Ana Sayfa Blog Sayfa 5384

İstanbul’da ulaşıma yüzde 10 zam

0

İstanbul’da toplu ulaşıma zam geldi. Zamlar 30 Ekim’den itibaren geçerli olacak.

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı öncesi İstanbul’da ulaşıma zam geldi.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden yapılan yazılı açıklamayla 30 Ekim’den itibaren yüzde 10’luk zam uygulanacağı belirtildi.

Yazılı açıklamada şöyle denildi: “Metrobüs’te bindiğin kadar öde dönemi başlıyor. İETT Genel Müdürlüğü ve BELBİM AŞ’nin yaptığı ortak çalışma ile metrobüs hattında durak bazında ücretlendirme tarifesine geçiliyor. Toplu taşım ücretlerinde de yeni bir ayarlamaya gidildi. Buna göre İETT İşletmeleri Genel Müdürlüğü, toplu ulaşım hizmetlerinin sürdürülebilir olmasını sağlamak için hizmet bedelinin vatandaşlarımıza olabildiğince az yansıtılması anlayışı içinde çalışma yapma zaruriyeti doğdu. İETT en son tarife düzenlemesini 1 Haziran 2009 tarihinde yapmıştı. Ancak aradan geçen yaklaşık 17 aylık süre içerisinde hizmete esas teşkil eden girdi fiyatlarında (akaryakıtta yüzde 25, işçilikte yüzde 12) önemli oranlarda artış kaydedildi. Dolayısıyla kurumsal gelir-gider dengesini sağlayabilmek amacıyla yaklaşık yüzde 10’luk bir tarife artışı hasıl oldu. Yeni tarifenin artış oranı söz konusu dönemde gerçekleşen enflasyon oranı da dikkate alınarak hesap edildi”

Avcılar-Söğütlüçeşme arasında hizmet veren metrobüs hattında, işletmesine başlamadan önce planlanan, ancak teknolojik altyapı yetersizliğinden uygulanamayan kademeli ücretlendirme sistemine 30 Ekim tarihinden itibaren geçiliyor.Planlamaya göre ilk üç durak için tam 1,35 TL, indirimli öğrenci 0,80 TL, diğer indirimli 0,90 TL, üç duraktan sonra tam 1,95 TL, indirimli öğrenci 0,95 TL, diğer indirimli 1,10 TL olarak ayarlandı.

Aylık mavi akbillerde ise ilk üç durak için bir biniş, üç durak sonrası için 2 biniş düşülecek. Vatandaşlar Metrobüsü kullanmadan bu güzergahta seyahat edenler Boğaz geçişinde iki bilet olmak üzere toplam üç bilet karşılığı yolculuk yapıyorlar. Bunun karşılığı, tam yolculuklarda 4.95 TL, aktarma avantajı ile 4.15 TL, indirimli yolculuklarda ise 2.85 TL aktarma avantajı kullanıldığında ise 2.25 TL’dir.

Metrobüs uygulamasındaki yeni ücret sistemi ile Avcılar-Söğütlüçeşme arasındaseyahat eden tam Akbil kullanan 1.95 TL, öğrenci indirimli Akbil kullanan yolcular ise 0,95 TL ve diğer indirimli Akbil kullanan yolcular ise 1.10 TL ödeyecekler.Metrobüsle seyahat eden yolcularımız, metrobüsten sonra başka bir ulaşım otoritesinin aracını kullandıkları takdirde aktarma ücreti ödeyerek seyahat edebileceklerdir. Bu yolcuların ekonomik avantajları tam biletli yolcular için yüzde 60, indirimli biletli yolcular için ise yüzde 53 oluyor. Aktarmalar göz önüne alınarak hesaplandığında ise yolcu avantajı, tam biletli yolcularda yüzde 51, indirimli biletli yolcularda ise yüzde 57 olmaktadır. Özellikle Avcılar-Mecidiyeköy arası seyahat eden yolcularımız için metrobüs sistemine paralel olarak çalışan 78 M (Avcılar Metrobüs Durağı – Mecidiyeköy) ve 120 M (Mecidiyeköy-Söğütlüçeşme-Kadıköy) numaralı hatlarımız ile yolcularımıza alternatif ulaşım imkanı sunulmakta ve yoğunluğuna göre araç sayısı arttırılmaktadır.”

Fransa Meclisi emeklilik reformunu onayladı

0

Fransa’da parlamentonun alt kanadı Ulusal Meclis, tartışmalı emeklilik reformu tasarısını kabul etti.

