Ana Sayfa Blog Sayfa 5412

Tohumu saklayan kadınlarla Torbalı’da

torbalı şenliği
Torbalı Tohum ve Tarım Şenliği yapıldı

İzmir İli Çiftçi Örgütleri Güçbirliği Platformu (Çiftçiplat), Karaot Köyü Tohum Derneği, Slowfood Çeşme- Alaçatı Birliği ve Torbalı Belediyesi tarafından ortaklaşa “Tohum ve Tarım Şenliği” düzenlendi. Şenliği düzenleyen örgütlenmeler yanında etkinliğe İzmir, Aydın, Çanakkale, Ankara ve Çorum’dan üreticiler, üretici dernekleri ve çevreciler katıldı. Aydın/ Kuşadası- Kirazlı Ekolojik Yaşam Derneği, İzmir Tema, Ankara- Tüm Üretici Köylüler Sendikası (Tüm-Köy) ile Ekolojik Üreticiler Derneği genel merkezlerinin de desteklediği etkinlik Torbalı Belediyesi’nin öncülüğünde gerçekleştirildi.

29 Eylül Çarşamba günü Torbalı Kapalı Pazaryeri alanında düzenlenen şenlikte, ayrıca çiftçiler arasında yerel tohum değişimi de gerçekleştirildi. Doğal tohumlarla üretim yapan çiftçilere veya kendi ihtiyacı için bahçesinde ürün yetiştiren vatandaşlara tohumlar karşılıksız olarak verildi ve tohum değişimi kayıt altına alındı.

Torbalı’ya bağlı Karaot, Çakırbeyli, Helvacı, Düverlik, Dağteke, Yağcılar, Demirli gibi köylerden gelen ve çoğunluğu kadın olan üreticiler, ayrıca kullandıkları yerli tohumlar hakkında şenliğe gelenlere bilgi verdiler.

Etkinlik sırasında uluslar arası tohum şirketi temsilcileri hakkında yapılan anons da ilginçti. Etkinliğin sunucusu; “aramızda uluslararası tohum şirketlerinin temsilcileri de bulunuyor ve köylülerimizden yerli tohum örneği almaya çalışıyorlar. Bizler sizlerin hibrit tohumlarınızı kullanmıyoruz. Sizler de bizim tohumlarımıza dokunmayın. Üretici arkadaşlar, isim ve örgütlenmeyi kayıt altına almadan tohum vermeyiniz” anonsu yapıldı.

Kayıtlı Tohum Takası Yapıldı

29 Eylül Çarşamba günü yapılan şenlik saat 09.oo’da saygı duruşu ile başladı. Daha sonra şenliğin açılışını İzmir İli Çiftçi Örgütleri Güçbirliği Platformu (Çiftçiplat) Sözcüsü  Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı yaptı. Kaymakçı;

“Endüstriyel tarım, uluslararası tohum şirketleri ve uluslararası ilaç firmalarına bağımlı hale gelen tarımımızdan dolayı yerli tohumlarımız hızla yok oluyor.  Uluslararası tohum şirketleri hibrit ya da GDO’lu tohumlarını satmak için yasayı çıkarttılar ve bunun üzerinden korkunç paralar kazanıyorlar. Artık yerel tohumları alıp satmak cezayı gerektiriyor. Ancak tohumları böyle takas etmek yasaya göre suç değil. Ama bunu da yasaklayabilirler. Ovadaki köylerimizde yerel tohumlarımız hemen kalmadı. Dağ köylerimizde ise çok az. Kısacası yerel tohumlarımız hızla yok oluyor. Bu durum; geleneklerimizin, folklorumuzun da yok olması demektir” dedi.

Daha sonra konuşan Torbalı Belediye Başkanı İsmail Uygur;

“Tarımın dünya koşullarında uluslararası şirketler tarafından yönlendirilmeye başlanması ülkemizde de hızla gerçekleşiyor. Tohum tröstleri hızla yerli tohumlarımızı ve tarımımızı ele geçirmekte. Yaptığımız etkinlik; yerel tohumlarımıza sahip çıkmak, birbirimizle bu yönden ilişki kurmak ve bunun ülke çapında yapılmasının bilincini oluşturmaktır” dedi.

Açılış konuşmalarından sonra Karaot Köyü Folklor Ekibi gösterisi yapıldı. Folklor gösterisi ile birlikte Saat 10.30- 11.30 arasında “tohumların kayıtlı takası” gerçekleştirildi.

Çelik: “Tohumlarımızı Korumak ve Aramızda İlişki Kurmak Gerekiyor”

Ziraat Yüksek Mühendisi Zerrin Çelik şunları söyledi:

“Biyo- çeşitliliğimiz ve yerli tohumlarımız hızla yok oluyor. Çıkarılan Tohum Yasası, adeta yerli tohumlarla üretim yapmayı yasaklıyor ve cezalar öngörüyor. Örneğin; biz burada tohum takası yapıyoruz. Eğer kendi tohumlarımızı dahi burada satmaya kalksaydık cezalarla karşılaşırdık. Gitgide azalan yerli tohumlarımızın korunması, yerli tohumla üretim yapan köylülerimizin birbiri ile ilişkisinin sağlanması gerekiyor. Zaten burada da gördüğümüz gibi yerli tohumlarımızın bekçisi kadınlarımız. Biz burada tohumu bedelsiz olarak takas ederken, aynı zamanda kime ne tohumun verildiğini kayıt altına alıyoruz. Buradaki amacımız; üretici arasında tohum değişimini ve birbirimizle karşılıklı ilişkiye geliştirmek. Bu yolla yerli tohumumuza ve geleceğimize sahip çıkma konusunda ciddi bir adım atış olacağız” .

