Ana Sayfa Blog Sayfa 5415

İngiliz Sendikaların Grev Dayanışması

0

İngiltere’de sendikalar, hükümetin kamu kesinti planlarını yaşama geçirmesi durumda ortak greve gitme kararı aldı.

David Cameron liderliğindeki Muhafazakar Parti ile Liberal Parti koalisyonu, kamu istihdamı, hizmetler ve emeklilik fonlarında kesintiye gitme planlarını önümüzdeki haftalarda açıklayacak.

AİHM Hrant Dink Davasında Türkiye'yi Mahkum Etti

Hrant Dink

Hrant Dink davasını karara bağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi, Dink’in yaşam hakkını koruyamadığı ve öldürülmesiyle ilgili etkili bir soruşturma yürütmediği gerekçesiyle mahkum etti.

AİHM, Dink’in ailesinin farklı tarihlerde yaptıkları beş ayrı başvuruyu birleştirerek ele aldığı davada ortak bir karar verdi.

Ailenin başvurusunda, Dink’in, “Türkiye’de yargılanıp mahkum olmasıyla aşırı uçların hedefi haline getirildiği” de savunulmuştu.

Türkçe ve Ermenice yayımlanan Agos gazetesinin genel yayın yönetmeni ve sol görüşlü bir siyasi eylemci olan Dink, 2007 yılı Ocak ayında gazetesinin bürosu önünde silahlı bir saldırı sonucu hayatını kaybetmişti.

Dink, saldırıdan bir kaç ay önce, yazdığı bir yazı nedeniyle Türk Ceza Kanunu’nun değiştirilen 301. maddesi uyarınca “Türklüğe hakaretten” mahkum olmuştu.

Davada bilirkişi raporları, Dink’in suç işlemediği yolunda rapor vermişlerdi.

AİHM, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. (yaşama hakkı),10. (ifade özgürlüğü) ve 13.(etkili başvuru hakkı) maddelerini ihlal ettiğine hükmetti.

Karar gereği Türkiye, Dink’in yakınlarına mahkeme masrafları da içinde olmak üzere 133 bin euro ödeyecek.

Türkiye’deki yargı sürecinde ve basında yer alan haberlerde Hrant Dink’e suikast düzenleneceğinden Trabzon ve İstanbul emniyetindeki bazı makamların ve askeri güçlerin haberdar olduğu, ancak gerekli önlemleri almadıkları iddia edilmişti. (BBC)

İşgâl Edilen Bir Okuldan…

Puan sokağındaki 480 numaralı binanın kapısından girdiğimizde başka bir dünyaya çıkıvermiştik sanki.

Buenos Aires'te göstericiler

Burası, Buenos Aires Üniversitesi’nin Felsefe ve Edebiyat Fakültesiydi kuşkusuz. Ancak, 1968 Mayıs’ındaki Paris Üniversitesi’ni konu alan bir filmin setine düştüğümüz söylense, buna inanmamız da güç olmazdı.

Fakülte binâsı Troçki ve Mao resimli posterlerin yanı sıra, duvardan duvara, kürtajın yasallaştırılmasını, eşcinsellerin özgürlüğünü, ekonomik krizin bedelinin sermaye sınıfına ödetilmesini ve devrimci fikirleri savunan afişlerle doluydu. Bir de, hafta sonu düzenlenecek türlü festivalin ilânıyla. Bunlardan birini arkadaşlarıma gösterdim ve “Bahsettiğim işte buydu…” dedim, “Cumartesi akşamı başlayacak ve pazar sabahına kadar sürecek.”

Fakülte duvarlarında Venezuella başkanı Hugo Chavez’in, Bolivya lideri Evo Morales’in ya da Arjantinli Peronist liderlerin resimleri göze çarpmıyordu. Kurulan dergi, kitap ve bildiri standlarında da…

Öğrencilik çağını geride bırakmış bizler, bir soğuk içecek alıp, kararan havaya karşın canlılığından hiçbirşey kaybetmemiş avluya çıktık. Aramızda ufak tartışmalara tutuştuk. “Chavezci Naziler”, “Moralesçi Faşizm” gibi ifadelerle birbirimizi iğlenemekten de kaçınmadık doğrusu.

