Ana Sayfa Blog Sayfa 5298

E-kitap satışı, basılı kitap satışını geçti

Dünyanın an büyük internet üzerinden satış sitesi Amazon, 2010 yılının ilk üç ayında satılan elektronik kitap sayısının, matbu kitap sayını geçtiğini açıkladı.

Amazon, satılan her 100 basılı kitap karşılığından 115 elektronik kitap satışının gerçekleştiğini söyledi.

Bu rakam Amazon’un tanıtım amacıyla ücretsiz dağıttığı elektronik kitapları kapsamıyor.

Amazon üzerinden satılan elektronik kitapların okunabildiği Amazon Kindle isimli tablet okuyucunun satış rakamları ise açıklanmadı.

Site üzerinden son üç ayda yapılan satışlar sonrası net kâr ilk kez 10 milyar doları aştı.

Sözkonusu artış yüzde 36 oldu ve net kâr yaklaşık 13 milyar olarak açıklandı.

Amazon’un satışları 2010 yılını bir önceki yıla göre düşüşle kapamış, ve 2011 öngörüleri düşüş eğiliminin süreceği yönünde olmuştu.

Şirketin hisseleri temmuz ayında 105.8 dolara kadar düşmüştü.

2011’in ilk üç ayında yaşanan satış artışıyla Amazon hisseleri temmuz değerlerine göre yüzde 75 artış gösterdi.

Amazon yönetim kurulu başkanı Jeff Bezos yaptığı açıklamada elektronik kitap satışlarında yaşanan artışı 2011’in ikinci yarısında beklediklerini, bu yüzden ilk üç ayda varılan noktanın sevindirici bir sürpriz olduğunu söyledi. (BBC)

Zengin ülkeler toprak avında

Hızla artan nüfuslarını beslemek isteyen gelişmiş ülkeler, az gelişmiş güney ülkelerinden son 3 yılda İtalya büyüklüğünde arazi satın aldı. Hedefteki yeni ülke ise Türkiye.

Gelecekteki yeni savaş konularından biri olarak görülen gıda konusunda artan nüfusa ve değişen iklim koşullarına karşı güvenliğini sağlamak isteyen gelişmiş ülkelerin ve bankaların, yabancı ülkelerde milyonlarca hektar tarım arazisi satın almaya başladığı belirtildi.

Konuya dikkat çeken İzmir Ticaret Borsası Meclis Üyesi Mehmet Esmer, tarım ürünlerinde esen ’bahar havasının’ sektörde zaafiyet yarattığını belirterek, Türkiye’nin özellikle ekilebilir tarım arazilerini artırması gerektiğini savundu. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın ise, yabancıların Türkiye’de 1 milyon hektarlık arazi aradığını belirtti ve yabancıların Türkler adına toprak sahibi olduğu iddialarına işaret etti.

DÜNYADA TREND HALİNE GELDİ
İTB Meclis üyesi Mehmet Esmer, Türkiye’nin dağlık bir ülke olmasından kaynaklı ülke topraklarının ancak yüzde 36’sında tarım yapılabildiğini ve tarımda makinalaşma arttıkça bu oranın yükseldiğini kaydetti. Türkiye’de toprağın öneminin yeterince kavranmadığını ifade eden Esmer, “Dünyada ise çok farklı bir durum var.

Nüfusu 2033 yılında 1.3 milyardan 1.5 milyara çıkacak olan Çin’in, artan nüfusunu besleyebilmek için Güney Amerika’da, Afrika’da, Güneydoğu Asya’da 2.1 milyon hektar toprak satın aldığı söyleniyor.

Çin’in devasa ölçekte yaptığı alım aslında dünyada yaygın bir trend haline geldi. Devletler veya yatırım fonları, yabancı ülkelerden milyonlarca hektar tarım arazisi satın almaya başladı. Birleşmiş Milletler verilerine göre, son 3 yılda İtalya büyüklüğüne denk gelen 30 milyon hektarlık tarım arazisi yabancı sermaye tarafından satın alındı veya kiralandı” dedi.

YOKSULLARIN TOPRAĞINA BANKALAR DA EL ATTI
Dünya Tarım Örgütü verilerine göre ise 2.7 milyar hektarlık tarım arazisinin sadece 1.5 milyar hektarının ekili olduğunu da aktaran Esmer, işlenmeyen arazilerin ise yüzde 80’inin Güney Amerika, Afrika, Avustralya ve Güneydoğu Asya’da bulunduğunu dile getirdi.

Esmer, bu ülkelerin bu durumu teknoloji transferi ve yatırımlar için fırsat olarak gördüğünü de hatırlatarak, “Fakir ülkelerde tarım arazilerini ucuza kapatmaya çalışan sadece devletler ve yatırım fonları değil. ’Hedge’ fonlar ve bankalar da bu oyuna çoktan girdiler ve sağlam yatırım olarak arazi satın almayı veya kiralamayı tercih ediyorlar” diye konuştu.

GÜNAYDIN: YABANCILAR 1 MİLYON HEKTAR ARAZİ ARIYOR
Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın da, resmi istatistiklere göre Türkiye’de yabancıların arazi satın alması konusunun çok büyük bir oranda olmadığını ancak ’yabancıların Türkler adına toprak sahibi oldukları ve toprak topladıkları’ iddialarının da göz önünde bulundurulması gerektiğini belirtti.

