Ana Sayfa Blog Sayfa 5093

Altan Tan’a 23 yıl hapis istemi

Diyarbakır milletvekili Altan Tan hakkında cenaze törenine katıldığı ve seçim mitinginde kitlenin slogan atmasını engellemediği gerekçesiyle toplam 23 yıl 6 ay hapisle ceza istendi.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılğı tarafından hazırlanan iddianamede, Altan Tan’ın 23 Nisan 2011 tarihinde Maraş’ın Pazarcık ilçesinde çıkan çatışmada yaşamını yitiren gerilla için yapılan cenaze törenine katıldığı, 16 Mayıs tarihinde çatışmalarda yaşamını yitiren gerillalar için ilan edilen yasa ve düzenlenen basın açıklamasına katıldığı, 12 Haziran seçimleri öncesinde Diyarbakır İstasyon Meydanı’nda düzenlenen mitingde kitlenin PKK lehine attığı sloganları engellemediği gerekçesiyle iki kez ‘örgüt propagandası yapmak” ve bir kez de Toplantı ve Gösteri Yasası’na muhalefet etmek suçlarından toplam 23 yıl 6 ay hapisle cezalandırılması istendi.

Altan Tan hakkında açılan dava önümüzdeki günlerde Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek.

(Ajanslar)

Fenerbahçe Tahkim’e gitti

0

Fenerbahçe Kulübü, Türkiye Futbol Federasyonu‘nun kendilerini Şampiyonlar Ligi‘ne katılmaktan men etme kararını Tahkim Kurulu’na götürdü.

Şike soruşturması çerçevesinde Avrupa Şampiyonlar Ligi’nden men edilen Fenerbahçe Kulübü’nün avukatı Haluk Burcuoğlu gereken her yere başvuracaklarını söyledi. Burcuoğlu Tahkim Kurulu’na başvurduklarını belirttiği açıklamasında, “Her türlü savunma hakkımızı bugün Tahkim’e, yarın da diğer ilgili kuruluşlara yapacağız. TFF’nin Fenerbahçe’yi Şampiyonlar Ligi’nden men etme hakkı yoktur. Biz TFF’nin özerk olduğunu sanıyorduk ama değillermiş” dedi.

Tahkim Kurulu’nun başvuruyu hemen değerlendirmesi bekleniyor.

Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) dün Fenerbahçe Kulübü (FB)’nün Avrupa Şampiyonlar Ligi’nden men edildiğini açıkladı. TFF’nin beklenmedik kararı sonrası FB’li yetkililer büyük tepki gösterdi, TFF’yi suçlayan beyanların ardı arkası kesilmedi.

Federasyon daha önce Fenerbahçe’nin kendisinin Şampiyonlar Ligi’ne gitmeme kararı almasını istemiş, ancak FB Kulübü aksi yönde karar almıştı.

Federasyon FB’yi men kararını almamak için çeşitli yollar denediyse de UEFA’nın net tavrı karşısında, Şampiyonlar Ligi karşılaşmalarının kura çekimi öncesinde Fenerbahçe’yi “Avrupa”dan men etti.

Apple’ın kurucusu Jobs istifa etti

Amerikan elektronik devi Apple‘ın kurucusu Steve Jobs, İcra Kurulu Başkanlığı (CEO) görevinden ayrıldığını açıkladı.

Uzun zamandır sağlık sorunları bulunan Jobs, kararını çalışanlara bir elektronik posta ile duyurdu ve yerine yokluğunda görevlerini üstlenen Genel Müdür Tim Cook’un geldiğini söyledi.

‘Silikon Vadisi’nin efsane yöneticisi’ olarak anılan Jobs, Apple’ın yönetim kurulu başkanı olarak kalacak.

Pankreas kanseri sonrası karaciğer nakli ameliyatı geçiren 55 yaşındaki Jobs, veda mesajında icra kurulu başkanı olarak görevlerini ve beklentileri yerine getiremeyecek durumda olduğunu belirtti.

Jobs, duygusal mesajında, “Her zaman, bir gün görevimi yapamaz ve beklentileri karşılayamaz hale gelirsem bunu size ilk ben bildireceğimi söyledim. Maalesef o gün geldi.” dedi.

Uzmanlar, Steeve Jobs’un ayrılma kararının beklenmedik bir gelişme olmadığını, istifanın Iphone, Ipod, Ipad ve Mac bilgisayarlarının üreticisi olan şirketin günlük işleyişini değiştirmeyeceğini vurguluyor.

Apple’ın dünyanın en büyük şirketlerinden biri olarak başarısı büyük ölçüde Steve Jobs’a bağlanıyor.

BM’den uyarı: 12 milyon vatansız var

0

Birleşmiş Milletler, dünya çapında 12 milyon kişinin hiçbir ülkenin vatandaşı olmadığını ve bu yüzden temel insan haklarından mahrum kaldıkları uyarısında bulundu.

Örgüt, daha çok sayıda ülkenin vatansız insanlarla ilgili iki anlaşmaya imza koymasını istedi.