Eşcinsel evliliğin yasallaştığı bir ülkede, bunu sağlayabilmek için kiliseye ve muhafazakârlara ödenen diyeti tartıştık. Duvardaki bir afiş “eşcinsel evlilik bir adım” diyordu, “sıra özgür kürtajda”. Oysa, gerçek hayatta sıra, doğum kontrol haplarının engellenmesine gelmişti.

Avludan ayrılarak 108 numaralı salonun kapısına yöneldiğimizde yaşını başını almış bir hanım “Emir Sader panelini bekliyorsunuz değil mi?” diye sordu. “Evet” dedik, “henüz kimsecikler yok ama doğru yerde gibisiniz”. Birkaç dakika içinde en az yarısı kırk yaşlarını devirmiş birileri daha katıldı aramıza.

Nereden nereye?

“Nereden nereye…” diye geçirdim, “bundan beş yıl önce Porto Alegre’de, Dünya Sosyal Forumu açılışında, muazzam bir kalabalık dinlemişti Emir Sader’i…”. Brezilya’da Lula hâlâ iktidarda ve Emir Sader hâlâ Latin Amerika’nın belki de en itibarlı sosyal bilimcisi. Nitekim, ilk semineri Bolivya devlet başkan yardımcısının verdiği bir dizi için burada.

Oysa hepsi solcu gençlerden taş çatlasa on kişi, bu salona girdi. Arkadaşımın yorumuna göre, bunları da öğretmenleri göndermişti Allah bilir… Benim de, Porto Alegre’deyken Emir Sader, Eduardo Galeano ve Jose Saramago’nun konuşmalarındansa Manu Chao konserini yeğlediğimi itiraf ettim ve gülüştük.

Bu fakültenin öğrencileri Latin Amerika’daki halkçı hükümetleri pek tutmuyorlardı belli ki. Bir arkadaşım, “İnsan en azından protesto etmeye gelir canım!” dedi. Sanki bilmiş gibi! On dakikaya kalmadan, önce Emir Sader kürsüye davet edildi, ardından kapı önünde muazzam bir öğrenci kalabalığı toplandı.

Öğrencilerin derdi Sader değil, salondaki fakülte yönetimiydi aslında. Nitekim, belki de misafiri önünde aşağılandığını hisseden bir yöneticinin salona girmeye çalışan öğrencilere bağrıp çağıracağı tuttu. Bu gerginlik herşeyi değiştirdi. Salon işgâl edildi ve “dışarı” diye tempo tutan öğrenciler arasından geçip, seminerin yeni adresine, üst kattaki konsey odasına yöneldik. Böylece üst katta sol hükümetlerin başarı ve eksiklikleri tartışıldı; alt katta, hükümetlere pek güven duymayan sol öğrencilerin alternatif paneli başladı.

Bizler Puan sokağındaki binâdan ayrıldığımızda, fakültedeki öğrencilerin sayısı saatle âlâkalı olarak azalmışa, ancak kapladıkları alan artmışa benziyordu. Ertesi gün gazeteler, Felsefe ve Edebiyat Fakültesi’nin işgâl edildiğini yazdılar. Liselerde başlayan işgâl üniversitelere sıçramıştı. Öğrenci temsilcileri, işgâllerin tüm ülkeye yayılacağından söz ediyorlardı.

Cumhurbaşkanı Cristina Fernandez de Kirchner, “öğrenciler daha iyi eğitim imkânları, daha bakımlı okullar istiyorlar” diyordu, “Bunu da kırıp dökmeden yapıyorlar iyi birşey ve bunu istemeye hakları var”.

Öğrenci temsilcileri, bu desteği “hükümet bu eylemleri, Buenos Aires kent valisine karşı yönlendirmek istiyor” diyerek geri çeviriyorlardı, “Sorunlar bu kente özgü değil”.