Günaydın, yabancı yatırımcıların Türkiye’de 1 milyon hektar arazi aradıklarının sektörde bilindiğini de belirterek, “Bu yönde ilgili Bakanlık yetkililerinin de ön ayak olmaya çalıştığı dile getiriliyor” dedi. Günaydın, son 10 yılda tarıma yeterli destek verilmemesinden kaynaklı işlenen arazi miktarının 2.5 milyon hektar azaldığına dikkat çekerek, amaç dışı kullanımın da önlenmesi gerektiğini vurguladı.

6 MİLYAR BÜTÇEYE 14 MİLYAR KREDİ Türkiye’nin tarım bütçesinin 6 milyar TL düzeyinde olmasına rağmen üreticiye 14 milyar TL kredi kullandırıldığını ve bunun yaklaşık 1 milyar TL’lik bölümünün icralık olduğunu ifade eden Günaydın, “Bankalar aldıkları tarım arazilerini yasa gereği ellerinde tutamıyor ama elden çıkartılan tarlaların da tarım dışı kesimlerin eline gittiği kuvvetle muhtemel” dedi. (dha)

Muhteşem Yüzyıl’da ‘Kürdistan’ sansürü

Show Tv’de yayınlanan ve muhafazakâr-milliyetçi kesimin tepki gösterdiği “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin önceki akşamki bölümünde Kanuni Sultan Süleyman’ın ‘Kürdistan’ ifadesi sansürlendi

Başta Başbakan Erdoğan ve AKP’li bakanlar olmak üzere milliyetçi-muhafazakâr kesimden gelen tepkiler üzerine RTÜK’ün, Kanuni’nin “mahremiyeti ihlal ediliyor” gerekçesiyle uyardığı dizinin önceki akşam yayımlanan bölümünde bu kez tarihi gerçekler ihlal edildi.

Kanuni Sultan Süleyman’ın, 1526’da esir Fransa Kralı Francois’e gönderdiği mektupta, kullandığı ‘Kürdistan’ ifadesi dizide sansüre uğradı. Kanuni, hükümdarı olduğu bütün coğrafyaları sayarken, orijinal metindeki ‘Kürdistan’ ifadesi ise sansürlendi.

Prof. Halil İnalcık’ın “Devlet-i ‘Aliyye” kitabında yer verdiği Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa Kralı’na 14 Ocak 1526’da yazdığı mektupta ‘Kürdistan’ ifadesi şöyle geçiyor:

“Ben ki, sultanu’s selatin ve burhanu’l havakin tac-bahş-i husrevan-ı ruy-i zemin zillulllah fi’l-ardayn Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve vilayet-i Zulkadriyye’nin ve Diyarbekr’in ve Kürdistan ve Azerbaycan’ın ve Şam’ın ve Haleb’in ve Mısır’ın ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve külliyen diyar-ı Arab’ın ve Yemen’in ve dahi nice memleketlerin ki… sultanı ve padişahı sultan Beyazıd han oğlu sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Hanım.Sen ki, França vilayetinin Kıralı Françeşkosun…” (Birgün)

Torbadan ne çıkıyor?

TBMM gündeminden hiç düşmeyen Torba Yasa ne demek? İktidar neden birbiriyle ilgisi olmayan onlarca düzenlemeyi aynı torbaya koyuyor? Tasarı çalışma yaşamında neleri değiştiriyor? İşçiler için ne getiriyor? Patronlara ne gibi kıyaklar yapıyor? Tasarıda yoksulların ve halkın yararına düzenlemeler var mı?

Meclis gündemine giren Torba Yasa, çalışma hayatından içki satışına farklı konularda değişiklikler getiriyor. Torbanın içindeki birkaç ‘iyi’ madde emeğe saldırı planını gizleyemiyor.

Düzenlemeler işçiden alıp patrona veriyor. Genç işçilerin asgari ücreti düşüyor, staj sömürüsü yaygınlaşıyor. Torbanın kaşıkla verip kepçeyle almadığı tek kesim Sarıkeçililer.

Torba Yasa Tasarısı’nda yer alan değişikliklerin önemli bir kısmı çalışma yaşamını düzenlemeye yönelik. Düzenleme ile ‘genç işçiler’ için daha ağır çalışma koşulları gündeme geliyor. Esnek çalışmanın yaygınlık kazanmasını sağlayacak düzenlemeler yapılıyor. Ücretli-ücretsiz izinlerin süresi değiştiriliyor. Kısa çalışma ödeneği kullanımı kolaylaştırılıyor, işsizlik fonunu patronların kullanması için bir adım daha atılıyor. Okurlarımız belki hiç şaşırmayacak ama tasarıyla ‘işgücü piyasası’ gençleştirilip kuralsızlaştırılıyor.

