Fransız France 2 televizyon kanalında başkent Paris’teki grevler ile ilgili haber bülteninde yayınlanan bir röportajda Sophie Brunn adlı muhabirin arkasında gözüken pankart günün en çok konuşulan konusu oldu. France 2 muhabirinin arkasında bulunan bir kadın eylemcinin elinde tuttuğu parkartta Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin eşi Carla Bruni’ye ilginç bir mesaj iletiliyordu. Pankartta: “Carla biz de senin gibiyiz, biz de Cumhurbaşkanı tarafından s…” yazıyordu. Pankart tüm röportaj boyunca ekranda okunabilir durumda kaldı.
Sarkozy’ye tepki, muhabiri yaktı
İsveç seçim sonuçlarına Korsan Cephe’den bir bakış
Dünya değişiyor. Politika da değişiyor. Sanırım politika umduğumuz kadar hızlı değişmiyor.
Avrupa genelinde Yeşiller yükselişte. Ardarda güzel seçim haberleri veriyoruz. Fakat aynı şeyi Korsanların kalesi olan İsveç’teki Korsan Partisi için söylemek zor.
Korsanların Yükselişi
2006 Yılında kurulan İsveç Korsan Partisi, İnternet’in özgürleşmesi, telif haklarının reformu, bireysel mahremiyetin korunması ve devletin şeffaflaşması konularını ele alan ve klasik sol-sağ ayrımını reddeden bir hareket. Gençlerin yoğun ilgisi sayesinde kısa sürede hızla büyüyen bu hareket 2009 yılında İsveçte en çok üyesi olan 3. parti konumuna geldi.
2009 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde İsveçten Korsan Partisi 2 sandalye kazanarak tarihi bir başarıya imza attı. Bu parlamenterler AP’de Yeşiller grubuna katıldılar.
Seçim Sonuçları
İsveç genel seçimleri bir ay önce, 19 eylül 2010’da gerçekleşti. %4 seçim barajı uygulanan İsveçte 8 parti barajı geçerek mecliste yer almayı başardı. Seçime güç birliği yaparak giren iki gruptan merkez sağ “Birlik” %49.27 oy alarak 173 sandalye kazandı. Ancak merkez sağ “Birlik” 2 sandalye farkı ile meclis çoğunluğunu oluşturamadı. Muhalefette kalan “Kırmızı-Yeşil” ise %43.6 oy alarak 156 sandalyeye sahip oldu. 20 sandalyeye sahip olan ve iki grup içinde de yer almayan İsveç Demokrat partisi meclisteki oylamaların kilit adresi olmayı garantiledi.
Barajı geçen 8 partiden Sosyal demokratlar %30.66, Merkez sağın “Ilımlı” partisi ise %30.06 oy aldılar (birinci lig). Geriye kalan ve içinde Yeşiller’in (%7.34) de bulunduğu 6 parti ise %5.6 ile %7.34 arasında değişen oylar aldılar (ikinci lig). Barajı geçen partilerin aldığı oyların toplamı geçerli oyların %98.57’si ediyor.
Barajı geçemeyen partilerden Korsan Partisi %0.65, Feminist İnsiyatif %0.4, Yaşlılar partisi ise %0.19 oy aldı (üçüncü lig). Geriye kalan partiler ise pek bir varlık gösteremedi.
Bu sonuçlara bakarak çıkartılacak çok önemli sonuçlar var.
- %4 barajın varlığının çok net olarak sonuçlarda kendini gösterdiğini ve mecliste yer alan kimsenin şans eseri orada olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
- Merkezde konumlanan ve vasat sayılabilecek politik söylemlerin populerliği yadsınamaz.
- Düşük baraj yüksek temsiliyet oranı getiriyor.
Bu seçimde Sosyal Demokratlar ve Sol parti sırasıyla %4.33 ve %0.24 oy kaybederken, Yeşiller partisi oylarını %2.09 arttırdı.
Korsan parti oylarını %0.02 oranında arttırdı ve meclis dışındaki en büyük küçük-partilerden biri olarak yerini sabitledi. Maalesef Korsan parti küçük partiler için önemli olan %1 seviyesinde kazanılan basım yardımı ve %2.5 seviyesinde kazanılan parti yardımlarının ikisinden de yaralanamadı.
2009 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde İsveçte Yeşiller %11, Korsan partisi %7, Feminist insiyatif ise %2 civarında oy almışlardı. Bu oyların tamamı 2010’da gerçekleşen ulusal seçimlerde elde edilen oylardan daha yüksek. Korsanlar için aradaki yüzdelik farklar dışında, kaç oy alındığı da çok dramatik bir tablo oluşturuyor. 2009 AP seçimlerinde (üç milyon geçerli oy içinden) 225,915 oy alan Korsanlar, 2010 genel seçiminde (altı milyon geçerli oy içinden) ancak 38,491 oy alabildiler.