“Tohumu Saklayan Kadınlarla Elele Verdik”

Yaklaşık bir aydır hazırlık çalışmaları süren Torbalı Tohum ve Tarım Şenliği” ile ilgili yapılan çağrıda;

“Kaybolmakta olan yerel tohumlarımıza tekrar sahip çıkmak için, çiftçilerin kendi aralarında yerel tohumları küçük paketler halinde birbirlerine vermek için bu etkinliği düzenliyoruz. İsteyen çiftçiler veya kendi ihtiyacı için bahçelerinde ürün yetiştiren vatandaşlar tohumlardan karşılıksız olarak edinebilecekler. Böylelikle lezzetli, besin değeri yüksek, kimyasal ilaçlar ve kimyasal gübreler olmadan yetiştirilebilen bu çeşitlerimiz yaşamaya devam edecek. Takas sonrası yapacağımız ‘Yerel Tohumlar ve Hayvanlar’ panelimizde, konunun uzmanları ve yerel tohumları koruyan köylü kadınlarımız konuşacaklar.

Uluslararası şirketlerin tohumları kimyasal ilaçsız, gübresiz yetiştirilemiyor. Kanser başta olmak üzere, birçok hastalıktan insanlar sapır sapır dökülüyor. Tohumlar pahalı. İlaca ve gübreye köylümüz çok para veriyor. Bu tohumlar susuz veya az suyla da yetişmiyor. Kısacası köylümüz ve tüketicimiz, görünüşü güzel ama lezzetsiz ve ilaç yüklü bu plastik domatesler ve biberlerce kuşatılmış durumda. İlacı, tohumu ve gübreyi çoğu zaman aynı çokuluslu şirketler üretiyor. Bunların çok hoşlandığı tohum yasası artık çiftçilere kendi tohumunu satmayı bile yasakladı. Tohumlarımızı patentlemeye çalışıyorlar. Yakında yerel tohumlarımızdan ürettiğimiz ürünleri sattırmazlarsa şaşmayalım.

Hâlbuki yerel çeşitlerimiz daha çok lezzetli. Kimyasal ilaçsız ve gübresiz, hatta bazıları susuz yetişebiliyor. Bilim insanları, bunlarda bizi hastalıklardan koruyan antioksidanların bulunduğunu,  bu çeşitlerimizin vitamin ve mineral maddelerince de daha zengin olduğu bilimsel bir gerçek olarak sunuyorlar.

Bu kuşatılmışlığı kırmak için bir şeyler yapmamız gerekiyor dedik. Bunun için de; çeşitli kuruluşlar, İzmir ve yöresindeki köylerimizde tohumu saklayan kadınlar/ köylüler olarak ele ele verdik. İlk adım olarak Torbalı Tohum ve Tarım Şenliği düzenlemeyi uygun gördük.

Gelin orada yerel tohumunuzu dağıtın. Başkalarından da istediğiniz tohumu alın. Kuşatılmışlıktan çıkış için çareler arayalım. Birlikte yemek yiyelim” denilmişti.

KAYNAK: Kusadasidegisim.org

Sundance Camp’te, Oynaya oynaya …

Çağdaş Sirk Sanatçıları Derneği tarafından dördüncüsü düzenlenen 5. Türkiye Jonglörlük Festivali yeniden Antalya/Tekirova Sundance Camp’te hayat buluyor.

4 - 10 Ekim

Doğa, deniz ve antik kent Phaselis ile iç içe bir ortamda; top, poi, labut, yoyo ve holalup gibi oyuncaklarla gün boyu pratik yapan her yaş ve seviyeden jonglör ile tanışmak ve kahkahaları birleştirmek isteyenler için birebir bir festival…

4-10 Ekim arası düzenlenecek festivalde çadırla konaklamak için girişte sadece 70 TL ödemeniz yeterli. Yiyecek ve içecek içinse Sundance Camp’ın imkanlarından yararlanabilir veya yakın yerleşimlerden alışveriş yapabilirsiniz.

Festival, Türkiye’nin çeşitli şehirlerinden gelen jonglörlerin ve jonglörlük becerilerini ilk defa öğrenmek isteyenlerin tanışıp yeteneklerini sergileyebilecekleri; birbirlerinden yeni ve farklı beceriler öğrenerek yeni projelere ortam hazırlamaları amacıyla bu yıl kaldığı yerden devam ediyor.

J-Fest

Yurtdışından ve yurtiçinden gelen değişik becerilerdeki modern sokak sanatçılarıyla workshoplar, birbirinden eğlenceli oyunlar, 3 değişik büyüklükte inşa edilen jonglör çadırları, ateş gösterileri ve profesyoneller tarafından hazırlanan Gala gecesiyle dolu dolu geçecek olan festivale her yaştan katılım mümkün.

Tamamen gönüllü jonglörler ile gerçekleşen festival, her yıl bu işe gönül veren insanlarla gelişerek güzelleşiyor. Görevli ekibin ev sahibi olarak boyunlarında “görevli” yazan “görevliler” yerine, sizi renkli “karakterler”le kapıda karşılamasına hazır olun.

Ayrıca;

bu etkinliğe yurtdışından gelecek sanatçıların İstanbul’da 1 Ekim Cuma günü (bugün) saat 18:00’de Galata Meydanı‘nda bir buluşma gerçekleştireceğini de haber verelim. Galata Meydanı’nın o saatte, ateş ve türlü gösterilerilerle renkleneceği kesin.

Detaylı bilgi ve ön kayıt için:  www.j-fest.com

Yüksel Selek: “Geleceğin partisiyiz.”

Romantikler ileri.. Bu sloganla bayrağı devraldı Yüksel Selek.. Yeşilleri parti olmaya taşıyan Büyük Kongre’de partinin yeni kadın eş sözcüsü oldu.. Arkasında bıraktığı siyasi deneyimden gelen güvenle tüm romantikleri Yeşiller Partisi çatısı altında mücadeleye çağırdı. Sadece parti çatısı altında değil “Barış İçin Yaşlılar Heyeti” gibi pek çok platformda O, elini taşın altına koyuyor, mücadeleyi sürdürüyor. Hatta belki korkan, çekinen “gençlere” inat.. Hepimizden daha genç, daha inançlı..  Çünkü O’na göre en önemli misyon yaşamın sürdürülebilir olması. “Zoru başarmaya yazgılıyız” diyen Yüksel Selek’le  konuştuk.. Açıklıkla paylaştı..