İŞSİZLİK FONU İŞSİZE ÇOK GÖRÜLÜYOR

Taslağın 57. maddesinde, işsizlik sigortasının bir önceki yıl pirimlerinin “İstihdamı arttırmaya yönelik politika ve tedbirleri uygulamak, işgücünün istihdam edilebilirliğini arttırmak, çalışanların vasıflarını yükselterek işsizlik riskini azaltmak ve teknolojik gelişmeler nedeniyle işsiz kalması beklenenlerin başka alanlara yönlendirilmesini sağlamak, istihdam koruyucu diğer tedbirleri almak ve işgücü piyasası araştırma ve planlama çalışmaları yapmak amacıyla kullanılması” öneriliyor.

Türk İş bu maddeyi, fonu aşamalı olarak amacının dışına çektiği için eleştiriyor. İşsizlik fonundan yararlandırılacak olanların kapsamının genişletilmesi için düzenleme yapılması gerektiğini söylüyor. DİSK de işsizlik fonunun sermayenin kullanımına sunulmasını eleştiriyor.
Taslağın 58. maddesi 4447 sayılı kanunun ek2. maddesini değiştirerek kısa çalışma ödeneği olarak adlandırılan ve işverenin ekonomik kriz gerekçesiyle çalışma süresini kısaltarak işçinin maaşının kalan kısmının işsizlik fonundan ödetilmesi uygulamasının koşulları genişletiliyor. Mevcut düzenlemede ‘genel ekonomik kriz ve zorlayıcı durumlar’ olarak tanımlanan kısa çalışma ödeneği koşullarına tasarıda ‘sektörel ve bölgesel kriz’ koşulları da ekleniyor.

Türk İş kısa çalışma ödeneği verilmesinin koşullarını genişlettiği ve subjektif hale getirdiği için bu maddeye itiraz ediyor. DİSK ise bu maddeye işçilerin ücretlerinin işsizlik fonundan karşılanmasını yaygınlaştıracağı için itiraz ediyor.

KURALSIZ ÇALIŞMA KURAL HALİNE GELİYOR

Taslağın 64. maddesi esnek ve kuralsız çalıştırmanın en yaygın biçimi olan ‘evden çalışma’ ve ‘uzaktan çalışma’ benzeri esnek çalışma biçimlerini düzenleyen yasal mevzuata tabi kılınıyor.

DİSK ve Türk İş kuralsızlığı ve örgütsüzlüğü yaygınlaştırdığı, iş güvencesini ortadan kaldırdığı için bu çalışma biçimlerinin tümüne karşı çıkarak kuralsız çalışmanın kanunen tanınmasına yol açan maddelere itiraz ediyor.

GENÇ İŞÇİLER ÇOK DENENECEK AZ KAZANACAK

Taslakta yer alan iki düzenleme 25 yaşın altındaki işçileri daha ağır koşullarla, bu yaşın üstündeki işçileri işsizlik tehdidiyle yüz yüze bırakıyor.

Taslağın 62. maddesi mevcut koşullarda iki ay olan deneme süresini 25 yaşın altındaki işçiler için dört aya çıkarıyor. Türk-İş, deneme süresinin sonunda işçinin emeğinin heba olabileceğine dikkat çekerek bu maddeye itiraz ediyor.

MESLEK LİSELİ İŞÇİLERE AZ PARA

Taslağın 54. maddesi meslek lisesi öğrencisi olup stajyer olarak çalışan gençleri ilgilendiren önemli düzenlemeler içeriyor. Mevcut yasada 20 işçinin çalıştığı işyerlerinde stajyer çalıştırılabilirken tasarıda bu sayı 5’e düşürülüyor.

Taslağın 23. maddesine göre, asgari ücret tanımında geçen 16 yaş ibaresi 18 olarak, maaş hesapları ise brüt yerine net olarak değiştirildi, Kısaca 16-18 yaş arası çoğunluğu çırak ya da stajyer olan işçilerin aldıkları asgari ücret 599 TL’den 518 TL’ye düşecek.

BELEDİYE İŞÇİLERİNE YOL GÖRÜNÜYOR

Taslağın 109. maddesinde yer alan “İl özel idareleri ile belediyelerin sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası işçilerin Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü’nün taşra teşkilatlarına sürekli işçi kadrosuyla atanır” ibaresi 70 binden fazla belediye işçisinin karakollara ve okullara gönderilmesi anlamına geliyor. Taslak ayrıca norm fazlası işçiyi bu kurumlara gönderen belediyeleri 5 yıl işçi almamakla sınırlıyor. Bu durum belediyelerde taşeronlaştırmanın önünü açıyor.

ENGELLİLER İŞSİZLİĞE MAHKUM EDİLİYOR

Tasarının 63. maddesiyle 4857 sayılı İş Kanunu’na eklenen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işverenin başvurusu üzerine işin niteliği veya teminde güçlük nedeniyle işyerinde özürlü çalıştırma konusunda güçlük yaşanıp yaşanmayacağını karara bağlar…” cümlesi, işverenlerin engelli istihdam etme yükümlülüklerinden kurtulmalarının önünü açıyor. Bu düzenleme görme engelli AKP’li milletvekili Lokman Ayva’nın tepkisine neden oldu. Çalışma Bakanı Dinçer ile Ayva karşı karşıya geldi.