Nasıl oldu da böyle oldu?
Bir kaç neden sayılabilir. Bunlardan ilki Korsan Partisi hareketinin ortaya çıkışındaki dayanaklarından biri olan The Pirate Bay isimli sitesinin satın alınmak istenmesi ve belirlenen bedelin 6 milyon Amerikan Doları olması. The Pirate Bay sitesinin sahipleri hakkındaki “Fikri mülkiyet devrimcisi” imajının yerini “paragöz fırsatçı” imajının alması Korsan Partisi’ni de etkiledi.
İkinci ve bence en önemli neden ise Korsan Partisi’nin hızlı yükselişi sırasında kendine sağlam mevziler edinememiş ve politik duruşunu geliştirememiş olmasıdır.
Korsan politikanın konuları geleceğin siyasi fay hatlarını oluşturacaktır ve çok önemlidir. Ama günümüzde seçim sonuçlarını belirleyen işsizlik, göçmen politikaları, küresel ekonomik kriz, savunma bütçesi gibi klasik konularda siyaset yapmamayı bilinçli olarak seçmiş bir partinin ülkeyi kimin yöneteğine karar verilen bir seçimde başarısız olması da şaşırılacak bir şey olmasa gerek.
Bu durumun tam zıttı olarak, güncel politik kararlar almak yerine uzun vadeli ve yönlendirici ilkeler belirleyen bir kurum olan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Yeşiller, Korsanlar ve Feministler’in yüksek oy alması da anlaşılabilir.
Peki biz ne yapalım?
İnternet sansürüne maruz kalan, telif haklarına kafayı takmış kurumların her geçen gün daha da zıvanadan çıktığı, yasakçılıkla vatan sevgisinin eş anlamlı olduğu bir ülkede yaşayan bizler tabii ki mücadele edeceğiz. Yeşil bireyler olarak ülkemizdeki Korsan hareketlerine mutlaka destek vermeliyiz. Küçük partilere yaşam şansı vermeyen seçim sistemimiz ve siyasi partiler yasamız sağolsun, biz Yeşiller’in yaşadığı zorlukları partileşmek isteyen Korsanlar da aynen yaşayacaktır.
Yeşiller Partisi’nin farklılıkları zenginlik olarak gören yapısını bir de partinin Korsan Cephe‘sinin olduğunu hatırlatır; “teklif var, ısrar yok” diyerek sözü bağlar; esenlikler dilerim.
Efe Göktoğan – 19/10/2010
Yeşil Gazete
Tüketiciler KGS’de yeni alt sınıra tepkili
Köprü ve otoyollardan geçişi sağlayan Kartlı Geçiş Sistemi (KGS) kartına en az 50 TL yükleme zorunluluğunun getirilmesi tüketicileri isyan ettirdi.
Tüketiciler Birliği Genel Başkanı Nazım Kaya, köprü ve otoyollardan geçişi sağlayan Kartlı Geçiş Sistemi (KGS) kartına en düşük 50 liralık yükleme yapma zorunluluğunun kaldırılması gerektiğini söyledi. Kaya, köprü ve otoyolları kullanan sürücülerin edindiği KGS’ye 50 liranın altında yükleme yapılamadığını belirtti.
Kamyoncuların, özellikle yurt dışından gelip de 1-2 kez geçiş yapacakları kartlara 50 lira yüklemeden köprüden geçemediğini, otoyolları kullanamadığını ifade eden Kaya, şöyle konuştu:
“Köprüden geçiş 4 lira, otoyollarda ise en kısa süreli geçiş 1,5 liradan başlıyor. Yani bir sürücü, yaz tatiline çıktığı gün kısa süreli geçiş yapacağı otoyolu kullanmak için 50 lira ödüyor. Bunun 5-10 lirası geçişlerde gidiyor. Geriye kalan 40 lira, bir daha tatile çıkacağı döneme kadar kartta kalıyor. Tüketicinin parasına uzun süreli ipotek konuluyor. Hizmetlerin en düşük birimiyle satılabilmesi şartı vardır. Bir geçişlik imkan tanıyacak yüklemeler yapılabilmeli ya da satışlar olmalı. Bozuk paraya dönüşmemesi için 5-10 liralık yüklemeler yapılabilmelidir.”
Karayolları Genel Müdürlüğünün uzun vadede verilecek hizmetin ücretini kısa vadede aldığını ileri süren Kaya, “Birçok turnikede nakit kullanımının olmaması nedeniyle ‘ya ödeyeceksin ya da orada kalacaksın’ deniliyor. En düşük birimiyle, en bölünebilir haliyle hizmet sunulması gerekiyor. Otoyollar, iyi hizmet sunulması amacıyla yapıldı. Ticari kazanç olarak bakılmamalıdır. OGS, ‘otoyol geçişlerinde soygun’ olmamalıdır” dedi.
