bu firmalar için daha fazla kar anlamına geliyor. Ekonomik krizde yokta yaratılan ek bir kaynak da hükümet için bir velinimet sayılır.

Alan ve satan memnun ancak Alman vatandaşlarının çoğunluğunun hala nükleer santrallerin kapatılmasını destekledikleri unutulmamalı. Sosyal Demokrat Parti’nin iktidara gelir gelmez kararı iptal edeceklerini açıkladıklarını, oylarını giderek arttıran Yeşiller’in de benzer bir tutum içerisinde olacaklarını da belirtelim. Almanya’nın tüm nükleer rönesans söylentilerine ve sağ partilerden oluşan bir koalisyona rağmen yeni nükleer santrallerden değil de yenilenebilir enerjiden bahsetmesi herhalde üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir nokta. Türkiye’nin milyarlarca dolar harcanmış, bu nedenle de geçiş teknolojisi olarak kullanmak zorunda kalacağı nükleer santralleri henüz (!) yok. Almanya’nın kararı doğru okunmalı, kısa bir sürede dünyada hatırı sayılır bir konuma gelebilecek ve binlerce işsize iş sağlayabilecek Türkiye’nin yenilenebilir enerji sektörünün önü tıkanmamalı.

1“Germany debates role of nuclear in its 2050 energy mix”, Worldwatch Institute, 9 Eylül 2010.
2“Germany ExtendsNuclear Plants’ Life”, NY Times, 6 Eylül 2010.
3Germany ExtendsNuclear Plants’ Life, NY Times, 6 Eylül 2010.

http://www.ozgurgurbuz.blogspot.com/