Buenos Aires kent yönetimi “Bir proje hazırladık ve öğrencilerle tartıştık” diyordu, “Artık işgâller için gerekçeleri kalmadı”. Öğrenci örgütleriyse “takvimi net olmayan ve yalnızca on liseyi içeren bir proje” diyerek itiraz ediyorlardı, “işgâller sürecek”.

Bu arada özel üniversitelerde hayat tüm sıradanlığıyla sürüyordu. Katolik Üniversitesi, Belgrano Üniversitesi, Palermo Üniversitesi gibi okullarda okumuş tanıdıklarım, Buenos Aires üniversitesinin imkânlarını metheder ancak hafiften dudak bükerler “O kadar politik bir okul ki…” diye başlarlar, “o eylemler arasında ders yapılmaz bile”

Öğrenci eylemleri, okul binâlarının iyileştirilmesi talebiyle başlamıştı. Bu, sol açısından sıradan bir durum değil. Ne de olsa, Avrupa’da bile pekçok devlet üniversitesinin binâsı bakımsızlıktan çürür ve özel üniversiteler binâlarıyla övünür. Sol kesim ise eldeki paranın, araştırma bütçelerine ayrılması için eylem yapar.

Puan sokağındaki Fakülte binâsına gelince, doğrusu, onu, öğrencilerin isyan ettikleri eskiliğine karşı sevdiğimi söylemeliyim.

Kim bilir belki de bana, pekçok yönüyle, Panthéon-Sorbonne Üniversitesi’nin, öğrencilik hayatımın bir kısmının geçtiği ve düzenli olarak işgâl edilen Tolbiac binâsını hatırlattığı içindi…

Güneş Çelikkol

Buenos Aires (BBC)

Pakistan'da İnsansız Uçakla Saldırı: 12 Ölü

ABD'ye ait insansız uçak

Pakistan’ın kuzeybatısında ABD’nin düzenlediği hava saldırısında militan olduğundan şüphelenilen en az 12 kişinin öldürüldüğü açıklandı.

Gelen haberlere göre operasyonda sekiz füze kullanıldı.

Bölgeye 24 saatten az bir süre içerisinde insansız uçakla üçüncü kez saldırı düzenleniyor.

Festival Habercisi – 6 , Minimini Fest… / Büçkün Canatik

olymposBir festival ne zaman bu kadar güzel olabilir sorusunun cevabını buldum sanırım. Hem öyle uzun uzun günlere ihtiyaç olmadan tadında, yerinde ve zamanında.

Sansasyon yaratan kocaman organizasyonlara inat minik kendi halinde olması gereken her şeyi içinde barındıran, bu barındırma içinde kendi kendini kasmayan müthiş bir paylaşım.

ABD’de ‘Çay Partisi’ Yükselişte

0

ABD’de ara seçimlere altı hafta kala Cumhuriyetçi Parti’nin temel kanadı, bu partiden bölünen çevrelerin oluşturduğu Çay Partisi hareketi karşısında darbe almış görünüyor.

Christine O'Donnell

Delaware eyaletinde yapılan ön seçimlerde muhafazakâr Çay Partisi hareketinin adayı Christine O’Donnell, Cumhuriyetçi Parti’nin Senato adaylığını kazandı.

İşte “Yeni” Anayasamız…

Bugünkü Radikal gazetesinde bir köşe yazarı yazısına “12 Eylül cumhuriyeti bitti” başlığını atmış. Dün sabahki gazetelerde gördüğüm iki manşet de şöyleydi: “Halk yönetime el koydu” (Taraf ve Star), “Türkiye darbe ayıbını temizledi “ (Sabah).