Araba satılsa da cihaz elden çıkartılamıyor
Kaya, KGS dolumu yapılan gişelere gidildiğinde sürücülerin şikayetlerinin daha açık görülebileceğini vurgulayarak, bunun yanı sıra eksi bakiye ile geçişlerde kartın ya da araca takılan optik okuyuculu cihazın kullanıma kapatıldığını anlattı. Ayrıca, eksi bakiye durumlarında cezalı geçiş yapıldığı gerekçesiyle 10 kat ceza ödendiğini öne süren Kaya, şunları kaydetti:
“Kamu hizmeti mantığına ters bir uygulama. Manyetik kart 3 liraya, optik okuyucu cihaz ise 40 liradan satılıyor. Fabrika çalışanlarına işe giriş ve çıkışları için verilen kartlardan para alınması gibi garip bir durum. Sürücü, aracını sattığında ya da bir daha kullanmayacağı durumlarda geri veremiyor. 40 liralık cihazı evine götürüyor. İlgili kurumun, kendi kurduğu takip sistemini satması çok ilginçtir.” (aa)
Dink’in ‘Doğrular Parkı’nda ağacı oldu
İtalya’daki “Doğrular Parkı”na suikaste kurban giden gazeteci Hrant Dink anısına ağaç dikildi. Törende Rakel Dink’e “Doğruluk” plaketi verildi.
Padova Belediyesi tarafından 3 yıl önce açılışı yapılan, her yıl da dünya genelinde soykırımla mücadele edenler anısına 10 ağacın eklendiği “Doğrular Parkı”na suikast sonucu hayatını kaybeden Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink anısına bir ağaç dikildi.
Törende Rakel Dink’e de yine eşi anısına “Doğruluk” plaketi takdim edildi.
Dink, parkı “Ülkenin hafızasını uyanık tutmak açısından çok önemli bir çalışma olarak” değerlendirdi. Rakel Dink, bu nedenle İtalya’ya teşekkür etti.
Açılışta ayrıca bir konuşma yapan Rakel Dink, eşinin “Sadece Ermenilerin değil, bütün azınlıkların maruz kaldığı adaletsizlikleri yazdığını” dile getirdi.
Rakel Dink, “Eşim ülkede yapılması gerekeni yaptı” dedi. (NTV)
HSYK’da Bakanlık ve Hükümet Egemenliği

YARSAV’ın listesi ve Adalet Bakanlığı’nın desteklediği iddia edilen listenin çekişmesine sahne olması beklenen seçimlerde, YARSAV, yapısı değiştirilen HSYK’ya tek bir adayını bile sokamadı.
199 adayın yarıştığı ve dün akşam saat 17.00 itibariyle sona eren seçimin, YSK Başkanı Ali Em tarfından açıklanan resmi olmayan sonuçlarına göre, Türkiye genelinde en fazla oyu Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı İbrahim Okur aldı.
İdari yargıdan HSYK’ya giren bir başka bürokrat ise Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürü Birol Erdem oldu. Adalet Akademisi Eğitim Merkezi Müdürü Ahmet Kaya da HSYK’da yer almayı başardı.
Bu arada Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu seçimindeki ağır yenilgi öncesinde, YARSAV’dan da olağanüstü genel kurul haberi geldi. Tek bir adayını bile kurula sokamayan YARSAV, 5 Aralık’ta yeni yönetimini belirleyecek.
ADLİ YARGI
Asil üyeler:
Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı İbrahim Okur
Yargıtay 10. Ceza Dairesi Tetkik Hakimi Teoman Gökçe
Rize Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ömer Köroğlu
Bakırköy 14. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Nesibe Özer
Adana Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Hüseyin Serter
Türkiye Adalet Akademisi Eğitim Merkezi Müdürü Ahmet Kaya
Edirne Hakimi İsmail Aydın
Yedek üyeler:
Ankara Cumhuriyet Savcısı Harun Kodalak
Üsküdar Cumhuriyet Savcısı Celal Avar
Ankara 17. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Hayrettin Türe
İzmir Asliye 7. Hukuk Mahkemesi Hakimi Ali Öztürk
İDARİ YARGI
Asil üyeler:
Danıştay 6. Daire Tetkik Hakimi Ahmet Berberoğlu
Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürü Birol Erdem
İstanbul 5. İdare Mahkemesi Üyesi Resul Yıldırım
Yedek üyeler:
Ankara Bölge İdare Mahkemesi Üyesi Halil Koç
Danıştay Savcısı İbrahim Topuz
İTİRAZ HAKKI VAR
Öte yandan YSK Başkanı Ali Em, bu sonuçların kesin olmadığını, itiraz süresi içerisinde sonuçlara itiraz edilmesi halinde itirazların değerlendirileceğini ve gelecek hafta başı üyeliklere seçilen kişilere mazbatalarının verileceğini bildirdi.