Torba demokrasisi
“Atıkların bile ayrıştırılarak torbalara konduğu bir çağda, elli ayrı konuyu tek bir kanunla düzenlemenin anlamı ne? Çöp işleme tekniğinin, kanun yapma tarzının önüne geçtiği bir ülkede hukuki güvenlikten söz edilebilir mi?” (Prof. Dr. İbrahim Özden Kaboğlu, 2 Ekim 2008, Birgün gazetesi)

İçinde birbiriyle ilgisi olmayan farklı konularda düzenlemeler içeren kanun değişikliği taslakları ‘Torba Yasa’ olarak adlandırılıyor. Gazeteci Şükran Soner’e göre Torba Yasa’lar “Özalizmle yükselen, AKP iktidarının kanına işleyen, Meclis’i padişahların fermanlarının onaylandığı makam, milletvekillerini, ‘parmak kaldırma gödevlisi’ konumuna getiren işleyişin kolaylaştırılmasında başımıza örülen çoraplardan biri.” Soner, bu tip yasama anlayışından yola çıkarak bu tarz demokrasiyi Torba Demokrasi olarak niteliyor. ( 25 Aralık 2010, Cumhuriyet gazetesi)

AKP sadece 2010 yılında Torba Yasa olarak nitelenebilecek 8 taslak hazırladı. Bunlardan kamu borçlarını yeniden yapılandıran bir Torba Yasa 3 Kasım’da Mecliste kabul edilerek yasalaşmıştı. Bugünlerde tartışılan Torba Yasa ise ‘Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’ olarak Meclis gündemine getirilen 216 maddelik bir tasarı. Tasarı AKP’nin neoliberal dönüşüm programına dayanmak dışında ortak özelliği olmayan farklı konularda düzenlemeler içeriyor. Üniversite öğrenci affından alkol satışına, engelli istihdamından memuriyette kademe artırmaya pek çok değişik yasa ve bu konuda hazırlanmış yasa tasarısı metinleri tüm yaşamımızı doğrudan etkileyecek tek hamlede yasalaşacak.

Peki neden torba yasa?
Bu konuyla ilgili sorularımızı cevaplayan İstanbul Halkevi yöneticisi Av. Erkut Güzel bize şunları anlattı:

Hatırlayacak olursak koalisyon dönemlerinde hükümeti oluşturan partiler yasama faaliyetinden önce, hangi konularda değişikliğe gidileceği konusunda anlaşıp sonra ihtiyaçları olanı elde etmek için Meclis’teki hükümet dışı partileri hatta bağımsız milletvekillerini dahi ikna etmeye çalışırlardı. Koalisyon hükümetinde yasama faaliyeti sancılı geçerdi. Daha kolay ikna için Meclis’e spesifik bir konuda, tartışmayı azaltmak için olduğunca az maddeli yasa tasarısı gelirdi.
AKP ise tek parti hükümetini kurduktan sonra kolay yasama faaliyeti yürütüyor. AKP yasama için yeterli çoğunluğa sahip olduğu için ihtiyaç duyduğu ne varsa bir Torba (ya) Yasa’ya koyup biraz kamuoyunda tartıştırdıktan sonra kolaylıkla yasalaştırıyor. Her alandaki yasayı tek tek farklı zamanlarda tartıştırmak yerine hepsini tek kalemde bitiriyor. Parlamenter demokrasinin tek parti iktidarında monarklaşmış hali AKP’dir. Torba Yasa’ya itiraz edilmeyecek birkaç iyi şey koyduğunda ve tüm maddeler için ya evet ya hayır dendiği haliyle (ki anayasa paketi bile böyle referanduma götürüldü) kendi içindeki çatlakları da kapamış olacaktır. Örneğin en son Torba Yasa’daki öğrenci affına kimse itiraz edemez. Böylece halkın önünde meşruluk sağlanmış oluyor.

Her kepçenin bir kaşığı var
Torba Yasa sadece çalışma yaşaımını düzenleyen değişiklikler içermiyor. İçinde toplumun kimi kesimlerini ilgilendiren farklı maddeler yer alıyor. Hatta emeğe dönük ağır saldırı maddelerine gelecek itirazları engellemek için yer alan kimi ilerletici düzenlemeler de yok değil.

Örneğin üniversite öğrencilerinin okuldan atılması sona eriyor. 4 yıllık lisans programını 7 yılda tamamlama şartı kaldırılıyor. Bu şartla uyumlu bir biçimde taslakta yer alan bir başka değişiklikle 12 Eylül 1980’den itibaren her ne sebeple olursa olsun üniversiteden ayrılanlar, 5 ay içinde başvurmaları halinde zamlı harç miktarlarını ödeme şartıyla üniversite öğrenimine devam edebilecek.

Fakat okuldan atılma kalkarken yüksek düzeyde harç bedellerinin kabul edilir olmasını sağlayacak bir başka değişiklik maddesi de tasarıya ekleniyor. Bir derse üçüncü kez kayıt yaptıran öğrenci, harç miktarını ders başına yüzde 50, dördüncü kez kayıt yaptıran yüzde 100, beş ve üstünde kayıt yaptıran yüzde 300 zamlı ödemek zorunda bırakılıyor. Yani okuldan atma kalkıyor ama yoksulun okulu uzatma ‘lüksü’ elinden alınıyor.