233’e karşı 336 oyla kabyul edilen tasarı emeklilik yaşını 60’tan 62’ye çıkarıyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, tasarının kabul edilmesiyle, ülke ekonomisine zarar veren grevlerin ivme kaybetmesini umuyor.

Sendikalar, yarın ülke çapında gösteri ve genel grev çağrısında bulunurken, tasarıya karşı muhalefetin güç kaybettiği yönünde işaretler geliyor.

Ülkedeki 12 petrol rafinerisinin beşinde grevler sona erdi.

Dünyanın en hızlı lunapark treni

0

Abu Dabi’de açılan ‘theme park’ tarzı lunapark Ferrari World, dünyanın en hızlı lunapark trenine ev sahipliği yapıyor.

Formula Rossa adlı lunapark treni saatte 240 kilometre hız yapıyor ve 0’dan 60 kilometreye sadece 2 saniyede çıkıyor.

Formula Rossa böylece dünyanın en hızlı lunapark treni unvanını, Amerika Birleşik Devletleri’nin New Jersey kentinde bulunan ve 128 kilometre hız yapan Kingda Ka’dan almış oldu.

Olağanüstü güvenlik önlemlerinin yanı sıra, trenin yolcularına gözlerini korumak için özel gözlükler de dağıtılacak.

Zira 240 kilometre hızda bir toz zerresinin bile, göze büyük zarar verebileceği belirtiliyor.

Dünya çapında hızlı lunapark trenlerine ilgi son yıllarda arttı.

Ancak tarihleri bir hayli eskiye dayanıyor.

Kökenlerinin 17’inci yüzyılda Rusya’da kullanılan buz kaydırakları olduğuna inanılıyor.

Dünyanın ilk lunapark treni unvanı ise, 1884’te Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Coney Island’da kurulan trene ait. (BBC)

‘Cinsel saldırı kriz merkezleri kurulmalı’

0

Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği (TODAP), cinsel saldırıya maruz kalan kadın ve çocukların, dava süreçlerinde daha fazla mağdur edilmemesi için üniversitelerin verdiği raporların da mahkemeler tarafından dikkate alınmasını istiyor. Dernek ayrıca, acilen üniversite bünyelerinde Cinsel Saldırı Kriz Merkezleri kurulması gerektiğini belirtiyor.

Ankara’da üniversite öğrencisi genç bir kadının kaçırılıp tecavüze uğramasının ardından açılan davada, mahkeme, Adli Tıp Kurumu’ndan istenen raporun geç geleceği gerekçesiyle iki sanığı tahliye etti. Kadın örgütlerinin eylemlerle tepki gösterdiği bu durum, cinsel saldırı mağduru kadın ve çocukların hukuk mücadelelerinde yaşadıkları travmaları da yeniden gündeme getirdi.

Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği Girişimi’nden (TODAP) Duygu Öz, Derya Koptekin, Gülden Bağdadi ve Pınar Bilget, cinsel saldırının raporlanması sürecinde yaşanan sorunları anlattılar, çözüm önerilerini sundular.

4 genç kadın psikolog, raporlama sırasında yaşanan pratik sorunlara ilişkin dikkat çekici örnekler verdi: “Cinsel saldırı mağdurlarının muayene ve raporlama süreçleri Adli Tıp Kurumu 6. Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından yerine getirilmektedir. Ancak bu süreç tek bir kurum eliyle yapıldığından raporun mahkemeye ulaşması 2 – 2,5 yılı bulabilmektedir. Adli Tıp Kurumu buna gerekçe olarak da hiç de gerçekçi olmayan bir biçimde ‘cinsel suçlarda beden ve ruh sağlığının kalıcı bozulup bozulmadığının tespiti için bilimsel olarak 18 yaş altındaki çocuklar için 6–7 aylık, erişkinler için ise 12 aylık sürenin beklenmesi gerektiğini’ söylemektedir. Oysaki ruhsal etkilenmenin boyutu, bir iki görüşmeyle saptanabilecek ruhsal belirtilerden çok daha fazlası olabilir.

Adli Tıp Kanunu ve Yükseköğretim Kanununda ve Adalet Bakanlığı Genelgesinde üniversite hastanelerindeki adli tıp birimleri resmi bilirkişi kabul edilmesine rağmen Yargıtay 5. Ceza Dairesi üniversite hastanelerinden alınan raporları yetersiz ve geçersiz kabul etmektedir. Aksine üniversite hastanelerinin Psikiyatri Anabilim Dalları bilirkişi statüsündedir ve bu kurumlar sadece tanı koymakla kalmayıp, olayı bir süreç olarak değerlendirmekte, kadına ve çocuğa yönelik tedavi programları ile bireyi güçlendirmeye dönük çalışmalar yapmaktadır.”