Emekli olamadım

– Hayatınız politik mücadelenin içinde geçti. Neden şimdi emekli olmak, olanı biteni uzaktan izlemek yerine yine görev almayı seçtiniz? En önemli motivasyonunuz nedir?

– Kendimi emekli etmeyi denedim, ama yapamadım. Yaşadığım yerde, ülkede, dünyada olup bitenlere kayıtsız kalamıyorum, uzaktan bakamıyorum. 35 yıllık siyasi, sivil mücadele geçmişim bir yaşam tarzına dönüşmüş sanırım. Enerjimi topluma dönük kullanma eğilimim, belki de kişiliğimle, mizacımla ilgilidir. Adaletsizliğe, ayrımcılığa, haksızlığa, yıkıcılığa, duyarsızlığa vb. dayanamıyorum. Bütün bunları değiştirmek için mücadele edilmesi beni her zaman harekete geçmek için motive eder.

– Neden mücadeleyi sürdürmek için Yeşiller çatısını seçtiniz? Komünist gelenekten geliyorsunuz. Arkadaşlarınızın tepkisi ne oldu?

Bu tarihsel süreçte, dünyadaki yaşamın sürdürülebilir olması için mücadele etmekten daha önemli bir misyon olmadığı kanısındayım. Küresel iklim değişikliği, ekosistemlerin, doğal döngünün bozulması, kısaca  gezegenimizdeki yıkımın dönülmez bir noktaya sürükleniyor olması ülkenin, dünyanın diğer tüm önemli problemlerinin çözümüyle birlikte ele alınmadığında önemini yitiriyor.  Bu nedenle Yeşiller Partisi’nin ikinci kez, geç de olsa kuruluşunu sevinçle karşıladım ve destek vermeyi arzu ettim.

Yine tarihsel olarak, Sosyalizm de dünyayı değiştirme misyonuyla yüklü, eşitlikten, adaletten yana, sömürüye karşı olduğu için mücadelede yer almıştım. Değişen dünya ile birlikte biz de değişiyoruz, yenileniyoruz. Eski mücadele arkadaşlarım da öyle. Dolayısıyla benim Yeşiller Partisiyle çalışıyor olmama elbette olumlu bakıyorlar.

Zoru başarmaya yazgılıyız.

– Kongre konuşmanızdaki çağrınız “romantikler ileri” idi… Bu çağrı yankı buldu mu? Eş sözcülüğünüzün ilk 3 ayı doldu. Belki kısa bir ön değerlendirme yapabilirsiniz…

Evet, Partide çok yeniyim. Yeşil hareketin kendisi zaten romantik. O kadar ki, ülkenin siyasi gerçekliğiyle büyük bir çelişki oluşturuyoruz. Bize, uzaydan değilse bile Almanya’dan gelmişiz gibi bakıyorlar.  Yeşil siyaset, mevcut siyaset dünyası için de, çoğunlukla toplum için de  yabancı, gündem dışı adeta. Bu siyasal ortamda Partimizin görünür olması kolay değil. Biz bugün, zoru başarmaya yazgılıyız.

Geçen bu kısa sürede Partiyi, Yeşilleri tanımak benim için heyecan verici bir deneyim oldu. Eskiden içinde bulunduğum siyasal oluşumlardan çok farklı bir üye profili var. Genç, konusuna vakıf, hatta uzman, enerjik, zoru başarmak için engel tanımayan, tutkulu insanlarla  çalışmak  benim de enerjimi diri tutuyor.

Ayrıca, hiyerarşiyi reddeden, farklılıklara yaşam alanı tanıyan, katılımcılığı öne çıkaran, özgürlükçü anlayış, tam da benim mizacıma uygun olduğu için Yeşiller Partisi’nde mutluyum. Partinin şiddeti dışlayan yeni bir dili geliştirme çabası, iç ilişkilerine buna göre kurması, örgütsel işleyişini zihniyetine, ihtiyaçlarına  uygun olarak yeniden yapılandırma süreci işliyor. Aslında Parti henüz, temel felsefesine uygun bir inşa süreci yaşıyor.  Umutluyum. Biz, geleceğin partisiyiz. Ne kadar yeni ve genç olsak da, diğer siyasi partiler için bir model oluşturacağız. Şimdiden, bizden etkilendiklerini de fark ediyoruz.

Barış için vicdanınızı dinleyin

– “Barış için yaşlılar heyeti”nin fikir annesisiniz. Neden yaşlılarla el ele vermek? Barışa nasıl ulaşabiliriz?

Bu, gelenekten beslenen bir  fikir. Bu dünyada gün görmüş, deneyim biriktirmiş aile büyüklerine saygı, bizde de, dünyada da hala  geçerli bir değer. Kendileri için beklentileri olmayan yaşlı insanlar, ailede de toplumda da anlaşmazlıkların çözümünde rol oynayabiliyorlar. Sabırlı olmayı, tarafları dinlemeyi, eskilerin deyişiyle, hakkaniyet gözeterek çözüm önermeyi bilirler. Hindistan’da kırsal yörelerde hala halk arasındaki sorunları, önce yaşlı insanların yer aldığı kurullar ele alıyor, olmazsa sorun adliyeye intikal ediyor. Yaşlılar bir arabulucu işlevi görebiliyorlar.

Afrika’da, Nelson Mandela’nın himayesinde kurulan, Desmond Tutu’nun sözcülüğünü yaptığı bir Yaşlılar Heyeti var. Geçenlerde ülkemize gelen, Türkiye’nin AB üyelik sürecinde rol üstlenen bağımsız heyet de bir bakıma böyle bir heyet. Gelen heyetin başındaki, eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Ahtisaari, aynı zamanda Mandela’nın kurdurduğu o heyetin üyesi. Onlar, birçok çatışma bölgelerine, felaketlerin, açlık gibi büyük sorunların yaşandığı yerlere giderek çözüme yardımcı olmaya çalışıyorlar.