SON YÖRÜKLERE ÖZGÜRLÜK

Torba Yasa’yla yüzü gülen yalnızca Sarıkeçililer oldu. Taslakta göçebe Yörükler olan Sarıkeçililere keçilerini ormanda otlatma izni veren bir düzenleme de yer alıyor. Mersin-Konya arasında hayvancılık yaparak göçebe olarak yaşayan Sarıkeçililer ‘izinsiz hayvan otlatma’ suçuyla kesilen cezalar nedeniyle hayatlarını idame ettiremez hale gelmişti. Torba Yasa’da Sarıkeçililere ormanda hayvan otlatma serbestliği getiriliyor.

İŞSİZ KALINCA YEŞİL KARTA DEVAM

Taslağın Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Hükümler ve Son Hükümler bölümünün 55. maddesi yeşil kart kullananlara ilişkin bir düzenleme yapıyor.

Sigortalı bir işte çalışmaya başlayan yeşil kart sahipleri bu işten ayrıldıklarında hiçbir işlem yapmadan yeniden yeşil kart kullanma hakkına kavuşabilecek.

Taslakta internet üzerinden içki satışı yapılmasını yasaklayan ek bir madde de bulunuyor. Düzenlemeye göre internet üzerinden içki satanlar 20 bin liradan 100 bin liraya kadar para cezasına çarptırılacak.
Taslak esnafları da görüyor. TOBB ve ülke çapındaki esnaf ve sanatkar odası üyelerinin devlete olan borçları af kapsamına giriyor. Paket taraftarların gönlünü almak, şirket gibi çalışan spor kulüplerinin yöneticilerini sevindirmek içinse kulüplere 180 milyonu aşan vergi ve sosyal güvenlik borçlarını 42 taksitle bölme olanağı veriyor.

Kamu çalışanı da torbada
Torba Yasa’da yer alan bazı düzenlemeler kamu kurumunda çalışanların izin, kademe ilerleme ve disiplin cezaları açısından önemli değişiklikler içeriyor.

BÜROKRATLAR ÖZEL SEKTÖRDEN

Tasarıdaki önemli bir düzenleme bu kurumlara yönetici olarak atanacak isimlerle ilgili.
Taslağın 73. maddesiyle kamu kurumlarında ‘üst derecelere’ yükselmek için sicil şartı aranmayacak, yöneticiler özel sektörden atanabilecek. Üstelik özel sektörden bir kamu kuruluşuna atanan yöneticinin kamu kurumu dışında geçen çalışma süresinin tamamı kurumda fiilen çalışılan süreye dahil edilecek.

KESK özel sektörden isimlerin üst düzey bürokrat olarak atanmasını sağlayan bu madde kamusal alanı tamamen siyasallaşmasına yol açacağı, iktidar partisinden olmayanların görevde yükselmesini engelleyeceği gerekçesiyle itiraz ediyor.

Mevcut durumda ek kademe ilerlemesi için 6 yılda sicil notu ortalaması 90 olan kamu çalışanlarına verilirken taslakla beraber bu süre 10 yıla çıkıyor. Ek kademe ilerlemesi ise 90 sicil ortalaması yerine hiç disiplin cezası almama koşuluna bağlanıyor.

KAMU DA ESNEKLEŞİYOR

Taslağın engellilerin günlük çalışma süresini tespit için mülki amirlere yetki veren 74. maddesi, kurumlarda çalışacak ‘uzman’, ‘kariyer uzmanı’ gibi uzmanlık sistemlerini yaygınlaştırılıp yasalaştırırken 91. maddesi de kamuda esnek çalışma ve piyasalaştırmanın önünü açıyor. KESK bu maddelere “liyakata ve kariyere dayalı memurluk sistemi yerine ABD’de uygulanan piyasa odaklı memur sistemi getirdiği” için itiraz ediyor.

Bir başka düzenlemeyle kamu çalışanlarına disiplin cezalarına itiraz hakkı tanınıyor.

(sendika.org)

Aileler cinselliği konuşuyor

Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği’nden gönüllü psikiyatrların katkılarıyla düzenlenen toplantılar Ankara, Eskişehir, İstanbul ve İzmir’de devam ediyor.

Çocuğunun, kardeşinin veya herhangi bir akrabasının eşcinsel, biseksüel, trans olduğunu öğrenen ve bu konu hakkında konuşmak isteyen herkes toplantılara katılabilir.

Ankara toplantısı, 1 Şubat Salı günü 19:00’da, Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Merkezi’nde.

Katılım için Pembe Hayat Derneği ile iletişime geçilebilir.

(Yeşil Gazete, www.pembehayat.org)

Hacettepe’de basın açıklaması yapmak da yasak!

Sendikal faaliyete katılmaları gerekçe gösterilerek haklarında soruşturma açılan Hacettepe Üniversitesi çalışanları, bugün Beytepe Kampüsü’nde tüm engellemelere rağmen bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

Beytepe Kampüsü Kütüphanesi önünde saat 12:00’de toplanan eğitim ve bilim emekçileri, açıklamaya destek vermek üzere Ankara’nın çeşitli üniversitelerinden gelen Eğitim-Sen üyesi akademisyenlerin ve Hacettepe Üniversitesi Hastanelerinde çalışan Sağlık Emekçileri Sendikası üyelerinin kampüse alınmaması üzerine, meslektaşlarının bekletildikleri kampüs girişine doğru yola çıktılar.

