Ana Sayfa Blog Sayfa 4954

Faili meçhullerin araştırılmasına AKP’den ret

TBMM Genel Kurulu’nda CHP ve BDP’nin faili meçhul cinayetlerle ilgili araştırma önergelerinin öncelikle görüşülmesi istemi önceki dönemde olduğu gibi yine AKP oylarıyla reddedildi.

AKP Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş “Faili meçhullerle ilgili yarası, gocunacak bir şeyi olmayan parti varsa, o da AKP’dir” derken CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu “Dolmabahçe mutabakatının arkasında bunların araştırılmaması da var mıydı? 2002 öncesi cinayet işleyenlerle mutabakata’mı vardınız?” dedi.

TBMM Genel Kurulunda dün BDP ve CHP’nin faili meçhul cinayetlerle ilgili araştırma önergelerinin ivedilikle görüşülmesine ilişkin önerileri görüşüldü. BDP’li Sırrı Sakık, “Kürtlere karşı 1990’lı yıllarda zalimane bir politika uygulandığını” vurgularken “Kürtler o gün öldürülüyordu, bugün sizin döneminizde de tutuklamalar yapılıyor” dedi. BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan da “İçişleri Bakanı; Büşra Ersanlı iddialarına ilişkin belgeleri ortaya çıkarmazsan, ispat etmezsen insan değilsin. Balyoz diye tutturdunuz orada da yargılamayı beceremiyorsunuz” dedi.

CHP Milletvekili Ali Rıza Öztürk de “Bunlar kimin döneminde, ne zaman, nerede olmuşsa olmuş, hepsinin üzerine gitmek parlamentonun görevidir. Demokratik hukuk devletinin geçmişinde karanlıklar olamaz” diye konuştu.

Yazılmayan harfler – Zeynep Akkuş

Adı 13 yaşına kadar hepimizinki gibi kelimelerden oluşan, ama başına gelenlerden sonra sadece iki harfe indirilen, kimliği elinden alınan bir çocuğun yaşadıklarını tartışıyoruz günlerdir. Aslında hayır, tartışmıyoruz. Uzun zamandır benzeri görülmemiş bir mutabakatla bu durumun kabul edilemeyeceğini haykırıyor herkes. Ama ortada varılmış birtakım yargı kararları mevcut. Önce yerel mahkeme gayet müsterih* bir biçimde 13 yaşındayken para karşılığı satılan ve -tespit edilebildiği kadarıyla- 28 kişinin tecavüzüne uğrayan bu çocuğun “sanıklarla para karşılığı ve rızası dâhilinde” birlikte olduğuna kanaat getirerek cezalarda önemli ölçülerde iyi hal indirimi uyguladı, ardından yüksek mahkeme bu kararı onayladı.
 
Anlaşılan o ki, bu ülkede 13 yaşında çocuklar, rızaları dâhilinde cinsel ilişkiye girme özgürlüğüne sahip olmakla kalmıyor, bu davranışları kanunlar nezdinde onay da görüyor. Zaten ergenliğe girer girmez babaları, dedeleri yaşındaki erkeklere satılmaları gibi bir durum fiilen mevcut. Fiyatları bazen birkaç bin lira oluyor, bazen birkaç baş hayvan, bazen de birkaç dönüm tarla. Bu alışverişi onaylayan ve uygulayanlar bu çocukların aileleri; ses çıkarmayan, önlem almayan, insanları eğitmeyen ve dolayısıyla mevcut durumun süregelmesine çanak tutan da yetkililer. Arada bir duyulan üç-beş cılız ses kimseyi yanıltmasın. Demek en iyi ihtimalle çoğunluk bu gidişattan memnun ki, değişen bir şey yok. Bu yazının yazıldığı, okunacağı dakikalarda kim bilir hangi köyde, hangi çocuğun pazarlığı çoktan yapılmış, büyükler el sıkışmakta olacak. Sanırım gerçekten çağ atladık. Hatta çağ atlamak da değil, hiç farkında olmadığımız bir ara bambaşka boyutlara geçtik. Ama nasıl bir iki yüzlülükse bu, aynı büyükler, aynı yetkililer, aynı yaşlardaki çocukların diledikleri kitabı okumalarında, diledikleri filmi izlemelerinde, diledikleri Internet sitesinde gezinmelerinde sakınca görebiliyor; yasaklar uygulanması gerektiğinde karar kılabiliyor. Bir kitabın, bir filmin, bir sitenin çocuklar üzerinde “zararlı” etkilerini tespit etmekteki hızlarına kimse yetişemiyor ama mesela 70 yaşında bir ihtiyarın yine söz konusu son olaydakine yaşıt, yine adı harflere indirilen, yine kimliği elinden alınan bir başka çocuğa tacizde ya da tecavüzde bulunup bulunmadığına; o çocuğun psikolojisinin bozulup bozulmadığına karar vermekte hiç de acele etme gereği görülmüyor. Yargı süreci ne kadar muğlak ve ağır aksak ilerlese de sonuç hep o çocukların mağduriyetiyle, adlarını kaybetmeleriyle ve saldırganların hak ettikleri cezalara çarptırılmayarak ödüllendirilmeleriyle sona eriyor.
 