– Yaşlılarla el ele verirken, daha yaşanabilir bir dünya kurmak için gençlere çağrınız  ya da önerileriniz neler?

Gençlere verilecek en önemli mesaj şu olabilir: Barış için tarafları iyi dinleyin, vicdanınızı dinleyin, adil olun ve elinizi taşın altına koymaktan kaçınmayın. Barış her şeydir!

– Politik kimliği ile tanıdığımız Yüksel Selek’i daha yakından tanımak için soruyorum: Hayatta keşkeleriniz, pişmanlıklarınız oldu mu? Nelerdir bunlar?

Hayatta küçük hatalar dışında, yaptıklarımdan hiç pişmanlık duymadım. Ancak, öyle tutkuluydum ki, yapamadıklarıma hala hayıflanırım. Örneğin, bir sanat dalıyla uğraşmak, bir enstrüman çalmak. Çocukluğumdan beriiyi bir yazar olmak isterdim. Özellikle de Faulkner gibi yazabilmeyi çok…

RÖPORTAJ: Işıl Sarıyüce (Yeşil Gazete)

176 ülkede Eylemce var, Chomsky ve Falk Taksim’de

İklim değişikliğine karşı iş başına geçme çağrısı yapan 350.org tarafından başlatılan 10 Ekim 2010, yani 10/10/10 eylemlerine 10 gün kaldı. Dünyanın 176 ülkesinde, binlerce yerde aynı anda yapılacak eylemlerde hem eylem, hem eğlence, hem de iklim değişikliğini durdurmak için yapılması gerekenler konusunda örnek yaratma amacı güdülüyor. Türkiye’de de Ömer Madra’nın çağrısıyla başlayan çalışmalar sürüyor. 1o Ekim’de Galatasaray’dan Taksim’e yapılacak müzikli danslı yürüyüşle başlayacak eylemcenin Taksim Gezi parkındaki bölümüne dünyaca ünlü düşünürler Noam Chomsky ve Richard Falk da katılacak. Ömer Madra’nın yazdığı 10/10/10 çağısı şöyle:

Sevgili Dostlar,

Çok ağır bir yıl geçirmekteyiz. Dünya fırın gibi oldu. Gezegenin tarihindeki en sıcak 10 yılı, en sıcak 12 ayı ve en sıcak 6 ayı geride bıraktık. Yıl sonu geldiğinde, muhtemelen gelmiş geçmiş en sıcak yılı geride bırakmış olacağız. Dört bir yanda tüm sıcaklık rekorları kırıldı: Mesela Pakistan’da gölgede 53 derecenin üstünü gördük. Eh, evdeki fırının düğmesini de 53 dereceye getirebiliriz pekâlâ, yemekleri ısıtmak için. Rusya bin yılın en yüksek hararetiyle kavruldu, 15 bin insan sıcaktan öldü, yangınlar çevrede nükleer tehdit yarattı, Sibirya tundralarında 1 milyon kilometrekare (Türkiye’nin birbuçuk katına yakın) donmuş toprağın çözülmesi rekor hıza ulaştı, ülkede tahıl hasatının üçte biri yandı gitti. Rusya’daki sıcak hava dalgası, insan kaynaklı iklim değişikliğine bağlı olduğu bilim dünyasında tartışmasız kabul edilen ilk felaket oldu…

Pakistan’da meydana gelenler ise Kitab-ı Mukaddes’ten alınmış sayfalar gibiydi: Ülkede bir Nuh Tufanı oluştuğunu söylesek abartmış olmayız: Yer-gök suya kesti, gökyüzünün tüm suları Muson olup bu yoksul insanların başına yağdı; ülkede devasa içdenizler peyda oldu, İndus nehri normal hacminin 40 katına çıkarak taştı, bentlerini çiğneyip aştı. Ülkenin beşte biri sulara gömüldü, 20 milyon insan evsiz barksız kaldı, tufandan etkilenenlerin sayısı 40 milyona (Türkiye nüfusunun yarısından fazlasına) ulaştı! İşin fenası, bu çağrının sizlere ulaştığı sırada felaketin ucu bucağı görünmüyordu. Görünmediği gibi, belki daha da kötüsü yoldaydı: 72 bin çocuğun açlıktan ölmesi an meselesiydi!

Öte yandan, Kuzey Kutup bölgesinde deniz buzları görülmemiş bir hızla eriyor, devasa buzdağları kopuyor, okyanusların ısınmasıyla, mikroskobik canlı nüfusun çökmesiyle, denizlerde beslenme zinciri hızla kopuşa doğru gidiyor, Latin Amerika’da, Rize’de rekor yağışlar dağ yamaçlarını yerle bir etti, aşağıdaki evler ve insanları çamur deryasında silip süpürdü. Afrika’nın yoksul ülkesi Nijer’de ise hem sel, hem kuraklık vardı: Katmerli felaket, nüfusun yüzde 80’ini ve 400 bin çocuğu açlık ve kıtlığa mahkûm etti! Gerisi de öyle gitti zaten: Doğu Avrupa’da, Keşmir’de, Hindistan’da, Çin’de, Kuzey Kore’de, Vietnam’da taşkınlar, heyelanlar, seller sular ve yangınlarla hayatları cehenneme dönen milyonlar vardı.

Kısacası, herşey eski bir bilim kurgu filminden çıkmış gibiydi: 7 milyar insan, haşin ve tekinsiz, bilinmedik bir gezegenin üstünde kala kalmıştık ansızın. Küresel ısınma tehdidi yoktu artık. Küresel ısınmanın kendisi gelmişti! Bütün bunlar “olabilir” değildi, olmuştu. Gezegen, devrilme noktalarına çok yakındı. İklimin kontroldan tamamen çıkması birkaç yılın meselesiydi artık.