“İyimser” yorumcular bu anayasa değişikliği sayesinde 30 yıl sonra 12 Eylül düzeninin bittiğini müjdeliyor ve askeri vesayetten kurtulduğumuz söyleniyor.  Biliyoruz ki, 1982 Anayasası üzerinde daha önce de defalarca kapsamlı değişiklikler yapılmıştı, bundan çok daha kapsamlı değişiklikler… Ama biz düne kadar 12 Eylül düzeninin sürdüğünü söylüyorduk. Geçici 15. maddenin kalkması elbette çok önemli bir gelişme ve iki elimiz darbecilerin yakasında olmalı, ama 1982 Anayasasını darbe anayasası yapan sadece geçici 15. madde miymiş, bunu anlayamıyorum. Ya da Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiliş biçimi mi?

İsterseniz iki gün önce değişen “yeni” anayasamızı açıp en baştan biraz okuyalım:

Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda… (…) Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği… (…) Her Türk vatandaşının (…) millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu, Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu…  (Anayasa’nın Başlangıç bölümü)

Biraz da maddelere girelim mi?

Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı… (Madde 14); Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. (Madde 24); Herkes, düşünce ve kanaatlerini (…) açıklama ve yayma hakkına sahiptir.(…) Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, (…) amaçlarıyla sınırlanabilir. (Madde 26); Süreli veya süresiz yayınlar, kanunun gösterdiği suçların soruşturma veya kovuşturmasına geçilmiş olması hallerinde hâkim kararıyla; Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlâkın korunması ve suçların önlenmesi bakımından gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunun açıkça yetkili kıldığı merciin emriyle toplatılabilir. (…) Türkiye’de yayımlanan süreli yayınlar, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Cumhuriyetin temel ilkelerine, millî güvenliğe ve genel ahlâka aykırı yayımlardan mahkûm olma halinde, mahkeme kararıyla geçici olarak kapatılabilir. Kapatılan süreli yayının açıkça devamı niteliğini taşıyan her türlü yayın yasaktır; bunlar hâkim kararıyla toplatılır. (Madde 28); Dernekler, kanunun öngördüğü hallerde hâkim kararıyla kapatılabilir veya faaliyetten alıkonulabilir. (Madde 33); Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. (Madde 34); Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. (Madde 42); Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir. (Madde 51); Devlet, istiklâl ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müsbet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır. (Madde 58); Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür. (Madde 66)

Çok sıkıcı bir yazı oldu biliyorum. Benim de içim sıkıldı. Ama anayasa maddeleri bitmek bilmiyor, benzer alıntılar da bitmez…

Son olarak birkaç alıntı da anayasanın teminatı olduğu 12 Eylül Türkiye’sinin en önemli diğer iki kanunundan yapıp öyle bitireyim, sabrınıza sığınarak:

Siyasi partiler (…) Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olarak çalışırlar. (Siyasi Partiler Kanunu , Madde 4)  Yükseköğretimin amacı a) Öğrencilerini; (1) ATATÜRK İnkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı, (2) Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan,(3) Toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu, (4) Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren (…) b) Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olarak, refah ve mutluluğunu artırmak amacıyla; ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak ve hızlandıracak programlar uygulayarak, çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin bir ortağı haline gelmesini sağlamak (Yüksek Öğretim Kanunu, Madde 4); Yükseköğretim, aşağıdaki “Ana ilkeler” doğrultusunda planlanır, programlanır ve düzenlenir: a) Öğrencilere, ATATÜRK inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı hizmet bilincinin kazandırılması sağlanır.b) Milli Kültürümüz, örf ve adetlerimize bağlı,kendimize has şekil ve özellikleri ile evrensel kültür içinde korunarak geliştirilir ve öğrencilere, milli birlik ve beraberliği kuvvetlendirici ruh ve irade gücü kazandırılır. (Yüksek Öğretim Kanunu, Madde 5)

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü… Milli kültür… Milli güvenlik… Genel ahlak…

Deli gömleğinin kolları uzayıp gidiyor…

Aklı başında insanların bunların farkında olmadığını iddia etmiyorum elbette, yeni bir anayasa isteyen demokrat kesimlerin bunlara razı olduğunu da… Ama darbe anayasasının çöpe gittiğini söyleyecek kadar abartmaya da insaf diyorum!