“DEVLET ALGISI DEVREYE GİRİYOR”

Duygu Öz, yaşanan mağduriyette hukuksal mevzuattan çok kadın ve çocuğa yönelik cinsel şiddet karşısındaki devlet algısının belirleyici olduğunu belirtiyor, “İdeolojik olarak bir tutum alıyorlar” diyor.

Derya Koptekin de, tecavüz gibi bir cinsel suçun, mağdurlarda yarattığı tahribatın raporlandığını belirterek, “Tecavüzün fiziksel tespiti kolay. Ancak, mahkemeler için bu yetmiyor. Açıkçası mağdurun mağduriyetini ispatlaması ya da tecavüzcünün ceza alması için daha çok hırpalanması gerekiyor. Mahkemeler bunu bekliyor” diyor.

Gülden Bağdadi ise, “beden ve ruh sağlığı kalıcı olarak bozulmuştur” raporu alabilmek için mağdurların en az 1–1,5 yıl beklemek zorunda kaldıklarına dikkat çekerek, “Bu durumda Adli Tıp Kurumu kadına, ‘önümüzdeki bir yıl daha iyi olma, iyi olursan fail cezalanmaz’ diyor” şeklinde konuşuyor.

“KAPKAÇTA NEDEN RUHSAL RAPOR İSTENMİYOR?”

Derya Koptekin de, örneğin kapkaç saldırısında ruhsal rapor istenmediğine dikkat çekerek, şu değerlendirmeyi yapıyor: “Bu zihniyet, aslında bir nevi adalet sisteminin tecavüzü nasıl meşrulaştırdığına ve cezasızlıkla ödüllendirdiğine bir örnek teşkil etmektedir: kadın ancak çok kötü etkilenmişse cezayı ağırlaştıracağız, çünkü etkilenmemiş, hatta zevk almış bile olabilir, diyor”

Pınar Bilget de, “Tecavüz sonrası ‘beden ve ruh sağlığı bozulmuştur/ bozulmamıştır’ kararının tecavüz suçunun niteliğini ya da cezanın ağırlaştırıcılığını belirliyor olması başlı başına bir sorundur” değerlendirmesinde bulunuyor.

“ÜNİVERSİTELER BİLİRKİŞİ TAYİN EDİLMELİ”

Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği Girişimi, bu konuda çeşitli çözüm önerilerinde de bulunuyor. Derneğe göre daha fazla kadın ve çocuğun mağdur edilmemesi için üniversite hastanelerinin de mahkemeler tarafından bilirkişi tayin edilmesi gerekiyor.

Dernek, Cinsel Saldırı Kriz Merkezlerinin de kurulması gerektiğine dikkat çekiyor. Derya Koptekin, söz konusu merkezleri, “Mağdurların tecavüz sonrası daha fazla hırpalanmaması ve acı çekmemesi, sürecin daha hızlı ilerlemesi, tüm bu süreç boyunca kadını yargılamayan, güvenebileceği ve kendini açıkça ifade edebileceği” bir yer olarak tanımlıyor. Koptekin, “Bu merkezlerde cinsel şiddetin tespitinden rehabilitasyona kadar tüm süreçler hayata geçirilebilir” diyor.  (ANF)

Kısa sözcüklerle vicdani reddimi açıklıyorum

Yaşama dair hiç bir zaman kocaman cümlelerim olmadı. Hep gölgeleri sevdim ben, sonbaharları, gün doğumlarını.Hep ötekiydim ben. hep bir adım uzak. Öteki olmaların, ıssız olmanın ne demek olduğunu öğretti yaşam bana hep, o yüzden vicdan duygum herşeyden ağır bastı, gün geldi kılıcı en çok kendime salladım. Salladım canım acımadı. Vicdanımsa sakinleşti.

Küçük bir kız çocuğuydum ben, herkesin babası figürdür ya benim ki ağabeyimdi. Kocaman aşktı benim için. 68 kuşağının sıkı devrimcisi, kazandığı İstanbul teknik Üniversitesi Makina Bölümü’nü bırakmak zorunda kalan ağabeyim. Uzun ve karanlık yıllardan sonra, askerliğe karşı verdiği inanılmaz mücadele yılları. Ağabeyimdi benim ama daha çok yolum. Kambur bir adamı, askere almaya çalışan zihniyete karşı verilen mücadele süreci. Senin için evet en başta senin için vicdani redciyim Ağabey. İnsanın sağlık sorunu olsun, olmasın, istemediği hiç birşeye zorlanmaması için , yattığın yerde rahat uyuman için vicdani redciyim.