Bir an için, “bir an için” bu çocuğun korku filmlerinden fırlamış; zavallı, saf, masum erkekleri baştan çıkarmaya, hayatlarını mahvetmeye, ailelerini dağıtmaya ant içmiş bir şeytan tohumu olduğunu hayal edelim. Bu çocuk kendisini satanlarla işbirliği yaparak bir, iki, haydi bilemedin beş kişiyi “tuzağına düşürdü” diyelim. Ama ortada bu iğrenç olayda yer almış en az 28 kişi var ki bunlar sadece tespit edilebilenler… Hepsi mi saftı, hepsi mi masumdu bu adamların? Hepsi mi bu çocuğun meşum cazibesi karşısında otomobil farı karşısında kalakalan tavşan misali apışıp kaldılar? Diyelim ki çocuk ne yaptığının farkındaydı ve “diyelim ki” yaptığı şeyi de pekâlâ zevk alarak yapıyordu. Peki niçin bu adamlardan bir teki bile son anda pişmanlık duyup “Evladım sen ne yapıyorsun, bunu yapmalarına nasıl izin veriyorsun? Nasıl düştün buralara, gel kurtarayım seni bu çakalların elinden” demedi? Ya da o çocuğu pazarlayanlara dönüp niçin “Siz ne yapıyorsunuz, bundan daha aşağılık bir hareket ne olabilir” diye sormadı? (Hayır, bu hayali sahnede yer alan kişilerden hiçbirini o satıcılara döndürüp “Sizin çocuğunuz yok mu, aynısı onun başına gelse ne hissederdiniz” diye sordurmayacağım. Çünkü o kişilerin arasında çoluk çocuk sahibi olanlar var. Mesleği gereği bütün gününü çocukların arasında geçirenler var. Bunlar ama müdür başyardımcısı, ama müstahdem sıfatıyla çocuklarımızı her gün en az birkaç saatliğine emanet edip evlerimize döndüğümüz kurumlarda görevli kişiler. Herhalde en az kan bankasında çalışan bir vampir kadar mutludurlar.) Aslında yaptıklarının suç olduğunu bildikleri halde 13 yaşında bir çocukla birlikte olmak için para sayanların bu tür sorular sormasını beklemek başlı başına safdillik olacaktır. Böyle düşünürsek, farkındayım, bu paragraf bu yazıdan tamamen çıkarılabilir bile.
 