Eğer elimizde dün itibariyle “yeni” bir anayasa varsa, bu “yeni” anayasa hala askeri anayasadır, 12 Eylül anayasasıdır, darbe anayasasıdır.

İşimiz zaten zor, bunu görmezden gelirsek daha da zor olur.

Bu anayasayı, “ekleriyle” beraber, tamamen çöpe atmaktan ve yeni anayasayı sivil toplumun elleriyle yapmaktan başka çaremiz yok…

Yönetime ancak böyle el koyabiliriz…

Artık AKP’nin Elinde Bomba Var!

Bu referandumu değerlendirirken bence dikkat edilmesi gereken en temel şeylerin başında artık AKP’nin geçmişteki gibi mazlum edebiyatından beslenemeyecek olması geliyor.

Artık AKP’nin ülkenin demokratikleşmesi konusunda ayağını sürüdüğü ve yavaşlamalar ile ilgili ortaya attığı bahaneler ortadan kalkmış durumda.

Yeşiller: Referandum Bitti, Asıl Mücadele Şimdi Başlıyor

yesiller_partisi_amblemi_webYeşiller Partisi eş sözcüleri Yüksel Selek ve Ümit Şahin referandum sonuçlarıyla ilgili bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada “bunun olumlu bir değişimin başlangıcı olmasını istiyorsak gerçek anlamda yeni, demokratik ve özgürlükçü bir sivil anayasa için derhal çalışmaya başlamalıyız” dendi. Yerindelik denetiminin anayasaya girmesinin çevre davalarını etkilemeyeceği de vurgulanan konular arasında. Açıklama şöyle:

“Anayasanın 21 maddesi değişti. Hayırlı olsun. Bu değişiklik sonucunda Türkiye’ye eksiksiz demokrasinin geleceğini sananlar varsa, kısa sürede meselenin bu kadar basit olmadığını anlayacaklardır. Aynı şekilde bunun bir AKP darbesi olduğunu düşünenler de yanıldıklarını görecekler. İktidarın gücü yarın dünkünden çok da farklı olmayacak. Eksiksiz demokrasi de, iktidarın gücünü kontrol etmek de her şeyden önce toplumsal mücadele sonucunda elde edilecek kazanımlarla mümkündür. Ve önemli olan seçimle gelen iktidarın seçimle gitmesidir. Demokrasinin bu en temel kuralını işletmek de bizim elimizde.

Keşke AKP gerçekten de 12 Eylül anayasasındaki bütün antidemokratik maddeleri temizleyecek bir anayasa değişikliği getirseydi. Ne var ki demokrat olmak bir çoklarının sandığının aksine yasa maddelerinde ufak oynamalar yapmaktan çok bir ilke ve samimiyet meselesidir.

Dün kabul edilen değişikliklerle artık darbe anayasasından kurtulduğumuz ve yeni bir Anayasa’ya sahip olduğumuz iddiaları da gerçekten uzak. Mevcut mini paketin kabul edilmesiyle sadece yargıyla ilgili iki konuda ciddi değişiklikler yapılmış, diğer maddelerde ise birkaç cümlelik oynamalarla yetinilmiş durumdadır. Yargı reformu diye sunulan iki madde de ne yazık ki yargıyı bağımsızlaştırmaya yetmiyor. Sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasına son verilmesi gibi bir iki olumlu kazanım da elimizdekinin hala cuntacılar tarafından yazılmış bir askeri anayasa olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Üstelik sadece anayasa değil, başta siyasi partiler yasası, seçim sistemi ve YÖK olmak üzere en önemli 12 Eylül kurumları sapasağlam ayaktayken…

Çevre hareketi tarafından uzun süredir tartışılan 125. madde değişikliğine gelince… Bu değişiklik idare mahkemelerinin yerindelik denetimi yapamayacağı kuralını anayasa maddesi haline getirdiyse de, bunun malumun ilâmı olmaktan başka bir anlamı yoktur. İddia edildiği gibi bu değişiklik doğa yıkımına neden olan ve kamu yararına aykırı olduğu için iptal edilen yatırımların durdurulmasına yönelik hukuk mücadelesini etkilemeyecektir. Çünkü bugüne dek kazanılan davalar yerindelik denetimiyle değil hukuka uygunluk denetimiyle kazanılmıştır ve AKP’nin bu değişikliği yaparken böyle bir niyeti olsa da hukukun temel ilkeleri açıktır.