Bu sırada kampüs girişinde bekleyen sendika üyesi akademisyenler ise, çalışanı oldukları üniversite kurumuna girmelerinin engellenemeyeceğini belirterek kampüse doğru yürüyüşe geçtiler. Kampüse girmek isteyen yaklaşık 100 akademisyen ve sendika üyesi, özel güvenlik barikatıyla karşılaştılar. Barikata rağmen kampüse girmek için yürüyüşlerine devam eden eğitim emekçileri, özel güvenliğin fiili müdahalesiyle karşılaştılar. Kısa süreli bir arbedenin ardından barikatı aşarak kampüse giren emekçiler, kendilerini karşılamak üzere kütüphane önünden gelen çalışanlarla birleşerek rektörlüğe doğru yürüyüşe geçtiler.

Rektörlük önüne saat 13:00 civarında varan grup adına, Eğitim-Sen Genel Başkanı Zübeyde Kılıç bir konuşma yaptı. Hacettepe Üniversitesi’nde yaşanan hukuk dışı uygulamalara ve yasaklara dikkat çeken Kılıç, üniversite yönetimi hukuka uygun davranmaya davet etti.

Açıklamanın tam metni şöyle:

Basına ve Kamuoyuna

Bugün burada bağımsız ve özgür bir biçimde toplum için bilgi üretmesi gereken üniversite çalışanlarının anayasal haklarına yönelik saldırıları teşhir etmek ve kınamak üzere toplanmış bulunuyoruz.

Hacettepe Üniversitesi çalışanlarının yaklaşık iki ay önce kamuoyuyla paylaştığı duyuruda “son zamanlarda hem öğrenciler hem de idari ve akademik personel aleyhine açılan soruşturmaların sayısı ve içerdiği iddialar kaygı verici boyutlara ulaşmıştır” denilmiş ve mevcut soruşturmaların geri çekilerek yasakçı uygulamalara son verilmesi talep edilmişti.

Geride bıraktığımız süre içerisinde bu çağrıya yanıt olarak hiçbir somut adım atılmadığı gibi, kaygımızı pekiştiren hukuksuz ve pervasız gelişmelerle karşı karşıyayız!

Son olarak, Eğitim-Sen üyesi on bir çalışan hakkında, yürüttükleri sendikal faaliyet gerekçe gösterilerek soruşturma açıldı. On bir eğitim ve bilim emekçisi “Eğitim-Sen adına izinsiz olarak tanıtım masası açıp, ‘Öğrencime Dokunma ve Asistan Kıyımına Hayır’ başlıklı el ilanlarını dağıtmak”la suç(!)lanıyor.

Bu gerekçeyle soruşturulanlar sadece akademik ve idari personel değil. Üniversitelerinin ve eğitim emekçilerinin sorunlarına duyarlılık göstererek yanımızda bulunan çok sayıda Hacettepe Üniversitesi öğrencisi hakkında da “izinsiz Eğitim-Sen standına destek vermek” gerekçesiyle soruşturma açıldı.

Sendikal faaliyetin “izinsiz” sıfatıyla tanımlanarak soruşturmaya konu olması, mevcut yasal düzenlemeler göz önünde bulundurulduğunda açıkça hukuk dışıdır. Sendikamız ve üniversite yönetimi arasında gerçekleşen görüşmeler, sendikamızı gerçekleştirilecek etkinlikleri sadece bildirmekle yükümlü kılmaktadır. İşyeri temsilciliğimiz tarafından gerçekleştirilen diğer etkinlikler gibi, soruşturmaya konu olan masa açma etkinliği de bir hafta öncesinden yazılı olarak rektörlüğe bildirilmiştir.

Sendikalı çalışanların, soruşturma hakkında kendilerine gönderilen resmi yazıda “sanık” olarak anılması da hukuk dışılığın bir diğer trajikomik örneği ve kişilere yönelik hakarettir. ‘İzinsiz’ tanımlamasını da, ‘sanık’ nitelemesini de, yasal sendikal faaliyetin soruşturma konusu edilmesini de asla kabul etmiyoruz!

Hukuki ve mantıki dayanakları olmamasına rağmen sendika çalışanlarını hedef alan soruşturmaların ardı ardına gündeme gelmesi, tarafımızca soruşturmaların bir yıldırma ve cezalandırma aracı olarak kullanıldığı biçiminde yorumlanmaktadır. Sadece geride bıraktığımız güz döneminde 30’a yakın Eğitim-Sen’li çalışan ve yüzden fazla öğrenci hakkında farklı gerekçelerle soruşturma açılmış, işyeri temsilcimiz iki ay içinde iki ayrı soruşturmayla karşı karşıya bırakılmıştır.

Eğitim-Sen, eğitim ve bilim emekçilerinin ekonomik, sosyal, demokratik ve kültürel haklarını korumak ve geliştirmek için vardır. Sendikal faaliyetimizi hedef alan herhangi bir girişim, kaynağı kim olursa olsun, eğitim emekçilerinin hak ve özgürlükler mücadelesini hedef almaktadır.