Ve biz, hararetin tam ortasındaydık. Sıcak başımıza vurmuştu. Önce dehşetli öfkelenmenin ve hemen ardından da sakince harekete geçmenin tam zamanıydı. Temiz havaya ve içecek suya yeniden bizi kavuşturacak, canlılar âlemini koruyarak nesiller arası eşitlik ve hakkaniyeti sağlayacak bir hareketi yaratmanın tam zamanı! Günümüzde liderlerin, siyasetçilerin ve hükümetlerin uyguladığı enerji politikaları hem yoksul ve güçsüz kitleler, hem de gelecek kuşaklar açısından korkunç adaletsizliklere yol açıyor. Politikacıları harekete geçirmek için yıllardır dünyanın dört bir yanında çağrılarda bulunduk, yüzbinlerce dilekçe yolladık, milyonlarca e-mail attık, protesto ve gösterilerde bulunduk. Ama onlar yeterince hızlı bir biçimde harekete geçemediler. Hatta, esas yaptıkları “yeşil badana”dan ibaret kaldı. Yani, en yeşilcinin kendileri olduğunu söylediler, ama fosil yakıt şirketlerinin özel çıkarlarına hizmet eden politikalardan başkasını görmedik onlardan…

Ama artık Yeter! Basta! Tamam!

Bu riyakârlıklara yeter deyip Küresel Isınma ve İklim Krizi konusunda ciddi olduğumuzu göstermek için elimizde her türlü yeterli aracın bulunduğunu göstermenin zamanı geldi.

Gezegenin iklimini istikrara kavuşturmak, küresel adalete ilişkin, ahlâki bir mesele. Bir mânevi sorumluluk. Kendimizi hangi siyasî, ideolojik, dinî, etnik, kültürel gruba, partiye, topluluğa ait hissediyor olursak olalım, farketmez – zerrece farketmez. Gençler, gençleri ve dünyadaki diğer canlı türlerini destekleyen yaşlılar, bu harika gezegeni koruyacak etkili bir politika belirlenmesi için önce birleşmek, sonra da vargücümüzle bastırmak zorundayız. Artık şurası açıkça görülüyor ki, dönüşüm ve hareket, ancak kamuoyunu oluşturan bizlerin birleşmesi ve bastırması ile mümkün. Yani iklim krizine “zorunlu müdahil” olmamızla.

10/10/10 tarihini takvimlerimize kaydediyoruz. 10 Ekim 2010 Pazar günü yaşadığımız her yerde EYLEMCE var! Yani, 350.org öncülüğünde hem dünya çapında bir sürü eylem yapıyoruz o gün, hem de alabildiğine eğlenmeyi planlıyoruz aynı zamanda. Bando mızıkasıyla filan! Ayrıca, bu küresel partide kendimizi hiç de yalnız hissetmeyeceğimiz kesin! Şu çağrı mesajının yazıldığı sırada dünyanın 130 küsur ülkesinden 1400’den fazla “eylemce” yapılacağı kayıtlara geçmiş durumda.

Yaratıcı çözümler peşindeyiz: Yerel, yavaş, yatay. Yerel: yani küçük, ama evrensel ve dayanıklı direniş odakları; Yavaş, yani usulca ama hemen ve hızla yürütülen eylemler; Yatay, yani asla bir merkezden değil, web’i de kullanarak fotoğraflarla, fıkra ve hikâyelerle, videolarla, müziklerle, kol kola, omuz omuza, diz dize bir örgütlenme biçimi…

Evet, çok ağır bir yıl geçiriyoruz. Ama 10 Ekim Pazar günü birlikte çalışırsak, birlikte eylem yapar, birlikte eğlenirsek, o günü yılın en iyi günü haline getireceğimiz kesin. Hele, bir de bütün bunları doğru dürüst yapabilirsek, o zaman deli gibi ihtiyaç duyduğumuz siyasi çözümlere doğru da dev bir adım atmış olacağımızın garantisi var. Daha iyi, daha zengin, daha demokratik bir sivil topluma ve daha iyi bir yaşama doğru atılmış büyük bir adım!

Öyleyse, 10/10/10’da buluşmak üzere,

Sevgiler, saygılar, selamlar,

Ömer Madra

Bilgi için: www.350hemensimdi.org

(Yeşil Gazete)

2 milyon İstanbullu Boğaz kıyısına iniyor!

Üçüncü köprüye karşı Yeşiller Partisi tarafından başlatılan 2 Milyon Ağaç için 2 Milyon İstanbullu eyleminin büyük 2 Ekim buluşması yarın Boğaz’ın 22 ayrı noktasında yapılacak. Üçüncü köprü nedeniyle en az 2 milyon ağaç kesileceğini ortaya çıkaran Yeşiller Partisi, üçüncü köprü projesini protesto etmek için 2 Milyon İstanbullu kampanyasını başlatmıştı. Kampanya koordinatörü Serkan Köybaşı desteğin hızla arttığını ve yarın on binlerce insanın eyleme katılımını beklediklerini söylüyor. Yarın akşam 20:00-21:00 arasında yapılacak eyleme çok sayıda sivil toplum kuruluşu ve sanatçı katılacağını açıklamış durumda.

Tuncel Kurtiz, Yetkin Dikinciler, Pelin Batu, Memet Ali Alabora, Rüstem Batum, Nejat Yavaşoğulları, İlkay Akkaya gibi sanatçıların; Buğday Derneği, Doğa Derneği, Greenpeace ve TÜRÇEK gibi sivil toplum kuruluşlarının; TMMOB, İstanbul Tabip Odası gibi meslek kuruluşlarının;  Üçüncü Köprü Yerine Yaşam Platformu’nun; Küresel Eylem Grubu, Sulukule Platformu, Beşiktaş Çarşı Grubu, Boğaziçi Arnavutköylüler Derneği, Barışapedal gibi grupların destek verdiği etkinlik öncesinde Fındıklı parkında bir de basın açıklaması yapılacak.

Buluşma yerleri ve etkinlikler

Fındıklı Parkı: İstanbul S.O.S Girişimi üyelerinin vücutlarıyla S.O.S yazma performansı. Sulukule Platformu ve sanatçılar da Fındıklı parkında olacak.