Em, seçim sonuçlarını illerden faks yoluyla aldıklarını ifade ederek, geç saatte açıklama yapmasının sebebinin sonuçların illerden geç gelmesi olduğunu söyledi. (Açık Gazete)
KCK davasında savunmalar Kürtçe yapılacak
Diyarbakır’da başlayan KCK davasında yargılanan 151 kişinin sözcüsü, eski milletvekili Hatip Dicle savunmalarını Kürtçe yapmak istediklerini söyledi.
Aralarında belediye başkanları, BDP’li siyasetçiler, İnsan Hakları Derneği üyelerinin de bulunduğu, 103’ü tutuklu yargılanan kişilerin çoğu mahkemede kimlik tespiti yapıldığı sırada adları okunduğunda Kürtçe yanıt verdiler.
İlk operasyonun 2009 yılı Nisan ayında yapıldığı KCK davasında tutukluluk süresinin uzunluğu ve yargılamaların gecikmesi tepki çekiyordu.
Savcılık sanıkları Abdullah Öcalan’ı lideri olarak kabul eden bir örgütlenmenin üyesi olmakla suçluyor.
Sanıkların avukatları ise, müvekkillerinin yıllardır yasal siyaset içinde faaliyet yürüttüklerini savunuyor.
Duruşma sırasında, söz alıp tutuklu tüm sanıklar adına konuştuğunu söyleyen Hatip Dicle, “Kürt halkının siyasi temsilcileri faaliyet yürüttükleri için sanık sandalyesinde.” dedi.
300 savunma avukatı adına söz alan Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar da, duruşmalarda savunmaya daha çok yer verilmesi için 7 bin 500 sayfalık iddianamenin tümünün okunarak zaman kaybedilmemesini istedi.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı iddianamede sanıklara “devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma”, “terör örgütü üyesi ve yöneticisi olma”, “terör örgütüne yardım ve yataklık etme” gibi suçlamalar getiriliyor.
KCK nedir?
Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK), savcılık iddianamesinde ve kendi sözleşmesinde, PKK’yı da içine alan ve devlete alternatif olarak kurulan bir şemsiye örgütlenme olarak ifade ediliyor.
Örgüt, PKK’nın Türkiye’nin yanı sıra, Irak, İran ve Suriye için de önerdiği “Demokratik Konfederalizm” ve “Demokratik Özerklik” projelerinin kurumlaşmış hali olarak tasarlanıyor.
Çerçevesi tam olarak netleştirilmemiş olan sistemde, merkezi devlet kurumlarının bazılarının varlıklarını sürdürürken, bazılarının işlevlerinin ise yerel örgütlenmeler tarafından devralınması öngörülüyor.
PKK, “Toplum Kongreleri” şeklinde örgütlenmeye başlayan projenin, devletlerin toprak bütünlüğünü kabul ettiğini ve sınırları değiştirme hedefi olmadığını savunuyor.
KCK devletin tümüne bir alternatif olarak sunulmasa da devletin yürütme, yasama ve yargı yetkilerini kısmen devralmayı hedefliyor.
Türkiye’de Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde başlatılan örgütlenmenin birimlerinin etnik temelli olması gerekmediğine de vurgu yapılıyor.
İddianamede, KCK Türkiye Meclisi’nin bir dönem Avrupa’da bulunan PKK’nın üst düzey yöneticisi Sabri Ok’a bağlı olduğu ifade ediliyor.
Bu nedenle davanın bir numaralı şüphelisi Sabri Ok.
Son iki yılda yapılan KCK operasyonlarının ‘demokratik açılım’ gibi Kürt sorununda çözüm inisiyatiflerinin gündeme geldiği dönemlerde kritik etkileri olmuştu.
KCK ile bağlantılı operasyonlarda bugüne kadar binin üzerinde kişi tutuklandı.
Duruşmaya ilgi yoğun
Yüksek güvenlik önlemleri altında gerçekleşen duruşma, gazeteciler, sanık yakınları ve yabancı heyetler tarafından da izleniyor.
Mahkeme salonuna sanık ve avukatların yanında alından 90 kişinin 10’u gazeteci.
Duruşmayı izlemeye gelen yabancı heyetler arasında Uluslararası İnsan Hakları Federasyon (FIDH) Başkanı Souhayr Belhassen da var.
Çoğunluğu tutuklu yargılanan şüpheliler arasında 12 belediye başkanı, İHD Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erbey ve eski DEP milletvekili Hatip Dicle de bulunuyor.
Sanıklar için 15 yıl ile ağırlaştırılmış müebbet arasında değişen hapis cezaları isteniyor. (BBC)
Fransa’da Protestolar Büyüyor
Sarkozy hükümetinin ’emeklilik reformu’ Fransızları ayağa kaldırdı. Geçen haftadan bu yana süren protestolara şiddet de karıştı. Paris’in batısındaki bir banliyöde öğrenciler polisle çatıştı.