Eğitim-Sen olarak, sendikal faaliyetimizin soruşturmaya konu olmasını kınıyor;

– soruşturmaların ve stant yasağının derhal sonlandırılmasını,
– anayasal ve demokratik haklarımızı özgürce kullanabileceğimiz bir ortamın sağlanmasını,
– çalışanlara ve öğrencilere yönelik hukuksuz ve pervasız tavırdan vazgeçilmesini talep ediyoruz.

Ayrıca, sendikal faaliyetimizi engellemeye yönelik antidemokratik ve baskıcı uygulamaların sorumluları hakkında gerekli hukuki süreci başlatacağımızı kamuoyuyla paylaşıyoruz.

Basına ve kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

(marxist.org)

Haitili çiftçiler 400 ton GDO’lu tohumu yaktı

Monsanto Geliştirme İnisiyatifleri Müdürü “Harika bir Paskalya hediyesi,” cevabını verdi. Yaklaşık 60,000 hibrit mısır tohum ve diğer sebze çuvalı Monsanto tarafından deprem sonrası bağışlanmıştı. 4 Haziran 2010’da Dünya Çevre Günü töreninde, kabaca 10,000 Haitili çiftçi Papaye’de bir araya gelerek bu armağan merasimi için Hinche’ye kadar yedi kilometre yürüdü. Yürüyüşün bitiminde, bu ödüllendirilmiş çiftçiler kolektif Paskalya sepetlerine 400 tondan fazla sebze ve tohum koydular ve hepsini ateşe verdiler. Ve hep birlikte “Yaşasın yerli darı tohumu!” they diye sloganar attılar. “Monsanto’nun GDO’su [genetiği değiştirilmiş organizmalar] ve hibrid tohumları köylülerin tarımının ırzına geçer!”

(internationala.org)

Ben devrim gördüm anne

Binlerce insan sokaklarda anne. Anlamadığım bir dilde bağırıyorlar. Yüzlerinde en insancıl duyguların bir karışımı var. Korkuyorlar, öfkeliler, umutlular ve coşku dolular. Yanı başlarındaki hiç tanımadıkları insanın varlığından alıyorlar güçlerini. Polis ve iktidar ve düzen ve devlet kalkanlarını kaldırıyor, kurşun sıkıyor, gaz bombası atıyor. Köprünün ortasında namaza duruyorlar, umut ve cesaretlerini toplamak için olsa gerek.

Kim olduklarını bilmiyorum anne. Ne istediklerini, dertlerinin ne olduğunu kestiremiyorum. Facebook ve twitter paylaşılan mesajlarla, bağlantılarla dolu. Fotoğraflar, videolar, bir devrime tanıklık etmek için ısrarla önerilen haber kanalları… Sokaktakiler neden sokakta, kimse de pek bilmiyor sanırım. Kimse pek merak da etmiyor hatta. Neden, anne?

Oturup düşünüyorum. Tüm bu olanlardan binlerce kilometre uzakta, devrimin d’sinin bile akla gelmeyeceği topraklardayım. Dışarıda sert bir rüzgar var uğuldayan, başımı örten ufak çatıyı yerinden sökecekmişçesine zorlayan. Devrim çok uzakta anne. Ve kim kimi neden deviriyor, devirdikten sonra ne olacak, bilemiyorum. Ve ama farkediyorum ki ben de coşku ve mutluluk doluyum anne. Hani seni pek korkutan kayalara tırmanırken, Kopenhag’da zincir olup şarkılarla polis barikatına yürürken, Çekya’nın güney ormanlarındaki 68 kuşağı programında gösterilen o derleme videoyu izlerken hissettiklerime benzer, insanı mutluluk ve gerçeklik diyarlarında saçlarını rüzgarda savura savura koşturtan bir zevk ve coşku içindeyim.

Neden anne?

Ben bugün devrim gördüm, anne. Çok mutlu oldum, yaşadığımın farkına vardım, varlığımı iliklerime kadar hissettim, anne. Neden, bilmiyorum. Bilmesem de olur belki, bilemiyorum.

Herşey o kadar olağan, herşey o kadar belli, herşey o kadar sıradan. Ondan mı acaba? Başına kötü de olsa alışılmadık bir iş gelen insanın hissettiği o farkındalık duygusu, o coşku mu bu? Yaşamlarımızdan her türlü duygu ve hissiyat yok olup gitmiş de, bir tek sıcak konforumuzla yarın yapılması gereken işlerin derdi kalmış. Gerçek coşkularımız, gerçek korkularımız, gerçek bilinmezlikler ve gerçek bir yaşam serüveni kalmamış hayatlarımızda, hayata dair hiçbir şey kalmamış hayatlarımızda.

O yüzden mi bu kadar sevindiriyor, duygulandırıyor, ağlatıyor beni şu fotoğraflar? Sönüp kül olmaya yüz tutmuş insanlığım mı harlanıyor bütün o korkmuş, o umutlu, o dayanışma içindeki yüzleri gördüğümde?