Evet insanın iradesi dışında hiçbir şeye zorlanmaması için vicdani redciyim.

Evet Kıbrıs Savaşını yaşamış bir ailenin , Kıbrıs Savasında insanların neler yaşadığını bizzat tanıdıklarımdan dinlediğim ve savaşın insan ruhunda bıraktığı tramvaları bildiğim için vicdani redciyim. Savaşın hiç bir mübah yönü olduğuna inanmayanlardanım.

Ancak içimizdeki barışı yakalarsak, savaşın durcağına inananlardanım. İçimizdeki huzurun en çok vicdandan geçtiğine inanırım. Vicdan ağır bir yüktür bilirim. Bu yükü taşımak taşımamak için isteğim dışında bana uygulanabilecek herşeyin tecavüz olduğına inananlardanım. O yüzden vicdani redciyim.

Ben anneyim, ben kadınım ben evladım, babamı- oğlumu-sevdiceğimi, savaşlarda ölsünler diye emek vermedim. Onlarla geçirebileceğim her anın beni ben ettiğini, onlarsız yaşamımın eksik kalacağını bilirim. Yaşamımı yaşam yapan asıl payda sevdiklerimse yanlarımda ölmelerini dilerim. Sebepleri olmadıkları bir savaşta asla değil. Kavga onların kavgası değildir. Ancak anneler çocukların barışçıl, hümanist yetiştirirse, dünyayı güzelliğinn kurtaracağına ve sevmekten geçtiği yolların bilinciyle vicdani redciyim.

Eğer cinsel tercihler farklı ise bireylerin buna saygı duyularak ama askere gitmediğinde de onuru kıracak, toplumda daha farklı baskıların oluşmaması için, askere bu arkadaşlarımın sonrasında yaşadıkları travmaların olmaması için, temiz bir dünya, özgür düşünce adına, insan kalabilmek adına, bir başka insanı öldürme hakkım olmadığına inandığımdan ,yaşamın en kutsal hak olduğuna olan inancımla, sebepi olduğum şeylerin sonucu olabilmek adına, Ağabeyim için, hiç olmayan oğlum için, vicdani redciyim. Özgür irademle verdiğim bu kararımın sonuna kadar savunucu olduğumun bilinmesini isterim. Umud ediyor ve diliyorum ki aynı yoldan yürcek arkadaşlarımla uzun parkurları kısaltacağız.

Nükleer karşıtları sanık sandalyesinde

Akkuyu’da yapılmak istenen nükleer santralı ve Rusya’yla yapılan anlaşmanın Meclis’e sunulmasını protesto etmek için 6 Temmuz günü TBMM önünde eylem yapan 58 nükleer karşıtı aktivistin yargılanmalarına bu sabah Ankara’da başlandı. Ankara 15. Asliye Ceza Mahkemesi’nde ilk duruşması yapılan davaya katılan 15 aktivist savunmalarını yaptı. Duruşmaya çok sayıda sivil toplum örgütü de destek verdi. Aralarında Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Barış ve Demokrasi Partisi, Türkiye Barış Meclisi, Ekoloji Kolektifi’nin olduğu destekçiler mahkeme salonunu doldurdu. Destekçiler arasında Uluslararası Nükleer Karşıtı Hekimler Birliği Almanya örgütü başkanı Dr. Angelika Claussen de bulunuyordu.

Mahkemede sanıkların kimlik tespitlerinin yapılmasının ardından iddianame okundu ve savunmalar alındı. Mahkeme henüz ifadeleri alınmayan sanıkların dinlenmesi için 12 Ocak’a ertelendi.

Aktivistler savunmalarında nükleer karşıtı eylem yaparak bir suç işledikleri iddiasını reddettiklerini, amaçlarının nükleere karşı imza veren 170 bin kişinin imzalarını milletvekillerine iletmek olduğunu ve Anayasa’nın  56. maddesinin kendilerine verdiği çevreyi koruma görevlerini yerine getirdiklerini söylediler. Hakimin hükmün ertlenmesini isteyip istemedikleri sorusuna bütün aktivistlker beraatlerini istediklerini ve hükmün ertelenmesini istemediklerini söyleyerek yanıt verdiler.