Fransa’da emeklilik yaşının yükseltilmesini öngören tasarıya yönelik protestolar büyüyerek devam ediyor. Paris banliyölerinde öğrenciler polisle çatışrken, göstericiler araçları ateşe verdi.
Paris’in bir başka bölgesinde de gençler yine sokaktaydı. Rafinerilerdeki eylemler nedeniyle ülkenin birçok bölgesindeyse yakıt sıkıntısı başgösterdi. Pompalar önünde kuyruklar oluşuyor.
Fransız hükümeti ise ülkede yeteri kadar petrol rezervi bulunduğunu söyleyerek paniği yatıştırmaya çalışıyor.
Emeklilik yaşını 60’dan 62’ye çıkartan tasarı Senato’da Çarşamba günü oylanacak. Bu oylamadan bir gün önce çalışanlar en geniş katılımlı genel greve hazırlanıyor.
Sivil Havacılık Dairesi bir günlük grev nedeniyle havayolu şirketlerinin tarifeli seferlerini azaltmasını istedi.
Demiryolu çalışanlarının grevi tren seferlerini olumsuz etkilerken, kamyon şöförleri de protestoya katıldı.
Paris ve Lille başta olmak üzere bazı kentlerin girişlerinde de uzun araç kuyrukları oluştu.
Greve giden işçileri desteklemek isteyen liseliler, ülkenin ikinci büyük kenti Lyon’da DA olay çıkardı. Polis, Lyon kent merkezinde çıkan olaylarla ilgili 16 genci gözaltına aldı.
Yaklaşık bin civarındaki lise öğrencisinin yaptığı izinsiz gösteride beş otomobil ve çöp bidonları ateşe verilirken, otobüs durakları da tahrip edildi.
Hayvan Özgürlüğü İnisiyatifi eyleme çağırıyor
Bildirilerinde Animal Liberation Front (ALF) logosu da kullanan Türkiyeli hayvan hakları aktivistleri, yaklaşan kurban bayramı öncesinde dayanışma ve ortak eylemlilikte bulunma çağrısı yaptı.
ALF, 1976 yılında radikal hayvan hakları eylemcileri tarafından kurulan aktivist bir örgüt. Şu anda dünyanın kırktan fazla ülkesinde üye, destekçi ve sempatizana sahip. Çeşitli ülkelerde gerçekleştirdikleri eylemler ile kendilerinden söz ettiren ALF, Türkiye gündemine en son Avusturya’da “terörist” suçlaması ile tutuklu bulunan ALF üyelerinin salıverilmesi için İstanbul’daki Avusturya Başkonsolosluğu önünde yapılan yasal eylem ile gelmişti.
ALF ile ilgili daha detaylı bilgi almak için: http://www.animalliberationfront.com/ ve http://tr.wikipedia.org/wiki/Hayvan_Kurtulu%C5%9F_Cephesi adreslerine başvurulabilir.
Bugün Türkçe olarak Hayvan Özgürlüğü İnisiyatifi tarafından duyurulan açıklama ise şöyle:
Hayvanların kurtuluşundan yana olan tüm bireylere çağrımızdır!
Kurban Bayramı yaklaşıyor. Kurbanlık olarak yetiştirilen, doğumlarından ölümlerine kadar çektikleri acı ve zulüm göz ardı edilen milyonlarca hayvan, katliam günleri için pazarlanmaya hazırlanıyor. Medya, her sene olduğu gibi ekonomik krizin vurduğu kurbanlık satışlarından ve kurban günlerindeki kanlı görüntüleri işaret ederek daha modern katletme biçimlerinden dem vuracak olsa da bizler önceki senelerde olduğu gibi bu sene elimiz kolumuz bağlı oturmayacağımızı ifade etmek istiyoruz.
Hayvanların kurtuluşundan yana ve onların hakları olduğuna inanan tüm bireyleri, kurban günlerinde eve kapanmamaya, sokağa çıkıp insanlara bu kültürün ne kadar acımasız ve zalim olduğunu hatırlatmaya çağırıyoruz. Bayram sabahı uyandıklarında insanlara, o günün kendileri için bayram olduğunu, ama hayvanlar için aslında bir kıyamet günü olduğunu hatırlatmak, katledilen hayvanlar için ağlayıp sızlamaktan daha etkilidir.
Kurbanları kesimden kurtarmak her ne kadar yapılacak en doğrudan eylem olsa da, potansiyellerimizi bilerek hareket etmemiz daha dürüst bir tavır olurdu. Şu an bu çağrıyla, birçok eylemde olduğu gibi az da olsa risk barındıran, ancak herkes için uygulanabilir olan başka bir eyleme sizleri davet ediyoruz.
Birkaç gün öncesinden başlayarak bayram günlerinde de devam eden bir kampanyayı sizlere öneriyoruz. Bizler, İstanbul’un birçok semtinde, mahallesinde ve ana arterlerde kurbanın aslında bir zulüm ve katliam olduğunu duvarlara yazacağız, hayvan boğazlamayı ve boğazlatmayı öven, teşvik eden pankartları tahrip edeceğiz.