Vatansız kişilerin, çocuklarının da vatansız olarak doğması nedeniyle sorunun daha da büyüdüğü kaydedildi.

Sorunun özellikle, Güneydoğu Asya, Orta Asya, Doğu Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’da yaygın olduğu belirtildi.

BM Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Guterres, ‘Bu insanlar acil yardıma ihtiyaç duyuyorlar, çünkü hukuki anlamda, kâbusa benzeyen bir arafta kalmışlık yaşıyorlar’ dedi.

Guterres, ‘insanların kendi yaşadıkları sıkıntıların yanı sıra, bir grup insanın kuşaklar boyunca ötekileştirilmesi, yaşadıkları toplumlarda büyük bir baskı oluşturuyor ve zaman zaman çatışmalara da yol açıyor’ diye konuştu.

Vatansızlar, mülk edinmek, banka hesabı açmak, yasal olarak evlenmek ve çocuklarını nüfusa geçirmek gibi alanlarda sorunlar yaşayabiliyor.

Hatta bazıları, kim oldukları ya da nereden geldiklerini kanıtlayamadıkları için uzun süre gözaltında tutulabiliyor.

Sözleşmelere imza çağrısı

Vatansız insanlara, temel insan haklarının tanınmasını öngören 1954 tarihli anlaşmaya sadece 66 ülke imza attı.

1961 tarihli Vatansızlığın Azaltılması Konusunda Sözleşme ise sadece 38 ülke tarafından imzalandı.

Vatansız olunmasına bir dizi neden yol açabiliyor.

Eski Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’da olduğu gibi ülkelerin bölünmesi, ya da Afrika ve Asya’nın bazı bölgelerinde olduğu gibi sömürgeci güçlerin çekilmesiyle yeni ülkelerin oluşması başlıca nedenler olarak gösteriliyor.

Vatansız halklar arasında, Birmanya’daki Rohingyalar, Tayland’ın dağlık kesimlerindeki bazı kabileler, Avrupa’daki bazı çingeneler ve Körfez ülkelerindeki Bedeviler bulunuyor.

Rus uzay gemisi infilak etti

Rusya‘nın Uluslararası Uzay İstasyonu‘na (ISS) gönderdiği insansız uzay gemisi infilak etti.

Rus Uzay Dairesi, Progress M-12M adlı geminin yörüngeye yerleştirilemediğini ve düştüğünü açıkladı.

Geminin enkazının Rusya’ya bağlı Altay cumhuriyeti topraklarına düştüğü haber veriliyor. Geminin düşüşü sırasında büyük bir patlama sesi duyulduğu ve evlerin camlarının kırıldığı belirtildi. Ancak ölen ya da yaralanan olmadığı kaydedildi.

Gemi, ISS’teki astronotlara 3 ton malzeme götürüyordu.

Amerikan uzay mekiğinin devre dışı bırakılmasından sonra, istasyona malzeme nakli bu tür robot araçlarla yapılacak.

Ancak Uzay İstasyonu’nda henüz malzeme sıkıntısı olmadığı için Progress’in fırlatma roketi Soyuz U ile ilgili kaygılar öne çıkıyor.

Soyuz U, istasyona insanlı kapsülleri götüren Soyuz FG roketine çok benziyor.

Çarşamba günkü başarısızlığın nedeni tespit edilemedikçe 22 Eylül’de istasyona yapılacak insanlı uçuşa izin verilmeyebileceği belirtiliyor.

Bu durumda, eve dönüş hazırlığı yapan astronatlar bir süre daha istasyonda beklemek zorunda kalacak.

İstasyonda altı astronot bulunuyor.

Progress, Uluslararası Uzay İstasyonu’na şimdiye kadarki 44’üncü malzeme teslimatını gerçekleştirecekti.

Gemi, Kazakistan’daki Baykonur Üssü’nden fırlatılmıştı. Ancak Soyuz roketinin üçüncü ve son fırlatma aşaması motorlarının erken kapandığı anlaşılıyor.

Kadın anketinden ürkütücü sonuçlar çıktı

0

Erzurum‘da şiddete maruz kalıp ancak baskı nedeniyle şikayetçi olamayan kadınlar üzerinde yapılan anketten ürkütücü sonuçlar çıktı.

Kadın Dayanışma Vakfı (KA-MER) tarafından “Kadınlarla Buluşuyoruz” projesi kapsamında Erzurum’da anket çalışması yapıldı. Ankette gecekondu mahallelerinde yaşayan 2 bin 502 kadın ile mülakat yapıldığı bildirilerek kadınların birçoğunun şiddete maruz kaldıkları aktarıldı. Şiddete maruz kalan kadınların rakamsal olarak ankete cevap verenlerin katılımlarından yarısından fazla olduğunu ancak şikayetçi olmadıklarının ortaya çıktığı araştırmada bazı kadınların da 12 ve daha küçük yaşta evlendirildikleri belirtildi. Anket çalışmasında ayrıca 2 bin 155 kişinin evlilik yaşı konusunda verdikleri cevapta; 5 kadının 12 ve daha küçük yaşta, 182 kadının 13-15 yaş arasında, 454 kadının 16-17 yaş arasında, bin 514 kadının da 18 ve daha büyük yaşlarda evlendikleri ortaya kondu. Anket çalışmasında “Nasıl evlendiniz” sorusuna 2 bin 149 kadından bin 485’i görücü usulü, 617’i anlaşarak-severek, 47’si de zorla cevabını verdi.