Duruşma sonrasında Ankara Adliye Sarayı’nın önünde “Biz de Nükleer Karşıtıyız, Bizi de Yargılayın” pankartının arkasında toplanan aktivistler ve destekçiler bir basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasında konuşan Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Ümit Şahin bu davada nükleer karşıtlarının yargılandığını, bunun da dava gerekçesi ne olursa olsun nükleer karşıtlığının yargılanması anlamına geldiğini söyledi. Ümit Şahin sözlerine şöyle devam etti:

“Demokrasi her şeyden önce yönetimlerin aldığı kararlar konusunda doğru bilgilendirilmek, seçme şansına sahip olmak ve karşı çıkma hakkını kullanabilmektir. Nükleer santral yapımı konusunda ne yazık ki halkın doğru bilgilendirilmediği, şeffaflıktan uzak bir süreç yaşanmaktadır. Hükümet kapalı kapılar arkasında yapılan anlaşmaların halk tarafından sorgusuz sualsiz kabul edilmesini istemekte, hukuksal denetimden bile kaçmaktadır. Nükleer santrallerin tehlikeleri konusunda kamuoyunu uyaracak, yönetime halkın tepkisini yansıtacak her çalışmanın demokrasinin ve açık toplumun gereği olduğunu düşünüyoruz.

Nükleer karşıtlarının yargılanması, hangi yasa maddesine dayandırılırsa dayandırılsın, aslında nükleer karşıtlığının da yargılanmasıdır. Bu gözdağı verme girişimini kabul etmiyoruz. Nerede ve ne zaman olursa olsun, nükleer enerjiye karşı olmaya, Türkiye’yi ve dünyayı nükleer tehlikeden koruma görevimizi sonuna kadar kullanmaya devam edeceğimizi kamuoyuna duyuruyoruz.”

Açıklamada konuşan Greenpeace Akdeniz Enerji kampanyası sorumlusu Korol Diker ise “Hükümet demokrasiyi ve hoşgörüyü çay ikram etmek sanıyor. Oysa nükleere karşı çıkanlara 3 yıl hapis istenmesi Türkiye’de demokrasinin durumunu göstermektedir.”

Açıklamada konuşan Yeşiller Partisi Çankaya İlçe Eş Sözcüsü Serhat Ertuğrul “Türkiye’de 2046 tane HES projesi, 50’yi aşkın termik santral ve 2 adet nükleer santral yapılmak istenmesi Türkiye’de enerji yönetim krizini çözmekten uzak enerji politikaları üretmeye devam ediyor. Bu 58 kişi ve onları destekleyen bütün nükleer karşıtları bu projeleri durdurmak için mücadeleye devam edecektir.”

Destekçiler adına konuşan BDP Parti Meclisi üyesi Haydar Sayılı ise Türkiye’de hala düşüncelerin suç olarak kabul edilmesinin ve bu tür davalar açılmasının kabul edilemeyeceğini ve nükleer karşıtlarını desteklemeye devam edeceklerini söyledi.

Uluslararası Nükleer Karşıtı Hekimler Birliği Almanya örgütü başkanı Dr. Angelika Claussen ise sorulara cevap verirken bu davanın uluslararası bir önem taşıdığını ve nükleer karşıtı hareketin dünyanın her yerinde gücünü koruduğunu gösterdiğini söyledi.

Aralarında Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Ümit Şahin, Greenpeace enerji kampanyası sorumlusu Korol Diker, Küresel Eylem Grubu’ndan Nuran Yüce, Mersin Nükleer Karşıtı Platformu sözcüsü Sabahat Aslan ve Sinop Çevre Platformu sözücüsü Hale Oğuz’un da yer aldığı 58 aktivist için 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası isteniyor. 6 Temmuz sabahı  TBMM tören kapısına gelen aktivistler topladıkları 170 bin imzayı milletvekillerine vermek istemişler, ancak gözaltına alınmışlardı.

(Yeşil Gazete)

İşgal altında zeytin savaşı

0

1967 Savaşından beri İsrail işgali altında bulunan Batı Şeria’da yerleşik Filistinlilerle İsrail Devleti tarafından bölgeye yerleştirilen Yahudiler arasında zeytin ağaçları üzerinden zorlu bir savaş yaşanıyor. Yeni yerleşimciler ilk iş olarak geldikleri bölgeye zeytin fidanı dikerek bu topraklar üzerinde kök salmak isteklerini gösteriyorlar. Zeytin fidanı dikmek iki taraf arasında sembolik bir savaşa dönüşmüş durumda.