O günlerde mahallelerde, semtlerde ve ana arterlerdeki duvarlarda bu zulmü teşhir eden ne kadar çok yazılama olursa ve katliamın reklamını yapan dokunaklı pankartlar ne kadar çok tahrip edilirse hayvanların kurtuluşu yönünde etkinin daha fazla olacağını düşünüyoruz. Elbette ki aynı oranda karşı tepkiyi, muhafazakar kesimden de alacağımızı düşünüyoruz, ancak hiçbir gerekçe bu zulme seyirci kalmamızı haklı gösteremez.
Şayet daha etkili başka bir öneriniz yoksa, sizleri o günlerde kurban katliamına karşı eş zamanlı tepki vermeye ve güçlü bir etki yaratmaya davet ediyoruz. Eylemimiz çok karmaşık veya zorlu süreçleri içermiyor. İhtiyacımız olan şeyler sadece; zulme karşı öfke, birkaç sprey boya, bir maket bıçağı ve tercihen birlikte hareket edebileceğimiz insanlar…
Sabah uyandıklarında mahalle duvarlarında “Kurban Katliamdır!” yazılamalarıyla karşılaşan insanların üzerindeki şok etkisini düşünün! Ve bunun bütün şehre yayılmış olduğunu düşünün! Olumlu veya olumsuz, bir şok etkisi ve bir tepkiyi yaratacağından şüphe yok!
Katliam günlerinde evlere kapanıp 3 maymunu oynamaktansa, sokakta, hayvanlara yaşatılan zulme karşı yapabileceğimiz daha hayırlı işler olduğuna inanıyoruz. Bu konuda yapılacak her türlü faaliyet ve eylemi destekliyoruz.
Rengarenk Meseleler
Lambdaistanbul Kültür Merkezi’nde Pazar akşamüstü toplantıları sürüyor. Geçen hafta “Din ve LGBT”yi tartışan LKM, bu Pazar da “LGBT Olmak ve Diğer Meselelerin İlgisi” üzerine farklı düşüncelere ev sahipliği yaptı. “LGBT konularına duyarlı olmak, diğer meselelere -örneğin Kürt, Alevi, Gayrimüslim meselelerine- karşı duyarlı olmayı gerektirir mi?” söyleşiyi çerçeveleyen sorulardan biriydi. Bir diğer çerçeve soru da “LGBT ya da LGBT’lerin yaşadıkları sorunlara duyarlı kişiler olarak hiçbirimiz tek kimlikli değiliz. Aynı zamanda Türküz, Kürdüz, Ermeniyiz, Sunniyiz, Aleviyiz, Museviyiz, Hıristiyaniz, Ateistiz. Bu farkli kimliklerimizle nasıl bir arada var olabiliriz?” şeklindeydi.
Toplantı, birbirinden farklı yaklaşımları ortaya çıkardı. Genel bağlamda ise bilinçli şekilde ayrımcılık, şiddet ve nefret üretmeyen her insan ya da grup ile stratejik iş, söz, gönül birliğine gidilebileceği düşüncesinde ortaklaşıldığı söylenebilir. LGBT’lerin toplum içinde yaşadıkları yoğun hak ve özgürlük ihlalleri onları duyarlı bir grup yapıyor. Ancak bu, tüm LGBT’lerin örneğin anarşist, marksist, devrimci, vejeteryan, ateist, anti-kemalist vb. kimlikleri/ideolojileri de sahiplenmeleri ve üretmeleri anlamına gelmiyor. Zaten bunu beklemek gerçekçi de değil. Ayrıca, bu ideolojilerin her birinin, kendi içlerinde ya da birbirleriyle bağıntılı olarak gelişen sonsuz sayıda varyasyonlarının olduğunu da unutmamalı.
Tabii ki söyleşide farklı görüşleri olan katılımcılar da vardı. Örneğin, yaşanılan tüm sorunların kapitalizmin ya da aşılamamış feodal motiflerin sonuçları olduğunu, bu yüzden LGBT’lerin şiddetli birer anti-kapitalist olmaları gerektiğini belirtti bazı konuşmacılar. İleri kapitalist ülkelerdeki “sözde” LGBT özgürlüğünün tüketim kültürü aracılığı ile sömürülen LGBT kimliğini perdelediğini söylediler. Ancak bu belirlemeye karşı çıkan farklı görüşler ise, sol alternatiflerde de sıklıkla karşımıza çıkmaya devam eden, farklı ölçeklerdeki homofobi, bifobi ve transfobiyi anımsattılar. Tüketim kültürü tarafından toplumun diğer bileşenleri ile birlikte sömürülmek mi, yoksa sadece eşcinsel olduğun için idam edilmek mi daha tercih edilesi bir şey; bu da tartışılır. Buna ek olarak biliyoruz ki, sol ya da dini tandanslı pek çok insan hakları örgütünde de LGBT’ler ayrımcılığa, damgalanmaya, dışlanmaya uğramaya devam ediyorlar.