TCK’nın 62. maddesinde yapılan son düzenlemelere göre hâkimler “failin geçmişine, sosyal ilişkilerine, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışlarına, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkilerine” bakarak; “duruşma düzenini bozmamasını, suçunu itiraf etmesini, verdiği ifadelerle mahkemeye yardımcı olmasını, giyimi kuşamı gibi etkenleri” göz önünde bulundurarak cezasında 1/6 oranında indirim yapabiliyor. Ne kolay değil mi? Ama şu var: Bir bu şahısları yargılandıkları suçu işledikleri sırada getirin gözünüzün önüne, bir de mahkemedeki hallerini. Bu adamlar 13 yaşında bir çocukla ağızlarının suyu akarak, gözleri dönmüş şekilde, yaptıklarının yasalar önünde suç olduğunu bile bile para karşılığı birlikte olurken üstlerinde duruşmalarda giydikleri ütülü takım elbiseleri, ayaklarında pırıl pırıl boyalı ayakkabıları yoktu. Hâkimin karşısında otururken yaptıkları gibi başları eğik, elleri kucaklarında birleşmiş, süklüm püklüm önlerine bakmıyorlardı. Para saymışlardı ve belirlenen sürede, belirlenen şartlar dâhilinde saydıkları paranın her bir kuruşunun karşılığını almakla meşguldüler. (Öte yandan, bu olayda iyi halden yararlandırılmayan sadece iki kişi var: Aracılık eden iki kadın. Aslında böyle bir durumda olması gereken tabii ki hiç kimseye iyi hal indirimi uygulanmaması ama erkek egemen sistem yine yapacağını yapmış, erkek sanıklara bol bulamaç dağıttığı indirimi nedense(!) bu iki kadından esirgemiş.)
 
Sonuçta sanıklar bu olayı, alacakları cezanın gelecekteki olası etkileri, geçmişleri, sosyal ilişkileri vb… hesaba katılarak en hafif biçimde atlatmış görünüyor. Aralarında askerler, eğitimciler, muhtarlar var. Aslında bir yerden sonra unvanlar da bir şey ifade etmiyor. Önemli olan, onlar gibi daha nicelerinin gündelik hayatımızda çocuklarımızın ürkütücü derecede yakınında dolaşması; yaptıklarını neredeyse bir hak olarak görmeleri ve bu son yaşanan olaya da bakıp yakalansalar bile, bir sırtlarının sıvazlanmayacağının kalacağını düşünerek daha da pervasızca devam etme cesareti bulacak olmaları. Nasıl olsa ortada bir insanlık suçu olmasına rağmen mahkemeler “müsterih” bir şekilde nereden, nasıl, ne kadar indirim yapabileceklerini hesaplamakla meşgul, yüksek mahkemeler bu indirimleri onaylamaya hazır olacak. Eh, nasıl olsa ortada suçlu da hazır. Hayatı “mutlak” bir biçimde mahvolacakmış, ne gam. Verilecek cezanın faillerin gelecek yaşantılarındaki “olası” etkilerini en aza indirmek değil mi önemli olan?..
 
 
(Bu yazıda ne ad niyetine kısaltma olarak kullanılan harfler geçti, ne de çocuğun cinsiyeti. Geçseydi, çok şey değişir miydi?..)
Zeynep Akkuş – www.KaosGL.org

Türkiye, İnsani Gelişmişlik Endeksi’nde 92. sırada

0

187 ülkedeki yaşam koşullarının değerlendirildiği BM’nin 2011 İnsani Gelişme Endeksi kamuoyuna sunuldu. Türkiye’nin 92’nci sırada yer aldığı görülürken Endeks’te en iyi yaşam koşullarına sahip ülke olarak da Norveç belirlendi. Norveç’in ardından Avustralya ve Hollanda geliyor, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Nijer de endeksin sonunda yer alıyor. İnsani Gelişme Endeksi’ne göre, iklim değişikliği ve yaşam alanlarının yok edilmesi gelişmekte olan yoksul ülkelerde gelir düzeyinin artırılmasını engelliyor.

Rapor, iklim değişikliğini yavaşlatmak ve eşitsizliği önlemek için bir an önce cesur adımlar atılmaması halinde yüzyılın ortasında en yoksul ülkelerde ilerlemenin durabileceğini ortaya koyuyor. Rapor, dünyanın büyük bir bölümünde gelir dağılımının daha da kötüleştiğini gösteriyor. Araştırmanın dikkat çekici yönlerinden biri de yoksulların kalkınma şansının sosyal adalet ve ekolojik koşullarla yakından ilişkili olduğunu tespit etmesi.

“İnsani Gelişme Endeksi”ni hazırlayan ekibin yöneticisi Eva Jespersen buna bir örnek veriyor:  “1 milyar 600 milyon yoksulun yüzde 90’ı, atmosferi kirleten geleneksel fosil yakıtları kullanıyor. Bu nedenle İnsani Gelişme Endeksi’nde yer alan fakir ülkelerde diğer ülkelerle kıyasla 11 kez daha fazla insan fazla ölüyor.”