Zeytin ağacının toprağa sahip olmak konusunda en güçlü bağı oluşturduğunu bilen her iki taraf da zeytin fidanı dikme yarışı içine girmişler. Son üç senede ortalama yıllık 300 00 zeytin fidanı diken Filistinli üreticiler bu sene daha da çok zeytin fidanı dikmeye hazırlanıyorlar. Yahudi yerleşimciler de geçen sene diktikleri 1 000 fidana karşı bu sen 20 000 zeytin fidanı dikecekler ve önümüzdeki senelerde Filistinlilerden geri kalmamayı hedefliyorlar.

Yeni dikilen bu fidanlar bölgede binlerce yıldır varlığını sürdüren zeytin ağaçlarının hemen yanı başında yaşayacak. Bilindiği gibi Orta Doğu zeytin ağacının bundan yaklaşık 6 000 yıl önce insan eliyle ıslah edildiği bölge. Binlerce yıldır zeytincilik bölgenin en önemli ekonomik faaliyetleri arasında. Zeytin ağacı sembollerle yüklü bir ağaç. Tarih boyunca zeytin ağacı barışın sembolü olmuş. Filistin’de ise zeytin ağacı öncelikle toprağa sahipliği gösteriyor. Öyle ki işgalci İsrail hükümetleri, yeni yerleşimlere açacakları bölgelerde öncelikle zeytin ağaçlarını yok etmeye çalışmışlar. Yüz yıllardır bölgede yaşayan Filistinliler İsrail’in bu politikasının Filistinlileri köklerinden kopartmayı amaçladığını düşünüyorlar. İşgal altındaki topraklardaki uygulamaya göre 10 sene boyunca bakımsız kalan zeytinliklere İsrail devleti el koyuyor ve bunları çoğunlukla Yahudi yerleşimcilere veriyor. Bu yolla 1980’den beri 240 000 dönüm zeytinliğin el değiştirdiği sanılıyor.

Batı Şeria’daki zeytin savaşları yalnızca zeytin fidanı dikmekle sınırlı değil. Zeytin hasadının başladığı bugünlerde iki taraf da karşılıklı suçlamalarda bulunuyorlar. Filistinliler, yerleşimcilerin zeytin ağaçlarına zarar verdiğini, yüzlerce zeytin ağacının kesildiğini veya yakıldığını söylüyor. Zeytinliklere yerleşim bölgelerinden kasıtlı olarak lağım suları akıtıldığı da Filistinlilerin iddiaları arasında. Yahudi yerleşimciler de Filistinli köylüler için benzer vandalizm suçlamalarında bulunuyor ve özellikle zeytinlerinin beşte birinin Filistinlilerce çalındığını iddia ediyorlar.

Zeytin hasadı dünyanın her tarafında zor ve zahmetli bir faaliyet. Fakat hiçbir yerde işgal altındaki topraklarda olduğu kadar sorunlu değil. Batı Yakasında Zeytin hasadı sadece İsrail ordusunun ve İnsan Hakları için Hahamlar gibi uluslar arası gözlemci grupların nezaretinde yapılabiliyor.

(www.sun-sentinel.com)

“‘Çıtkırıldım’ devlet, özgürlüklerden korkuyor!”

Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü Yüksel Selek bugün yaptığı açıklamada ” Devlet özgürlüklerden neden korkuyor, yoksa çıtkırıldım mı?  Bir yandan demokratikleşmeden dem vururken, neden anti demokratik yasaları temizlemeye, çağ dışı uygulamaları dizginlemeye çalışmıyor da, aksine yasaların arkasına sığınıyor.” diye sordu. Açıklamanın tam metni şöyle:

‘Çocuk’ Ogün Samast’ın alaycı yüzünde Devleti gördük!

25 Ekim 2010, Pazartesi; Devlet, Hrant’ı bir kez daha öldürdü. Eline tutuşturulan silahla, atış poligonunda nişan alır gibi, hedefi tam başından vuran bıyıklı tosun, ‘çocuk’ ilan edilerek o sevgili insan bir kez daha öldürüldü. Cezaevinde beslenip semirtilmiş o tetikçi, taş atan çocukların yargılandığı mahkemeye götürülürken, yüzündeki pis gülümsemede, katili gördük!

KCK/TM Duruşmalarında, Devleti gördük!

Kürt halkının seçilmiş temsilcileri de aralarında,  yüzden fazla kişinin tutuklanıp elleri kelepçeli sıraya dizilerek fotoğrafları basına dağıtıldığında, Devleti gördük. Cezaevi araçlarına tıka basa doldurulup duruşmalara  getirildiklerinde; 45 kişi elleri kelepçeli, bir odada üç saat bekletildiklerinde; anadillerinde savunma hakları tanınmadığında, devleti gördük.