Toplantıdaki başka bir yaklaşıma göre ise, LGBT’lerin asıl duyarlı ve etkin olmaları gereken politik ekseni belirleyen meseleler, ataerkil yapılar ile direkt ilişki içinde olmalı. Militarist erkek egemen heteroseksizme karşı olmak ve bu minvalden örgütlenmek, LGBT’ler için en apaçık ve ortak buluşma noktası olabilir. Bu buluşma noktası, LGBT’lerin diğer meseleler ile kuracağı ilişkileri yönlendirerek çeşitlendirebilir. Zaten “kadın hareketi”, “Kürt hareketi”, “Sosyalistler”, ya da “Müslümanlar”, “Kemalistler”, “Kapitalistler” gibi genellemeler yapmak çok doğru olmayabiliyor. Bu kimlikler üzerinden mücadele eden gruplar arasında da, hem teorik, hem performansa yönelik çok büyük uzlaşmazlıklar ve farklılıklar bulunuyor. Hatta, homofobi, bifobi ve transfobi bu farklılıkları ortaya çıkarmak için eşsiz bir bir turnusol görevi de görebiliyor.
Yazının her yerine sinmiş de olsalar, söyleşiye katılıp düşüncelerini paylaşan birisi olarak kendi görüşlerimi netleştireyim. Umarım diğer bir arkadaşımız da benim sınırlarımı ve tercihlerimi genişletecek başka bir yorum ile bu önemli konuyu kendince işler. Bence LGBT’ler sadece kendileri için olanı değil, toplumun tüm katmanlarını kapsayacak özgürlükleri ve özgünlükleri savunmalılar. Aynen, diğer hak ve özgürlük mücadelesi veren kimlikler/ideolojiler için geçerli olduğu gibi; toplumu ilgilendiren diğer meseleler, LGBT’lerin de meselesi olabilmeli. Ancak LGBT’ler; ideolojik, değer yargısal ve etik farklılıkları bulunan diğer grupları ya da diğer LGBT’leri “düşmanlar, müttefikler ve yoldaşlar” olarak görmek yerine, tüm tarafların bir arada dönüşerek yaşayabileceği ve uzlaşmanın olduğu kadar, uzlaşamamanın da garanti altına alınabileceği heterojen bir politik kültürü amaçlamalılar. Hareketin en belirgin ortak paydası “LGBT olmak” ise; bu zaten kıyasıya heterojen bir payda. Pratiğe döndüğümüzde de, örneğin nefret suçları yasası için, örneğin “demokratik ve çoğulcu” anayasada cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin tanımlanması için, kamu tarafından gözetilecek pozitif ayrımcılık ilkelerinin belirlenmesi için farklı duyarlılıklara sahip, farklı ideolojilerden gruplar ile güç birliğine neden gidilmesin? LGBT hareketleri politik birer parti değiller ki. Hem günümüzde politik partiler bile ana ideolojileri birbirlerinden farklı olsa da böyle ortaklıklara gidebiliyorlar. Çok yakın dönemimizde karşımıza çıkan referandum kampanyaları bu duruma güzel bir örnek.
Ayrıca, tüm ayrımcılığa uğrayan grupları “kuzu, melek”, iktidar ya da çoğunluk kültürü ile daha barış içinde görülen toplulukları da “kurt, şeytan” olarak görmek bilgisel perspektifimizi ve sezgisel yeteneklerimizi köreltecektir. Her birimizin aynı anda “hem kurt, hem kuzu, hem de hiçbirisi” olabildiğimizi anımsamakta yarar var. Toplumu, Yüzüklerin Efendisivari bir fantastik klasisizm ile sabitleşmiş “iyiler ve kötüler” üzerinden tasarlamamakta yarar var.
Diğer bir anımsamamız gereken şey de, hiçbir başka bir politik angajmanı olmadan, sadece LGBT olduğu için, bununla yüzleşmeye, yaşamaya çalışan kişilere, gençlere ulaşmak. Yoğun kişisel, ailevi sosyopsikolojik baskılar altında cinsel yönelimleri ile hesaplaşmak zorunda kalan her toplumsal katmandan LGBT bireyi, neden ille de bir “ateist, marksist, anarşist, vb.” LGBT hareketi karşılamalı ki? En önemli derdi köyündeki diğer kadınları arzulamak olan on üç yaşında bir Ayşe için, LGBT hareketi tabii ki dönüştürücü olacaktır; aynı Ayşe’nin LGBT hareketi için olacağı gibi. Ancak bu dönüşüm interaktif bir süreç olmalı. Yoksa Ayşe’yi yaşadığı o kadar içsel dışsal baskı altında bir de sloganlar ile, sloganlar düzeyinde kalarak karşılamak ne kadar politiktir, ne kadar demokratiktir, ne kadar gerçekçidir ve başarılı olur, bilemiyorum.