Yürürlüğe giren anayasa değişikliğinin en olumlu sonucu olan Geçici 15. maddenin kaldırılmasının ise hemen bugünden başlayarak sonucunu vermesi gerekiyor. Kenan Evren ve arkadaşları derhal yargı önüne çıkarılmalıdır. Hükümetin bir bahane bularak işi yokuşa sürmesi samimiyetsizliğinin yeni bir delili olacaktır. Çünkü bugün artık 12 Eylül darbecilerini yargılamanın önünde hiçbir anayasal engel kalmamıştır ve toplum hiçbir zaman olmadığı kadar hazırdır. Tüm demokrat güçlerin darbecilerin yargılanması için bugünden tezi yok tam saha baskıya başlaması gerekiyor. Umarız 12 Eylül’le hesaplaştıklarını iddia eden AKP’liler de bu baskıya katılırlar ve bu iddialarının referandumu kazanmak için uyguladıkları bir taktik olduğu düşüncemizi yanlış çıkarırlar.

Anayasada yapılan, çoğu ciddi reformlar olmaktan uzak bu kısmi değişikliklerin ve yanlışlarla dolu hazırlık ve kabul sürecinin gerçekten olumlu bir değişimin başlangıcı olmasını istiyorsak gerçek anlamda yeni, demokratik ve özgürlükçü bir sivil anayasa için derhal çalışmaya başlamalıyız. 2011 seçimlerinden sonra AKP’nin yine kazanmasının ve yine kimseye sormadan kendi keyfine uygun yeni bir anayasa hazırlamaya kalkmasının önüne geçmeliyiz.

Referandumdan önce de defalarca vurguladığımız gibi öncelikle siyasi partiler ve seçim yasası derhal değiştirilmeli, seçim barajı tamamen kaldırılmalı, kısa süre sonra yapılacak genel seçimlere gerçek bir özgürlük ortamında girilmelidir. Yeni oluşacak parlamento ancak bu şekilde tüm toplumun katılımını sağlayan yeni bir anayasa hazırlayabilir.

Bugün önümüzdeki en büyük mücadele alanı demokrasi konusunda samimiyet testlerinin çoğunda sınıfta kalan, Kürt sorunuyla ilgili başlattığı açılımı beceremeyip sorunu katmerleştiren, hukuk devletini kendi sınırsız iktidar kullanımının önünü açmanın bir aracı sanan ve ülkenin doğasını da, sosyal devleti de geri dönüşsüz bir yıkıma uğratan bu doğa düşmanı, muhafazakar, neo-liberal AKP iktidarına son vermektir.

En fazla 8-9 ay içinde yapılacak olan 2011 genel seçimleri için süreç bugün başladı.

Türkiye’nin bir dönem daha AKP iktidarına tahammülü yoktur. Ancak bütün demokrasi güçleri bu gerçeği fark ederse başarıya ulaşabiliriz.

13 Eylül 2010

Yüksel Selek – Ümit Şahin
Yeşiller Partisi Eş Sözcüleri”

11 Yıl Önce Çalınan Oylar Ortaya Çıktı!

Diyarbakır’ın Ferit Köşkü İlköğretim Okulu’nda yapılan referandum oylamasında 1069 nolu sandıktan 1999 yılında yapılan yerel seçimlerinde kapatılan Halkın Demokrasi Partisi’ne (HADEP) ait 90 oy çıktı.