Nükleer Santrala karşı çıkan aktivistler Meclis önünde tutuklanırken, Devleti gördük!

6 Temmuz 2010 günü Greenpeace, Yeşiller Partisi, Küresel Eylem Grubu, Mersin Nükleer Karşıtı Platformu ve Sinop Çevre Platformu’ndan 58 aktivist, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, toplanan 170.000 imzayı teslim etmek istediler.  Gözaltına alındılar… Haklarında 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten dava açıldı. Savcı haklarında, Madde 32/1’e göre 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası istediğinde, devleti gördük..

28 Ekim Perşembe sabahı, 9:00’da Ankara 15. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki ilk duruşmada, devleti göreceğiz!

Dava sırasında ve sonrasında Ankara Adalet Sarayı önünde dayanışma amacıyla toplanacak olan destekçiler “Hepimiz Nükleere Karşıyız, Bizi de Yargılayın” diyecekler ve devlet karşısında ülkesine, havasına suyuna sahip çıkan aktivistleri görecek!.

Yoksa Devlet ‘çıtkırıldım’ mı?

Devlet özgürlüklerden neden korkuyor, yoksa çıtkırıldım mı? Fireni patlamış kamyon misali önüne geleni ezip geçiyor. Bu,tarihi boyunca böyle oldu. Peki ya siyasal iktidar, 21. Yüzyılda, dünya bunca değişmişken, kendini değişimin öncüsü ilan etmişken, nasıl oluyor da direksiyona bir türlü hakim olamıyor?

Bir yandan demokratikleşmeden dem vururken, asker-sivil bürokrasinin vesayetinden kurtulmak için referandumlar yaparken, üstelik yasama gücünü elinde bulundururken, neden anti demokratik yasaları temizlemeye, çağ dışı uygulamaları dizginlemeye çalışmıyor da, aksine yasaların arkasına sığınıyor.

Neden İktidar, Cumhuriyetin 100. yılında dünyanın en büyük ekonomilerinden biri olacağız böbürlenmesiyle, ülkemizin derelerini kurutan, dağlarını ormanlarını, toprağının altını üstünü, kültürel, tarihi mirasını, sahillerini büyük şirketlere sunmak için elinden geleni ardına koymuyor da, neden, o çok övündükleri ekonomik büyümeden işçilerin, emekçilerin, memurların, emeklilerin payına giderek yoksullaşma; gençlerin payına işsizlik düşüyor?

Neden, anti-demokratik yasaların değiştirilmesi seçimlerden sonraya, yeni Anayasaya erteleniyor?

Açık söylemek gerekirse, yaşanan bunca acının, bunca eziyetin vebali sadece Hükümetin değil, Meclisteki muhalefet partilerinin de omuzlarındadır!

Demokrasi güçlerinin payına düşen ise, korkarım, Sisyphos gibi kayayı dağın tepesine taşımaya devam etmek! Ta ki, devlet demokratikleşip halkıyla barışık hale gelinceye kadar…


Yüksel Selek

Yeşiller Partisi Eş Sözcüsü

Yargısız infaz kurbanı Alaattin Karadağ’ın davası sürüyor

Alaattin Karadağ 19 Kasım 2009’da polis tarafından vurularak öldürüldü.

19 Kasım 2009’da Esenyurt-Saadetdere Mevkii’nde Alaattin Karadağ isimli şahıs polis tarafından infaz edildi. Hem bacağında, hem de göğsünde kurşun girişleri bulunan Karadağ’ın ölümünün ardından yapılan açıklamalarda önce “dur ihtarına uymadığı” ileri sürüldü, ardından ise ölüm oruçlarına katıldığına ve “devrimci oluşuna” dikkat çekilerek bir tür politik mesaj verilmek istendi.

Bu ülkede Karadağ’dan önce de çok sayıda muhalif görüşlü kişi benzer şekiller ve açıklamalarla kolluk kuvvetleri tarafından katledildi. Bugüne kadar bu infazlar klişe senaryolarla perdelenmek istendi. Polis Selahiyatları Kanunu’nda yapılan değişikliklerle ivme kazanan polis terörü ile bu tür infazlar hem sayıca arttı, hem de kapsamı toplumun örgütlü-örgütsüz bütün kesimlerini hedef alır bir biçimde genişledi.

Türkiye’de on binlerce yargısız infaz yaşandı, yaşanmaya devam ediyor. Maalesef bu infazlar ya tümden cezasız kalıyor ya da etkisiz cezalarla geçiştiriliyor. Yargı mekanizması, yargısız infazları aklama mekanizması gibi işliyor. Yargısız infazlara karşı yürütülecek adalet mücadelesinin yanında yer alınmazsa bundan sonra da farklı bir sonuç elde edilmesi zor görünüyor.