Beşiktaş IDO İskelesi: Filor Uluk’un “Yeşil Çığlık” defilesi (kesilecek ağaçlar podyumda olacak) ve Beşiktaş Çarşı Grubu’nun gösterisi

Ortaköy meydanı: Küresel Eylem Grubu’nun gösterisi

Galata Köprüsü: Greenpeace performansı

Kadıköy Haldun Taner Sahnesi Önü: Son Irmak Doğa Orkestrası’nın konseri. Yuva Derneği ve Akasya Gençlik Platformu da Kadıköy’de olacak.

Diğer noktalar ve gruplar

Kireçburnu Haydar Aliyev Parkı (Üçüncü Köprü Yerine Yaşam Platformu)
Bakırköy İDO İskelesi (Ataköy 1. Kısım Koruma ve Güzelleştirme Derneği)
Arnavutköy İskelesi (Boğaziçi Arnavutköylüler Derneği)
Bostancı İskelesi (Bostancı Sakinleri Derneği)
Salacak Basamakları
Moda İskelesi
Caddebostan Sahili
Kartal İDO İskelesi
Beykoz İskelesi
Poyrazköy Sahili
Bebek Parkı
Rumelihisarı İskelesi
Emirgan İskelesi
İstinye İDO İskelesi
Hacı Osman Bayırı Başlangıcı
Sarıyer Sahili
Garipçe Sahili
(Ayrıca her noktada o bölge yakınında oturan yurttaşlar ellerinde mumlarla buluşmaya katılacaklar)

Tuncel Kurtiz, Yetkin Dikinciler, Pelin Batu, Memet Ali Alabora, Rüstem Batum, Nejat Yavaşoğulları, İlkay Akkaya gibi sanatçıların; Buğday Derneği, Doğa Derneği, Greenpeace ve TÜRÇEK gibi sivil toplum kuruluşlarının; TMMOB, İstanbul Tabip Odası gibi meslek kuruluşlarının; Üçüncü Köprü Yerine Yaşam Platformu’nun; Küresel Eylem Grubu, Sulukule Platformu, Beşiktaş Çarşı Grubu, Boğaziçi Arnavutköylüler Derneği, Barışapedal gibi grupların destek verdiği etkinlik öncesinde bir basın açıklaması yapılacaktır.

Aktivist James Hansen gözaltında

"Dağın tepesini çıkararak yapılan madenciliği yasaklayın"

Geçtiğimiz Pazartesi günü Beyaz Saray önünde yapılan gösteride dağların tepeleri kesilerek yapılan açık kömür madenciliğine son verilmesi çağrısı yapan yaklaşık 100 protestocu gözaltına alındı. Gözaltına alınan göstericiler arasında NASA Goddard Enstitüsü’nün müdürü ve Columbia Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan,dünyanın en önemli iklim bilimcisi Dr. James Hansen da var.

James Hansen
James Hansen de gözaltına alınan aktivistler arasındaydı

Gösteri Apalaçya dağlarında yaşayan yerli toplulukların düzenlediği birkaç günlük “Apalaçya Ayağa Kalkıyor” etkinliği sırasında düzenlenmişti. Apalaçya dağlarında kömür madenciliğinin durdurulmasını isteyen göstericiler Beyaz Saray’ı çevreleyen tel örgüleri terk etmeleri çağrısına yanıt vermeyince gözaltına alındılar. İklimbilimci James Hansen geçtiğimiz günlerde neden aktivist olduğunu anlatan bir yazı yazmıştı.

Açık havada yapılan ve dağların tepeleri kesilerek yapılan kömür madenciliği ile iklim değişikliğinin en önemli nedeni olan kömür yeraltında çıkarılırken doğaya ve çevrede yaşayan insanlara da büyük zarar veriliyor. (Democracy Now!)

Vimeo’ya da sansür

Youtube yasağı devam ederken video paylaşım sitesi Vimeo’ya da erişim engellendi. Siteye giren kullanıcılar Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 28 Eylül 2010 tarihli ve 2010/93921 numaralı koruma tedbiri kapsamında siteye erişimin engellenmesi kararı verdiği ve kararın Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nca uygulandığı ibaresi ile karşılaşıyor. Karara gerekçe olarak ise CHP Trabzon Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi’ye ait olduğu ileri sürülen ve özel hayatın ihlali mahiyeti taşıyan bazı görüntüler gösteriliyor.

Vimeo özellikle bağımsız belgesellerin, kısa filmlerin ve kampanya videolarının paylaşıldığı bir ortam olarak Youtube yasağının da etkisiyle Türkiye’de oldukça yaygın kullanılıyordu. İnternet sansürü yaygınlaşırken sosyal medya ağlarının da yasak kapsamına girmesinden endişe ediliyor. (CNNTürk, Computerworld)

Gazete, Yeşil Gazete

Basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü ve gazetecilik etiği. Bu üçü bir arada olmadığında ortaya ne çıktığını merak ediyorsanız Türkiye medyasına bakabilirsiniz. Elbette dünyada da medyanın ciddi bir bölümünün çıkar odaklarıyla ve iktidarla yakından ilişki içine girip güvenirliğini kaybettiğini, bağlı oldukları sermaye kuruluşlarının etkisi altında halkın haber alma hakkını ve yorum özgürlüğünü değil, politik güç odaklarını, patronları ve şirket kârlarını savunduklarını biliyoruz. Türkiye’de ana akım medya ya iktidar odaklarına, ya da şirketlere (ya da hem ona, hem ona) göbekten bağlı. İşin kötüsü alternatif basının bir kısmı da bağlı oldukları siyasi akımların propagandasını yapmaktan gazetecilik veya yorumculuk yapmaya fırsat bulamıyorlar.