Ankette dikkat çeken bir hususta “Evlilik türü” sorusuna 517 kadından 499’u akraba evliliği, 6’sı kayın evliliği, 10’u kuma, 2’i berdel cevabını verdi. Anket sorularına cevap veren 2 bin 502 kadının medeni durumu ise 56’ının resmi nikahlı, 45’inin dini nikahlı, bin 991’inin resmi ve dini nikahlı, 3’ünün evli ama ayrı yaşıyor, 343’ünün bekar, 64’ünün boşanmış olduğu belirtildi.

Ankete katılanlar arasında en erken 14 yaşında en geç 41 yaşında çocuk doğuran kadınların da olduğu belirtilerek “çalışma durumunuz” sorusuna da 2 bin 188 kadının hiç çalışmadığı, 50 kadının ev içinde gelir getiren bir faaliyetim var, 30 kadının çalışmak istiyorum kocam izin vermiyor, 85 kadın çalışmak istiyorum fakat iş bulamıyorum, 144 kadın da ev dışında çalışıyorum cevabını verdikleri kaydedildi.

Ankette ayrıca 175 kadının da şiddetle mücadele edebilmek için çeşitli kurum ve vakıflardan yardım talebinde bulundukları açıklandı.

KA-MER kimdir?

Diyarbakır ve yakın çevresine hizmet vermek üzere kurulmuş olan KA-MER, bölgede yaşayan kadınlardan gelen talep üzerine, 2000 yılı içinde Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerinin pek çok il ve ilçesinde çalışmalar başlattı. İlk çalışmalarını bir Limitet Şirket kurarak başlatan KA-MER 22.07.2004 tarihinde Diyarbakır ve ilçelerindeki kadın çalışmalarını sürdürmek için KA-MER Derneği’ni kurdu. 2000 yılından bu yana yürütmekte olduğu bölgesel çalışmaların tümünü kapsayacak bir örgütlenme modeli olarak KA-MER Vakfı’nı 14.09.2005 tarihinde kurdu.

KAMER Vakfı 2010 yılında örgütlü olduğu 23 ilde sürdürdüğü mahalle çalışmalarında 80,000’e yakın hane ziyaret etti. Özellikle göç almış, dezavantajlı mahallelerde yapılan hane ziyaretlerinde toplanan veriler, yıllardır süregelen geleneksel, ataerkil feodal sistem ve siyasi şiddet ortamının yanı sıra ürkütücü boyutlara ulaşan yoksulluk ve işsizliğin de kadın ve çocuklar üzerinde yıkıcı etkiler bıraktığını ortaya koydu.

 

(Kaynak, Erzurum Gazetesi)

5 yabancı film vizyona girecek

Türkiye’de sinemaseverler, bu hafta aksiyon, komedi ve romantizm içerikli 5 yabancı filmle buluşacak.

Mark Waters‘ın yönettiği ve Jim Carrey, Carla Gugino, Angela Lansbury ile Ophelia Lovibond’un oynadığı “Babamın Penguenleri (Mr. Popper’s Penguins)” filminde, eşinden boşandıktan sonra hayatına son derece rutin bir şekilde devam eden iş adamı Tom Popper’in hayatı, babasından kendisine miras kalan 6 penguenle değişir.

Önce penguenleri bir hayvanat bahçesine vermeyi düşünen Tom, çocukları penguenlere bayılınca, evini bir kış parkına çevirmeye karar verir.

David Mackenzie’nin yönettiği ve Ewan McGregor, Eva Green, Connie Nielsen ile Stephen Dillane’in oynadığı “Yeryüzündeki Son Aşk (Perfect Sense)” filminde de kadınlara bağlanmakta sorun yaşayan Michael, soğuk görünümlü güzel doktor Susan ile tanışır.

Susan, uzun bir süredir kendini işine adayıp özel hayatından vazgeçer, Michael ise kadınlarla ciddi ilişki kurmaktan kaçınır. İkisi de birbirlerine karşı derin duygular hissederken, tüm dünyada insanların duyularını sırayla yok eden salgın bir hastalık baş gösterir.

Joe Cornish’in yönettiği ve Nick Frost, Jodie Whittaker, John Boyega ile Terry Notary’nin oynadığı “Uzaylıların Şafağı (Attack The Block)” filmi, aksiyon sahneleriyle izleyicilerin karşısına çıkacak.

Filmde, Güney Londra’nın varoşlarına büyük bir uzaylı saldırısı gerçekleşir. Bir grup gençten ibaret bir sokak çetesi, bu saldırıya karşı koymak için örgütlenir.

Olivier Megaton’un yönettiği ve Zoe Saldana, Jordi Molla, Cliff Curtis ile Lennie James’in oynadığı “Kolombiyalı: İntikam Meleği (Colombiana)” filminin konusu da Kolombiya’da geçiyor.