Yargısız infaz yaşama hakkına karşı işlenmiş en ağır suçlardan biridir ve bu infazlar karşısında yargı mekanizmasının işletilmemesi ise bu suça iştiraktan başka bir anlama gelmemektedir.

9 Kasım 2010 tarihinde bir yargısız infazın daha yargılanmasına devam edilecek. Bu sefer yargılamanın “usulen” yapılmaması için, yaşam hakkını savunmak ve adalet için “Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi Alaattin Karadağ Dava Takip Komisyonu” Barolar’ı, hukuk örgütlerini, tüm hukukçuları, Demokratik Kitle Örgütleri’ni ve yargısız infaza karşı olan, yaşama hakkını savunan herkesi 9 Kasım 2010 tarihinde Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden yargılamaya müdahil olmaya çağırıyor. Dava saat 10:00’da başlayacak.

(Yeşil Gazete)

Af Örgütü, Irak’taki ölüm cezalarına karşı çağrıda bulunuyor

0

Saddam Hüseyin dönemi yetkilileri ölüm cezasıyla karşı karşıya. Uluslararası Af Örgütü bugün, Irak yetkililerine, Bağdat mahkemesi tarafından ölüm cezasına mahkum edilen eski Dışişleri Bakanı Tariq Aziz ve diğer iki memuru infaz etmemesi için çağrıda bulundu.

Tariq Aziz, Saddam Hüseyin yönetiminde İçişleri Bakanı olan Sadoun Shakir ve infaz edilen diktatörün eski özel sekreteri Abed Hamoud Irak, Yüksek Ceza Mahkemesi (SICT) tarafından muhalif eylemcileri öldürmekten suçlu bulundu. Üç sanık da iddiaları reddetti.

Uluslararası Af Örgütü Orta Doğu ve Kuzey Afrika Direktörü Malcolm Smart, yaptığı açıklamada, “Saddam Hüseyin yönetimi, infazlar, işkencelerle ve başka birçok ciddi insan hakları ihlalleriyle eş anlamlıydı. Suç işleyenlerin adalet önüne çıkarılması doğrudur. Bununla birlikte, en büyük insan hakkı ihlali olan ölüm cezasının, suçun büyüklüğü ne olursa olsun uygulanmamasının gerekliliği konusu çok önemlidir. Artık Irak hükümetinin eski zalim dönemlerinin sayfalarını çevirmesinin vaktidir ve bu, ölüm cezasının kaldırılması ve sayılarının birkaç yüz olduğuna inanılan infaz sırasında bekleyen her mahkûmun cezasının hafifletilmesi için bir adımdır.” dedi.

Tariq Aziz, Amerika’nın 2003’te Irak’ı işgalinden bir süre sonra tutuklanmıştı. Edinilen bilgilere göre, yaşı oldukça ilerlemiş ve sağlık durumu iyi değil. 2009’da Irak Yüksek Ceza Mahkemesi tarafından, 1992’de Saddam Hüseyin yönetiminin 42 tüccar hakkında verdiği infaz kararıyla ilgisi olduğu iddiasıyla 15 yıl hapis cezasına mahkum edilmişti. 

Uluslararası Af Örgütü, Saddam Hüseyin yönetiminde bir suçla itham edilen kişileri kovuşturma yetkisi olan ve tekrarlanan siyasi müdaheleler nedeniyle bir mahkeme olarak bağımsızlığı şüphe uyandıran Irak Yüksek Ceza Mahkemesi’nde (SICT) görülen davalarla ilgili tekrar tekrar endişelerini dile getirdi. Malcolm Smart, yaptığı açıklamada, “Uluslararası alanda tanımlanan adil yargılama standartları önemlidir ve siyasi baskılarla, özellikle ölüm cezasıyla sonuçlanabilecek şekilde herhangi bir suç ile ilgili davalara etki edilmesine izin verilmemelidir.” dedi.

Aralarında Tariq Aziz’in de yer aldığı üç kişi, haklarında verilen ölüm cezası kararı Temyiz Mahkemesi tarafından da onaylanırsa, 30 gün içinde infaz edilecek. Ölüm cezası, Amerika’nın 2003 Irak işgali sonrası kaldırılmıştı, ancak Ağustos 2004’te yeniden yürürlüğü girdi. Bu tarihten beri, yüzlerce insan ölüm cezasına mahkum edildi ve bu cezaların birçoğu infaz edildi.