Kısacası; LGBT bireylerin ana meselelerinden biri, özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyi güçlendirmek olmalı. Sıklıkla belirtildiği gibi, LGBT’ler zaten tek kimlikli insanlar değiller. Aynı zamanda Türk, Kürt, yurtsuz, Alevi, Ateist, Müslüman, Hıristiyan gibi daha başka kimliklerin çok farklı yorumlarını da içlerinde barındırıyorlar. Büyük olasılıkla da bu yüzden, LGBT kimliği ve hareketi ile tanışan pek çok birey, daha farklı kimlikler ile de, “ötekiler” ile de tanışarak, kendisi ile ve kendi dışında bıraktıkları ile de yüzleşerek, önyargılarından uzaklaşabiliyor. Örneğin ben islamofobimden giderek uzaklaşıyorum, en azından çabalıyorum. Müslüman LGBT arkadaşlarım sağolsunlar. LGBT duyarlılığına sahip olmak bu yüzden böylesine dönüşen ve dönüştüren bir farkındalık, empati biçimi yaratabiliyor. Farklı renkleri, kimlikleri, ideolojileri birbirleriyle buluşturuyor, tanıştırıyor. Zaten hareketi simgeleyen gökkuşağı bayrağı tam da bunu yansıtmıyor mu? Ya da onur yürüyüşlerindeki insan demetleri? Tam da bu çokkimliklilik; LGBT hareketini gezegenin hem en küresel, hem en yerel, çok renkli, çok sesli ve sürekli zenginleşerek kendisini ve çevresini dönüştüren oluşumu haline getirmiyor mu? Yanıt, farklı olmamıza rağmen bir arada durduğumuz insanlarla ve sahiplendiğimiz “diğer meseleler” ile her gün daha da çeşitlenen duyarlılıklarımızdan gülümseyerek bizleri aydınlatıyor.
Murat KÖYLÜ
18 Ekim 2010 İstanbul
ÖDP’lilere Trabzonspor Taraftarı Saldırısı
Demokratik ve özgür Türkiye için dinleme ve gözetlemeleri protesto yürüyüşü yapmak isteyen ÖDP’lilere maç izlemek için toplanan ülkücü bir grup saldırdı.
Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) üyeleri dinlemeve gözetlemeleri protesto etmek için İstanbul Galatasaray Lisesi önünde toplandı. Buradan Taksim Meydanı’na yürüyüş yapmak isteyen ÖDP’lilere Trabzonspor-Kasımpaşa maçını izlemek üzere toplanan bir grup ülkücü taraftar, bira şişesi, ayran ve pet şişesi yağmuruna tutarak saldırdı. Bunun üzerine polis grubu çember içine aldı ancak gruba müdahale etmedi. Olaylar sırasında başına pet şişe isabet eden Ulusal Kanal muhabiri Deniz Çağlayan baygınlık geçirdi.
ÖDP Genel Başkan Yardımcısı Sema Solaklı, “Biz demokratik hakkımızı kullanarak, dinlemelere ve gözetlemelere karşı hukuk devleti normlarının yerine getirilmesi için yürüyüşlü protesto ve basın açıklaması yapmak istedik. Ne yazık ki yaşanan saldırının tahammül sınırlarının olmadığını göstermiştir. Bu saldırı düşünce ve ifade özgürlüğüne karşıdır” diyerek saldırıya karşı tepkisini gösterdi. Solaklı, yıllar öncesine ait ortaya çıkarılan kasetler, dinleme ve gözetlemelerin devlet geleneği olduğunu gösterdiğini belirterek, AKP’nin bu geleneği sahiplendiğini, sistematik ve kurumsal hale getirdiğini söyledi. Herkesin dinlendiği, izlendiği kaygısıyla içselleşmiş bir baskı yaşadığını ifade eden Solaklı, dinlemelerle ilgili iddiaların havada uçuştuğunu, ancak gerçeklerin “gizlilik” kaidesiyle açıklanmadığını kaydederek, “Otaya çıkan durum hukuk devletine aykırıdır” dedi.
‘ANAYASAL SUÇ İŞLENİYOR’
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın rakamlarına göre 71 bin telefonun dinlediğini ve mobese gibi çeşitli kameralarla izlendiğine dikkat çeken Solaklı, “İnsanların dinlenmesi yetmiyor üstüne internet sitelerinde, ya da bir takım medya organlarına servis edilerek özel hayatın gizliliği ortadan kalkıyor. Devlet kurumları suç işlemeye devam ediyor” dedi. Dinleme ve gözetlemelerin bir an öce sona erdirilmesi gerektiğini söyleyen Solaklı, ortaya saçılanların ise Anayasal suç kapsamında değerlendirilmesini istediklerini belitti. (Birgün)