Filmde, 9 yaşındaki Cataleya, anne ve babasının katledilişine seyirci olur ve kendisi de katledilmekten kılpayı kurtulur. Amcası Emilio ile Amerika Birleşik Devletleri’ne sığınır. Bundan 15 yıl sonra, bir kiralık katil olarak amcası için çalışacak ve geride hep anne ve babasının katilleri için her kurbanın göğsüne çizdiği bir orkide kartviziti bırakacak.

Martin Campbell’in yönettiği ve Ryan Reynolds, Blake Lively, Peter Sarsgaard ile Mark Strong’un oynadığı “Yeşil Fener (Green Lantern)” filminin konusu da şöyle:

“Gizemli bir evrende Yeşil Fener Kolordusu olarak adlandırılan barış ve adalet koruyucuları vardır. Gökadalarda düzeni koruyacaklarına söz veren birliğinin her üyesi, onlara süper güç veren bir yüzük takar. Ama Parallax adında yeni düşmanları evrendeki güç dengesini bozmaya kalkışınca, kaderleri seçilen ilk insan, yeni asker Hal Jordan’a emanet edilir.”

Olmayan örgüte Hopa’da dava!

Hopa‘da Başbakan Erdoğan’ın mitinginde çıkan olaylar nedeniyle tutuklananlardan 7 kişiye, “THKP-C örgütünün propagandasını” yapmaktan dava açıldı. Sloganlar, marşlar, afişler ve sol eli yumruk yaparak havaya kaldırmak delil sayıldı.

Artvin’in Hopa ilçesinde 31 Mayıs’ta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‘ın mitinginde, hidroelektrik santrallerini (HES) protesto etmek için toplanan gruba polis gaz bombalarıyla müdahale etmişti. Olayda emekli öğretmen Metin Lokumcu öldürülürken, miting aracının üzerindeki polis Servet Erkan da düşerek yaralanmıştı.

Hopa, Ankara, İstanbul ve İzmir’de Lokumcu’nun ölümünü ve polis müdahalesini protesto etmek için gösteri düzenleyenlerden toplam 36 kişi tutuklandı. Hopa’da tutuklanan 13 kişiden yedisine Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 7. maddesinin 2. fıkrasındaki “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan dava açıldı.

Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Rasim Karakullukçu’nun hazırladığı iddianamede, Ali Aksu, İbrahim Aksu, Görgü Demirpençe, İdris Akbıyık, Erhan Köse ve Şafak Ustabaş ve Önder Öner’in bir yıldan üç yıla kadar yıl hapsi isteniyor. Erzurum 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek davanın ilk duruşması, 14 Eylül olarak belirlendi.

İddianamede, Artvin İl Emniyet Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün, “Hopa olaylarının yasadışı sol örgütlerce düzenlendiğini” bildirmesi üzerine harekete geçildiği yazıyor. Ardından da yasal kuruluşlar olan Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Hopa İlçe Teşkilatı, Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) ile Halkevleri üyelerinin Başbakan Erdoğan’ın mitingini protesto etmek için toplandığı bilgisi yer alıyor.

İddianamede Hopa’daki olayların başlangıcını, bir inşaata “Ak Partili grubu tahrik edici pankart asılması” olarak açıklandı. Göstericilerin polise sopalarla saldırdığı ileri sürülerek, müdahalenin gerekçesi açıklandıktan sonra da grubun, “Mahir, Hüseyin, Ulaş, kurtuluşa kadar savaş” sloganı attıklarına vurgu yapılıyor.

İsnat edilen suça gerekçe gösterilen diğer deliller ise şöyle:

Olaylar sırasında kimliklerini gizlemek için yüzlerini kapatıp “Gündoğdu Marşı’nı söylemeleri.”

Lokumcu’nun otopsi için götürüldüğü Trabzon Adli Tıp Kurumu’ndan, Hopa’ya getirilişi sırasından toplanan “sol örgüt sempatizanlarının”, üzerinde “yıldızlı yumruk işareti bulunan” ve “Lokumcu Devrimci Yolumuzda Yaşayacak” yazılı pankart açmaları.

Kemalpaşa beldesinde düzenlenen cenaze töreninde “Hepimiz Hopalıyız, hepimiz eşkıyayız”, “Metin Lokumcu ölümsüzdür” gibi sloganlar atılması, “Dev-Genç marşı olarak bilinen” marşın söylenmesi. Tabutun üzerine, “THKP-C Devrimci Yol terör örgütüne ait sözde bayrağın” örtülmesi. Duvara, afişler asılması.