Öte yandan internetin olanakları sadece müzik, video gibi alanlarda değil, gazetecilikte de belli bir demokratikleşmeyi mümkün kılıyor. İnternet sayesinde yaratılan sıra dışı gazetecilik başarıları arasında ABD’de Huffington Post gibi New York Times’ı bile yakalayan, hatta geçen önemli bir internet gazetesini hatırlamak yeter. Huffington Post gibi irili ufaklı sayısız örnek, bağımsız ve alternatif bir yayıncılık yapmakla kalmıyor, gerçek anlamda halkın haber alma ve özgür ve bağımsız yoruma ulaşma hakkını garanti altına alıyorlar. Bu nedenle yaygınlaşan internet medyasının önemi büyük. Ama tek bir şartla: Ne yaptığınızı bilmek, önüne gelenin aklına esen konuda atıp tuttuğu bir mecra yaratmamak ve internette de olsanız, amatör de olsanız ve meslekten olmasanız da düşünce özgürlüğüne ve gazetecilik etiğine sıkı sıya bağlı olmak zorundasınız. Aksi takdirde internet gazeteleri bilgi kirliliğinin, kaba propagandanın ve karalama kampanyalarının aracı haline geliyor.

Türkiye’de başlı başına bir müessese haline gelen köşe yazarlığı ise kimi yerde gazetecilik etiğine uymamanın bahanesi olmuş durumda. Bu konuda aklıma gelen en çarpıcı örnek Taraf gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı’nın Ağustos ayında Başbakan Erdoğan ile yaptığı röportaj. Başbakanın önemli sözler de söylediği bu röportaj Taraf gazetesinde üç gün boyunca sürmanşetten yayınlandı. Ama eminim çoğunuzun aklında da benim gibi Başbakan’ın dediklerinden çok, Kütahyalı’nın başbakana yönelik övgüleri kalmıştır. Gazetecilerin iktidara yağ yapması görülmedik şey değildir. En yakın örnek olarak HaberTürk televizyonu yayın yönetmeni Yiğit Bulut’un referandum öncesindeki Erdoğan röportajını hatırlayabiliriz.

Öte yandan Kütahyalı’nın yaptığı röportajın giriş ve sonuç kısmındaki değerlendirmeleri ilginçti. Erdoğan’a hayranlığını sayıp döken Kütahyalı önemli bir cümle ediyordu o röportajda. Bir nedenle, kendini hiçbir zaman bir gazeteci olarak görmediğini söylüyordu.

Kütahyalı’nın demek istediği herhalde şuydu: Ben gazeteci değil, yorumcuyum. Gazeteci objektifliği veya gazetecinin çok yönlü bakması, farklı görüşleri dikkate alması, görüştüğü kişiye tarafsız davranması gibi meslek kuralları beni bağlamaz. Gazeteci olmadığıma göre mesleğin etik kurallarıyla da işim olmaz. İstediğim kişiye hayranlığımı belirtir, istediğim kişiyi yerin dibine batırırım. Peki o halde gazeteci olmayan Kütahyalı nasıl olup da önemli bir gazetecilik işi (Başbakan’la özel röportaj) yapmış, gazetesi de bunu sürmanşet yapmıştır? Mesleki deformasyon diyebilirsiniz ama, hemen aklıma hekim olmadığı halde hastaları tedavi etmeye kalkan, hastayı öldürünce de “ben doktor değilim, tıp etiği beni bağlamaz” diyen birisi geliyor.

Benzer durumlar özellikle haber analizi, ya da derinlemesine yorum ve değerlendirme yapmaları için işe alındığını sandığım bazı uzman köşe yazarlarının kimi yazılarında da kendisini gösteriyor. Bazı köşe yazarları akıllarına geldiği gibi propaganda yapıyor, tıpkı röportaj yaparken soru sormayıp çanak tutan muhabirler, akıllarına estiği gibi manşet atan editörler gibi… Medya patronlarının kendi ticari çıkarları için televizyon kurduğu, ülkedeki medya kuruluşlarının en az yarısının tamamen iktidara bağlı olduğu bir ülkede çok şey istiyorsun diyebilirsiniz. Ama ana akım medyanın haber-yorum ayrımını unuttuğu, orijinal haber yapmayı bıraktığı, haber peşinde koşan gerçek muhabir sayısının da, analiz yapan gerçek yorumcu sayısının da giderek azaldığı, hatta cümle kurmasını bilmeyenlerin editörlük yaptığı bir ülkede internet medyasından yine de yaptığı işe özen göstermesini, kendini ciddiye almasını ve etik değerlere sahip olmasını beklemek zorundayız.

İşte Yeşil Gazete, sadece yeşil haberler konusunda öncü olmakla ve olaylara yeşil taraftan bakmakla yetinemez. Bu da neticede bir gazete. Bu gazeteyi gönüllüler de çıkarsa, bu gazete amatör de olsa, bu gazetede meslekten gazeteci sayısı çok az da olsa, hatta bu gazete bir siyasi partiyle açıkça bağlantılı da olsa, yorum özgürlüğüne, bağımsız haberciliğe ve gazeteciliğin etik kurallarına bağlı olmak zorunda. Kaliteli, güvenilir, kendini ciddiye alan internet gazetelerinin sayısı artmalı. Çünkü propaganda ve laf kalabalığı yeterince var. Biz gözden kaçırılan haberlere yer vermeli, sesi kısılan yorumculara kapılarımızı açık tutmalı, göz ardı edilen isimlerle röportaj yapmalı, görmezden gelinen yeşil bakış açısının zenginlik kattığı bir mecra yaratmalıyız. Yeşiller’in, çevre ve ekoloji hareketlerinin, ayrımcılığa uğrayanların, dezavantajlı grupların ve sivil toplumun gündemini yansıtmak da işte tam buna denk düşüyor.

Yeşil Gazete yenilenirken aklımızdan çıkarmamamız gereken bir şey bu. Geleneksel basın zor durumda. Belki de geleceğin özgür medyasını biz kuruyor olabiliriz.