Sahi, neden hepimiz pek keyifleniyoruz bugün, devrimi uzaktan da olsa gördükçe? Gittikçe rutinleşen sıkıcı muhabbetlerimize neden renk geliveriyor, ruhumuz neden şahlanıyor? Sokakta yanı başımızdan geçeduran yabancı yüzlere neden bir farklı bakacağız yarın sabah? Kemikleşmiş önyargı ve hikmetinden sual olunmaz kabullerimizin altından bir umut, bir birliktelik, bir dostluk, bir dayanışma duygusu filizlenecek. Bugün devrim gördüğümüz için, ve sırf bu sayede, yarın gülümseyeceğiz tanımadığımız yüzlere, sırf o fotoğrafta gördüğümüz çocuğa, yaşlı teyzeye, bıyıklı amcaya, “smile!” t-shirt ‘lü delikanlıya benzedikleri için.

Yarın farklı bir gün olacak, değil mi anne?

Adı, şekli ve cismi ne olursa olsun her türlü otoriteye ve baskıya ve zulme ve hiyerarşiye ve düzene karşı çıkmanın, isyanın ve yumruk kaldırmanın o dayanılmaz hazzına ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu anladım ben bugün. Sokaklara inmesen de, binlerce olmasan da; sonuna kadar güvendiğin ve yanıbaşlarında hem özgür, hem de güvende hissettiğin canlarla birlikte mücadele etmenin, sesini haykırmanın, hayallerini tozlu raflardan indirmenin verdiği eşsiz hazzı hatırladım ben bugün. Dans ederek, bira yudumlayarak, namaz kılarak, kiliselerde toplanarak, sendika binalarında sabahlayarak, dernek lokallerinde nöbete kalarak, kamp ateşi başında çömelerek birlik olmanın, o aidiyetin güvenliğiyle hayallerin özgürlüğünü bir arada hissetmenin yaşamı yaşam yapan olduğunu anne, ben bugün hatırladım.

Mücadele yoksa, hayat da yok. Dans ettirip muhabbet ettiren, şarkılar söyletip kahkahalar attıran bir mücadele yoksa, anlamlı ve güzel bir hayat da yok.

Ve şu hayatta anne, anlamlı ve güzel bir hayattan önemli hiç bir şey yok.

Mübarek konuştu: “Bir yere gitmiyorum, hükümeti görevden aldım.”

29 Ocak 2011, 0:48 – Mısır’da gösteriler sürerken ülkeyi 30 yıldır yöneten devlet başkanı Hüsnü Mübarek gece yarısı devlet televizyonunda bir açıklama yaptı.

Gösterileri yakından izlediğini ve ifade özgürlüğünden yana olduğunu söyleyen Mübarek Mısır’da istikrarın süreceğini, kaosa izin vermeyeceğini belirtti. Göstericilerin verdiği mesajı anladığını, yoksulluğun önemli bir sorun olduğunu, işsizliği azaltacaklarını, sağlık ve eğitimi geliştireceklerini söyleyen Hüsnü Mübarek ekonomik ve politik reformlar yapacaklarını ve ülkeye daha fazla demokrasi gerektiğini belirtti.

Hükümeti görevden aldığını ve yarın yeni bir hükümet atayacağını açıklayan Mübarek, kendisinin hiçbir yere gitmeyeceğini söyledi ve Mısrlıları başka ülkeleri örnek almamaları için uyardı.

Yorumcular Mübarek’in konuşmasında iktidarı bırakmasını isteyen göstericilerin taleplerini üzerine alınmadığını ve kontrolu elinde tuttuğunu göstermeye çalıştığını söylerken, bu açıklamayla sokakların durulmasının zor olduğunu belirtiyorlar.

Öte yandan Mısır’da hükümet bugün bütün interneti kapattı ve cep telefonu görüşmelerini engelleyecek cihazları devreye soktu.

Mübarek ülkeyi 1981’den bu yana yönetiyor.

(Yeşil Gazete)

Mısır’da naklen devrim

Mısır’da dört gün önce başlayan ayaklanma devam ediyor. Kahire’de yüz binlerce kişinin sokaklarda. Gösteriler başta El Cezire olmak üzere televizyon kanallarından ve internetten naklen izlenebiliyor.

Bugün Süveyş’de ateş açan polis kuvvetleri beş göstericiyi öldürdü, en az 870 yaralı var. Göstericiler Kahire’nin merkezinde bulunan iktidardaki Ulusal Demokratik Parti’nin (NDP) merkezini ateşe verdiler. İtfaiyenin de müdahale etmediği yangın sürerken binlerce gösterici yanan parti binasının yanında bulunan ulusal müzenin çevresinde insan zinciri oluşturarak müzeyi yangından ve herhangi bir kundaklamadan korumaya çalışıyor.

Kentteki bazı polis merkezleri de ateşle verildi. Göstericilere yüz binlerce insanın katıldığı, devletin ilan ettiği sokağa çıkma yasağına rağmen halkın geceyi sokakta geçirdiği bildiriliyor. Halkın ortak talebi ülkeyi 30 yıldır diktatörlükle yöneten Hüsnü Mübarek’ten kurtulmak.

Kendisinden bir haber alınmayan Mübarek’in ise ülkeyi terk etmiş olabileceği konuşuluyor, ancak bu haber henüz doğrulanmadı.

Bu arada Mısır Parlamento sözcüsü biraz önce yakında önemli bir açıklama yapacaklarını duyurdu.

(Yeşil Gazete)

Al Jazeera ve diğer kaynaklardan derlenmiştir.