Cenazeye katılanların, “sol ellerini yumruk yaparak havaya kaldırıp” bir dakika saygı duruşunda bulunması. ÖDP Genel Başkanı Alper Taş ile bağımsız milletvekili adayı Birsen Kaya’nın “örgütsel konuşma yapmaları.”
Hopa’daki davadan Erzurum’da tutuklular

bianet’te Ayça Söylemez’e konuşan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Ankara Şubesi Genel Sekreteri Avukat Gülşen Uzuner, “Hopalıların yaşam haklarını, su haklarını savundukları ve devrimci düşünceye sahip oldukları için cezalandırıldığını” söyledi. Uzuner, sanıkların, “polisin görevini yapmasını engellemek, polise mukavemet, kamu malına zarar ve toplantı ve gösteri yürüyüş kanuna muhalefet” suçlarından, haklarında Hopa’da açılan soruşturma nedeniyle tutuklu bulunduklarını ancak Erzurum’da da ayrıca bu davadan yargılandıklarını söyledi ve sürecin hukuksuzluğuna dikkat çekti.

Savcı Karakullukçu’nun önce “örgüt üyeliğinden” görevsizlik kararı verdiğini ifade eden Uzuner, “Mağduriyetlerini uzatmak için parçalı dava açıldı” dedi. Uzuner şöyle konuştu: “Dosyayı inceleyemedik, isnat edilecek suçları tahmin ederek savunma hazırlamaya çalışıyoruz. Demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılması kapsamında tahliye çıkmasını bekliyoruz.”

(CnnTurk)

Her şeye rağmen BDP’yi savunmak – Oya Baydar

İçişleri Bakanlığı’na ve muhatabı her kimse ona çok acil bir not:

Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşme talepleri, umut kapılarının bir bir kapandığı ve savaşın tek seçenek olarak dayatıldığı şu günlerde barış adına büyük önem taşıyor. Bu görüşmeye izin verilmesi Türkiye’nin barıştan yana insanlarının ortak talebi olduğu gibi AKP hükümetinin çözüm iradesinin sınanması da olacaktır. Gereğinin yapılacağını, en küçük barış umudunun bile değerlendirileceğini ummak istiyoruz. Nasıl bir sorumluluk altında olduğunuzun farkında mısınız?

***

Silah kulakları, yürekleri, vicdanları sağırlaştırır; şiddet  insanı insan kılan değerleri yok eder. Her türlü iktidar, başa çıkamadığı hasmını ya da düşmanını dize getirmenin en kestirme yolunu şiddet ve savaşta görür. Bu yol aslında insanın en ilkel içgüdülerinden kaynaklanan en ilkel yoldur ve ne yazik ki insanlık dev bilimsel-teknolojik gelişmeye rağmen etik değerler, vicdan  ve toplumsal ahlak normları açısından hâlâ tekâmülün alt basamaklarında saymaktadır.

Bombardımanların, mayın patlamalarının, ağır makineliler, toplar, uçaksavarlar ve uçakların gürültülerinin sağırlaştırdığı kulaklara, yüreklere, vicdanlara barış çığlıklarımızı duyuramamanın çaresizliğini yaşıyoruz. Sağırlaşan sadece yürekler ve kulaklar değil, ister Türk devleti, AKP hükümeti, Başbakan olsun ister PKK’siyle TAK’ıyla TUK’uyla Kürt silahlı hareketi olsun çözümü silahta ve savaşta sananların akılları da dumura uğramış durumda. Doğaldır; şiddet, silah, savaş, süreç içinde aklı da kemirir. Ufukları namlunun ucuyla sınırlı olanlar barışçı ve doğru siyaset geliştiremezler. Şu cinnet günlerinde, savaşan taraflar sadece kendilerini daha fazla savaşa, daha fazla şiddete kışkırtanların seslerini duyuyorlar. Kürdüyle, Türküyle, şehit ve gerilla anneleriyle, köylüsüyle şehirlisiyle dört bir yandan yükselen “Bitirin bu savaşı! Yere batası operasyonlarınızı, saldırılarınızı, misillemelerinizi, insan kaçırmalarınızı durdurun; çocuklarımızı öldürüyorsunuz, sadece vahşete ve ölüme hizmet ediyorsunuz!” çığlıklarına kulakları ve yürekleri tıkalı.
Savaş sizleri çürütüp çökertecek

Bir yanda Kürt silahlı hareketi, öte yanda çözümün barışçı yollarını reddedip savaş kararı alan AKP, sorunun çözümünün savaşta olduğuna gerçekten inanıyorlar mı, yoksa savaşın vahşeti ve halklarının acıları hiç umurlarında değil de şeflerinin iktidar mücadelesine mi hizmet ediyorlar? Soru kimilerine abes gelse de, Türk devleti 30 yıldır savaşarak, dağı taşı bombalayarak çözemediği sorunu, askerin yerine beteri olabilecek özel kuvvetleri/ polisi geçirerek, şu değil bu bombayı kullanarak,  şu değil bu taktiği uygulayarak çözebileceğini sanıyorsa, yanılıyor falan da demeyeceğim, en küçük bir akıldan ve izandan nasibini almamış demektir. Son saldırılar başladığından bu yana bölgedeki Kürt çocukların PKK’ye akın akın katıldıkları istihbaratının âlâsı vardır kendilerinde. İğrenç Tamil örneği ise, son derece karmaşık olan, bu yüzden de Kürt sorunu değil Türkiye sorunu diye adlandırmanın doğru olduğunu düşündüğüm bu sorunda en küçük bir geçerliğe sahip değildir.