İklim değişikliği okulunda ders zili çalıyor

İklim değişikliği karatahtada

Yeşiller Partisi tarafından İklim Değişikliği Kampanyası’nın bir parçası olarak düzenlenen “İklim Değişikliği Aktivist Okulu”nun birinci bölümü bu sene 16 Ekim Cumartesi günü İstanbul Yeşil Ev’de yapılıyor.Daha önce 2006 ve 2009’da iki kez yapılan ve büyük ilgi gören iklim değişikliği okulunu bu yıl iki bölümlük bir programla yapılacak. 16 Ekim’de yapılacak giriş derslerine katılanlar ileri seviye derslerini daha sonraki haftalarda düzenlenecek 2. Bölüm seminerlerinde alabilecekler.

İklim değişikliği konusunda çeşitli alanlarda çalışmalar yapan akademisyen, bilim insanı, araştırmacı ve aktivistler tarafından verilecek derslerde iklim değişikliği ile ilgili bilimsel arka plan, ulusal ve uluslararası politikaların yanı sıra iklim değişikliğinin politik boyutu, mücadele yöntemleri ve aktivizm tartışmalarına da yer verilecek.

Katılımın herkese açık ve ücretsiz olduğu ancak katılımcı sayısının 40 kişi ile sınırlı tutulduğu iklim değişikliği okulu için önceden telefon veya e-mail yoluyla kayıt yaptırmak gerekiyor. Kayıt için 212 244 77 80 veya [email protected]

Eğitimin yapılacağı yer İstanbul Yeşil Ev, adresi ise İstiklal Caddesi Balo Sokak No: 21/1 Beyoğlu – İstanbul

Okulun programı şöyle:

16 Ekim 2010 Cumartesi
10:00 – 10:30 – Açılış ve kısa film (animasyon): Uyan, kafayı ye, harekete geç (Leo Murray)
10:30 – 11:30 – İklim değişikliğinin bilimsel arka planı – Prof. Dr. Levent Kurnaz (Boğaziçi Ü.)
11:30 – 11:45 – ARA
11:45 – 12:45 – İklim değişikliğinde son durum – Dr. Ümit Şahin (Yeşiller Partisi)
12:45 – 13:30 – ÖĞLE ARASI
13:30 – 14:00 – Kısa film (animasyon) – Şeylerin hikayesi (Louis Fox)
14:00 – 15:00 – İklim değişikliğinde zaman daralıyor – bilim ve aktivizm – Dr. Ömer Madra (Açık Radyo, İstanbul Bilgi Ü.)
15:00 – 15:15 – ARA
15:15 – 16:15 – Kyoto’dan Cancun’a uluslararası iklim politikaları – Doç. Dr. Semra Cerit Mazlum (Marmara Ü.)
16:15 – 16:30 – ARA
16:30 – 17:00 – İklim değişikliği ve enerji politikaları – Korol Diker (Greenpeace Akdeniz)
17:00 – 17:30 – Aktivist olmak – Gökşen Şahin (Küresel Eylem Grubu)
17:30 – 18:00 – Genel tartışma ve kapanış

EĞİTMENLER
Ömer Madra, Dr.: Açık Radyo yayın yönetmeni. İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi. Uzun yıllardır iklim değişikliği ile ilgili araştırmalar ve yayınlar yapıyor. Konuyla ilgili “Küresel Isınma ve İklim Krizi: Niçin Daha Fazla Bekleyemeyiz” başlıklı bir kitabı var.
Levent Kurnaz, Prof. Dr.: Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü Öğretim Üyesi. Boğaziçi Üniversitesi iklim değişikliği çalışma grubunu yönetiyor ve Açık Radyo’da “Son Buzul Erimeden” başlıklı bir program yapıyor.
Semra Cerit Mazlum, Doç. Dr.: Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi. Uluslararası iklim politikaları üzerine çalışmaları ve makaleleri var. Açık Radyo’da “İklim Değişikliği ve Sürdürülebilirlik” adında bir program yapıyor.
Ümit Şahin, Dr.: Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı. Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü ve İklim Değişikliği ve Enerjii Çalışma Grubu Üyesi, Üç Ekoloji dergisi yayın yönetmeni. Ayrıca Açık Radyo’da Ömer Madra ile birlikte “Açık Yeşil” programını yapıyor.
Korol Diker: Greenpeace Akdeniz Enerji Kampanyası Sorumlusu. İklim değişikliği, nükleer enerji, yenilenebilir enerji ve enerji politikaları konusunda çalışıyor.
Gökşen Şahin: Küresel Eylem Grubu Aktivisti. Yıllardır iklim değişikliği ile ilgili çok sayıda miting ve eylemin organizasyonunda çalıştı. Açık Radyo’da “Kurak Yeni Dünya” adında bir program yaptı.

(Yeşil Gazete)

Dünyanın En Büyük Rüzgar Enerjisi Santrali

0

Dünyanın denizde kurulan en büyük rüzgar enerjisi santrali İngiltere’nin Kent kıyılarında faaliyete geçiyor.

100 türbinlik santralin, yaklaşık 250 bin hanenin enerji ihtiyacını karşılayacak kapasitede olduğu belirtiliyor.

Kıyıdan 12 kilometre açıkta inşa edilen santralin türbin sayısı dört yıl içerisinde 341’e çıkarılacak.

115 metre yüksekliğindeki türbinler 35 kilometrekarelik bir alana yayılıyor.

İngiltere’de halen 12’si denizde olmak üzere, 262 rüzgar enerjisi santrali var.

Toplam 1909 türbine sahip olan santraller İskoçya’daki tüm hanelerin enerji ihtiyacını karşılayabilecek kadar enerji üretiyor.

Ada ülkesi olduğu için bir hayli yüksek rüzgar potansiyeline sahip bulunan İngiltere, son yıllarda bu santrallere ciddi yatırım yapıyor.

Ancak çevreciler, İngiltere’nin yenilenebilir enerji üretimine yaptığı toplam yatırımın halen çok düşük olduğu inancında.

Uzmanlar ayrıca sadece rüzgar enerjisine odaklanıp diğer yenilenebilir enerji kaynaklarının ihmal edilmemesi gerektiğini belirtiyor.