PKK ve savaştan yana Kürtler için de savaşı ve kanı sürdürmek mümkündür ama ne Türk devletini yenmek ne de şiddet yöntemleriyle çözüme zorlamak mümkündür. 30 yıl yaşadıkları dağlarda, belki de artık vazgeçemedikleri bir hayat biçimi uğruna gencecik insanların kanını dökmeye, devletin ektiği kötülük tohumlarını Kürt insanının haklı isyan duygularını savaşa ve nefrete dönüştürerek hasat etmeye bir süre daha devam edebilirler ama bu anlamsız ve kirli savaşı asla kazanamazlar. İki tarafın da bu apaçık gerçeği görmemesi, bilmemesi şaşırtıyor beni.

Göremedikleri bir başka gerçek ise, savaşın dağıtıcı ve çürütücü kötücül gücü. AKP barışçı çözümlere, diyaloğa, uzlaşmaya sırt çevirerek girdiği bu savaştan, umduğunun aksine güçlenerek değil yara almış olarak çıkacak. Kürt sorunu AKP’nin Vietnamıdır ve onu uçuruma götürür. Susurluk, Ergenekon, derin devlet pislikleri, devlet içine yuvalanmış çeteler, JİTEM ve benzeri yapılar Çiller döneminin bugün AKP’nin uygulamaya soyunduğu pervasız savaş siyasetinin ürünleridir. Terörün belini kırıyoruz diyerek başvurulacak örgütlenmeler ve yöntemler benzer sonuçlar doğuracaktır, çünkü savaş çirkef çukurunu besler.

PKK için de durum farklı değildir. Benzer bütün yapılarda, silahlı örgütlerde görülen, PKK içinde de varlığı sır olmayan kirlenme ve çürüme hızlanacak; bütün baskılara karşın çeşitlenen ve farklılaşan Kürt hareketi kendi içinde eskisi kadar yumuşak olmayan çatışma ve sarsıntılar yaşayacaktır.

Bunları öngörmek için ne müneccim ne de strateji uzmanı (ne demekse) olmaya gerek var. Sadece tarihten ders çıkarmak ve çözüme barış odaklı bakmak yeterli.
BDP’ye Sahip Çıkmak

Bunca savaş patırtısı, kanın ve ölümün her iki savaşkan güç tarafından kendi “ama”larıyla kutsanması arasında sorunun çözümünün (çözüm hâlâ mümkünse eğer) en önemli sivil aktörü BDP olarak görünüyor.

Evet; BDP, PKK ile en azından manevi bağlarını koparmamıştır. Bölgede her haneden en az bir insanın, kız-erkek bir Kürt gencinin ya dağda ya mezarda ya zindanda olduğu, onlarca yıllık devlet zulmünün ve mağduriyetin derin acılarının insanların kuşaklar boyunca hücrelerine kazındığı; seslerini ve isyanlarını ancak silahlı hareketle, Öcalan’la, PKK ile biz sağır sultanlara duyurabildikleri bir ortamda PKK’yi terörist ilan et, lanetle gibi talepler hem gerçekçi değildir hem de vicdani değildir.

Evet; BDP çoğu zaman bağımsız ve net kararlar alamamakta, yalpalamaktadır. Ama bu sadece PKK ile, İmralı ile, Avrupa diyaspora merkezleriyle organik bağları yüzünden değil, parti içinde bunların her birinin zihniyetini ve siyasal geleneğini temsil edenlerin bulunmasındandır ki bu da doğaldır.

Evet; BDP barışçı çözüm isteğini vurguyla dile getirirken çözüm önerilerini bir türlü netleştirememekte, daha da önemlisi bu önerileri dile getirirken haklılık taşıyan, tartışılabilir ve uzlaşılabilir olan, Kürt kamuoyu kadar Türk kamuoyunu da ikna edebilecek bir dil yerine köşeli, dayatmacı, çoğu zaman tehditkâr bir dil kullanmaktadır.

Evet; kimi BDP’liler mangalda kül bırakmayan saldırgan, savaşçı, siyaseten hafif kaçan üslupla konuşmayı; haklı isyanlarını haksız öfke olarak yansıtmayı, tehditkâr ifadeleri sıkı devrimcilik sanmayı alışkanlık haline getirmişlerdir.

Evet; BDP şiddet eylemlerini, silahhı saldırıları, operasyonları, vb. kınarken “ama”ları PKK lehine çoğaltmakta, Türk kamuoyunun duygu ve algılarını küçümsemekte, kendi tarafına “edi bese”, dur artık demekte cesaretsiz ve çekingen davranmaktadır, vb…

Yine de savaşın durması ve barışçı çözüm umudunun yeniden doğması için tek merci, barış çığlıklarımızı duyabilecek tek odak BDP’dir. Çünkü BDP sivil siyaset sahnesindedir. Seçimlere girerek, ister blok adayları ister BDP’li adaylar olsun seçimlere girdiği yerlerden önemli oy ve destek alarak, önceki yasama döneminde Meclis’te küçümsenmeyecek varlık göstererek, kendilerine yönelen baskılara, haksızlıklara, vicdanları yaralayan ayrımcılığa, Tayyip Erdoğan’dan ve AKP silahşörlerinden gelen hepimizi acıtan ve isyan ettiren dayatmacı,  saldırgan, dışlayıcı, ötekileştirici söylemlere direnerek meşruiyetini ve siyaset yapma azmini ispatlamıştır.

Tekrarlamak istiyorum: Barış çığlıklarını duyabilecek, bunlara kulak tıkayamayacak tek Kürt siyasal mercii bugün için BDP’dir. Öcalan’ın Kürt halkı ve BDP üzerindeki manevi etkisi, Kandil’in savaş şahinleri üzerindeki etkisinden daha fazladır. Son haftalarda İmralı’dan gelen barışçı çözüm önerilerinin ardından Kürt savaş lobisinin saldırıya geçmesi, eş zamanlı olarak AKP iktidarının İmralı ile iletişimi durdurması ve operasyonları sınır ötesine taşıması savaşçıların birleştikleri nokta olmuştur. Gözden kaçmaya…

Bu yüzden gördüğüm göremediğim bütün eksilere rağmen geçirmekte olduğumuz şu güç ve daha kötülerine gebe günlerde barıştan ve sivil çözümden yana olan herkes BDP’nin yanında olmalı diye düşünüyorum. BDP’nin en kısa zamanda yemin ederek Meclis’e girmesi, anayasa çalışmalarına katılması, partiyi çözümsüzlüğe, sekterliğe, devrimbazlığa çekmeye çalışan kesimlere aldırmadan Meclis’te sorun çıkaran grup olarak değil çözümün parçası olduğunu dosta düşmana gösteren parti olarak yer alması için BDP’ye destek vermeliyiz. Hem Kürt hareketi hem Türkiye barışçıları ve demokratları için başka yol yok. Gerisi büyük hamasi söylemler ardına gizlenmiş çözümüzlük ve savaş yandaşlığından başka bir şey değil.

Son söz: AKP seçim öncesinde meydanlarda başlayan, yemin krizi sırasında devam eden, bugün de sürdürdüğü dışlayıcı, itici, isyan ettirici “burun sürtme” söylemleriyle Kürt siyasal hareketine, BDP’ye, barışçı çözüm yandaşlarına tuzak kurmuştur. Bunu göremeyen ve bu tuzağa düşen bir siyasal yapı rüştünü ispat edememiş demektir. Cesaret, şeref, onur bu tuzağa düşmemeyi becermektir. Ben BDP’ye inanıyorum, “hâlâ umut var kardeşim” diyorum. Umarım “barış eşekliğimin” kurbanı olup bir kez daha yanılmam.

Oya Baydar- www.t24.com.tr

Yeşiller Partisi: “Şiddetsiz çözümün önü açılsın!”

Yeşiller Partisi, savaşın Kürt sorununda barışçı çözüm umutlarının azalmasına yol açacak şekilde tırmanması nedeniyle bir açıklama yaptı. Eş Sözcüler Yüksel Selek ve Ümit Şahin imzasıyla çıkan açıklamada, şiddet olayları değerlendirilirken, yedi çözüm önerisi sıralanıyor.

Açıklama şu şekilde:

 

Silahları susturun, çocuklarımız ölmesin!

Barışın ve Kürt sorununda şiddetsiz çözümün önü açılsın!

Yirmi yedi yıldır savaşan iki silahlı güç yine birbirlerine meydan okuyarak çocuklarımızı öldürmeye devam ediyorlar. Kürt sorununu savaşarak çözemeyeceklerini bile bile kardeşi kardeşe kırdırıyorlar. Pusularda mayınlarla parçalan çoçuklar da, uçaklardan atılan bombalarla, tanklarla, toplarla öldürülen çocuklar da bizim çocuklarımız. Vatani görev diye, Kürt halkına özgürlük diye gencecik hayatları söndürüp iktidarlarını pekiştiriyor, savaş tacirlerini sevindiriyorlar.

Vatanı böldürmeyiz diye diye, ülkeyi bölünmeye sürüklüyor, hayatı halklara zindan ediyorlar. Siyasetin önünü silahla kesiyor, halkın oylarını hiçe sayıp Meclisi saf dışı bırakıyor, savaşıyorlar. Operasyonlarla, pusularla, silahlarla çözümsüzlükten beslenmeyi sürdürüyorlar.

Oysa, Kürt sorununun barışçıl çözümü için, demokrasi için, BDP’li adayların da içinde bulunduğu Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu’nun 36 milletvekili TBMM’ye seçildiğinde barış, sanki olgun bir meyve gibiydi, neredeyse uzansak alacaktık. Yazık ki AKP iktidarı seçim zaferi sarhoşluğuyla sorunun çözümü için en ufak bir adım atmaya yanaşmadı. Bu duyarsızlık ve aldırmazlıkla, “Kürt sorunu yok, benim Kürt kardeşlerimin sorunu var” diyerek, umutları söndürdü. Defalarca gördüğümüz filmi yeniden gördük.

Devletle, Hükümetle görüşen, protokol sürecine gelindiğini, Başbakan bir güvence verirse silahlı militanları bir haftada sınır dışına çıkartacağını söyleyen Abdullah Öcalan, devre dışı bırakıldı. Mahkemeler KCK davasında Kürt halkına yönelik on yıllardır sergilenen yok sayıcı, aşağılayıcı tutumların uygulayıcısı olmaya devam etti. Her iki tarafın şahinlerine gün doğdu. Hükümet operasyonları arttırdı, PKK eylemsizliğe son verdi, yeniden kan dökülmeye başlandı. Hem de bu defa, bölgemizde, son olarak da Suriye’de, halkların demokrasi taleplerinin kanla bastırılmaya çalışıldığı, çıkar hesaplarıyla, tehlikeli oyunlarla bölgenin yeniden dizayn edilmeye çalışıldığı bir konjonktürde… AKP iktidarı ve PKK dahil olmak üzere bölgedeki irili ufaklı tüm aktörler, küresel güçlerin stratejik çıkarları doğrultusunda kurguladıkları bu yeni senaryoda rol kapma peşindeler.

Başbakan, TSK’nın kontrolünü de tamamen ele geçirmiş olmasının verdiği şişkin egosuyla, bir başkomutan edasıyla PKK’ya savaş açtı.

Milliyetçiliğin, militarizmin bayrağını AKP’ye kaptırmama derdindeki CHP ve MHP, Başbakanın başkanlığında alınan MGK kararlarına hararetle katıldılar.

Daha da ileri giden MHP sözcüleri, açılım durdurulsun, Bakan görevden alınsın, teröristlerin kökü kazınsın, buyurdular.

Nasıl bir akıl tutulması, nasıl bir vicdan körelmesidir bu!

Silahların konuşup, sözlerin duyulmaz olduğu bu günlerde, göğsünde bir kalp taşıyan herkes, hepimiz endişeliyiz. Olup bitenleri dehşet içinde izliyor, bu çılgınlığı nasıl durdurabiliriz; durdurabilir miyiz,  diye düşünüyor, tartışıyoruz.  Güçlerimizi nasıl birleştiririz, diye toplantılar yapıyoruz.

Barış Anneleri, Çukurca’da 9 askerin şehit edildiği yerde eylem yapıp PKK’yi kınıyorlar; keşke onların yerine biz ölseydik, diye isyan ediyor, beyaz tülbetlerini toprağa bırakıyor, bu kavga bitsin, diyorlar. Diyarbakır’da DTK ve BDP dahil siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri her iki tarafı silahları susturmaya çağırıyorlar.

Akıl tutulmasını değil, bu umutlu girişimleri takip etmeliyiz.

Biz Yeşiller Partisi olarak,

– TBMM’nin acilen göreve çağrılmasını, barış koşullarının konuşulmasını, operasyonların durdurulmasını; PKK’nin silahları susturmasını, eylemlerine son vermesini, böylece demokratik güçlerin ve şiddetsiz çözümün önünün açılmasını istiyoruz;

– Devletin ve tüm siyasi partilerin dağdaki gençleri öldürmek yerine, onların dağdan nasıl indirileceği ve nasıl yeniden kazanılacağı sorularına cevap aramasını, projeler geliştirmesini talep ediyoruz;

– Abdullah Öcalan’ın tekrar devreye girmesinin sağlanmasını, müzakerelere yeniden başlanmasını ve söylenen sözlerin ciddiye alınmasını talep ediyoruz;

– Mahkemeleri Kürt siyasi hareketinin seçilmiş temsilcilerinin de aralarında bulunduğu bütün KCK tutuklularını serbest bırakmaya, ana dilde savunma yapma hakkını yok sayan, insanları aşağılayan ve dağa çıkmaya yönelten hukuk dışı uygulamalara son vermeye çağırıyoruz;

– Blok milletvekillerimizin çözümün bir tarafı olarak Meclise döneceğini; Kürt halkının oy verdiği tüm partilerin şiddetsiz çözüm üzerine tartışmaya başlayacağını umut ediyoruz. CHP’nin de aklını başına devşirip ana muhalefet partisi olarak müzakerelerin başlamasında rol almasını diliyoruz. Bu sayede yeni  Anayasa çalışmalarının özgürce yapılabileceği koşullar da hazırlanmalıdır.

– Meclis’in, seçilmiş tutuklu milletvekillerinin Meclise girmesinin önündeki yasal engelleri kaldırmasını; Terörle Mücadele Kanunu’nu kaldırmasını ya da gerekli değişiklikleri yapmasını istiyoruz.

– Barıştan yana tüm güçleri, emek ve meslek örgütlerini, sivil toplum örgütlerini ve siyasi partileri, savaşa karşı güçlü bir ses çıkartmaya çağırıyoruz.

Haydi, iş işten geçmeden birleşelim, harekete geçelim! Toplumda barış için artık hazır olan duyarlığı harekete geçirelim…

Yüksel Selek – Ümit Şahin
Yeşiller Partisi Eş Sözcüleri