Endeks’in sonlarında yer alan ülkelerde nüfusun yüzde 90’ı temiz suya erişemiyor. Dünya genelinde 1 milyar 500 milyon insan da elektrikten yoksun. Çok boyutlu yoksullukta Nijer ilk sırada yer alıyor. Onu Etiyopya takip ediyor. Eski Almanya Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Bakanı Erhard Eppler mağdur durumdaki insanların sırtına çifte yük bindiğini söylüyor. Erhard Eppler, insanların artan gıda fiyatları yüzünden mısır, pirinç ya da darısını alacak parası yokken bir de aynı şekilde elektriğe ve temiz suya ulaşamadığını belirtiyor.

Erhard Eppler, iklim değişikliği yüzünden ayrıca 2050 yılına kadar özellikle Sahraaltı Afrika ülkelerinde daha da güç koşullar oluşacağına dikkat çekiyor. Şu andaki verilere göre, en yoksul 10 ülkenin tamamı da bu bölgede.

Raporda finans işlem vergisi gibi yeni mali kaynaklarla iklim değişikliği ve aşırı yoksullukla mücadelenin desteklenebileceği yönündeki önerilerin destek bulduğu da yer alıyor. Eva Jespersen bu önerilerin faydalı olacağı görüşünde: “Yüzde birin küçük bir parçası bile bu amaçla alınsa, örneğin binde 5’inin bile 40 milyar dolar getirisi olur. 130 milyar dolar olan resmi kalkınma yardımı ile kıyaslandığında 40 milyar dolar kalkınma alanındaki işbirliğine oldukça katkı sağlar.“

2011 İnsani Gelişim Endeksi’ne göre Türkiye bir önceki yıla göre üç basamak yükseldi. Buna milli gelir seviyesinin, küresel ekonomik krizden görece az etkilenmesi yol açtı. Türkiye, yer aldığı 92’nci sırada “yüksek insani gelişme” gösteren ülkeler sınıfına girdi. Ancak yüksek insani gelişme grubunda yer alan ülkelerdeki ortalama ile Avrupa ve Orta Asya’daki ortalamaların altında kaldı. Türkiye’de nüfusun yüzde 6,6’sı çok boyutlu yoksunluk içinde. Türkiye, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi’nde “yüksek insani gelişme” gösteren ülkeler grubuna dahil oldu ve 77. sırada yer aldı.

(Deutsche Welle Türkçe)

Beşiktaş: 1 – Dinamo Kiev: 0

0

UEFA Avrupa Ligi E Grubu’ndaki 4. maçında Ukrayna temsilcisi Dinamo Kiev’i 1-0 yenen Beşiktaş, puanını 6’ya yükseltip, 2. sıraya çıktı.

İnönü Stadı’nda ağırladığı rakibini savunma oyuncusu Egemen Korkmaz’ın 67. dakikada attığı golle mağlup ederek, Kiev’deki yenilginin rövanşını aynı skorla alan siyah-beyazlılar, gruptan çıkma yolunda önemli bir galibiyete imza attı.

Özellikle son anları büyük bir heyecana sahne olan maç sonunda İstanbul’dan puansız ayrılan Dinamo Kiev ise 5 puanda kalırken, 3. sıraya geriledi.

Beşiktaş, gruptaki 5. maçında 1 Aralık’ta İsrail deplasmanında Maccabi Tel Aviv ile karşılaşacak.

Etkili devletler bir bir Filistin’in karşısına çıkıyor

0

BBC’nin haberine göre, bir Birleşmiş Milletler yetkilisi, Filistin’in üyelik başvurusu sürecine “darbe vuracak” yeni bir gelişmenin yaşandığını belirtti.

Yetkiliye göre İngiltere, Fransa ve Kolombiya, Filistin’in üyelik oylamasına katılmayarak, üyeliğe dolaylı olarak destek vermemiş olacaklar. Ayrıca, Almanya’nın da Filistin’in üyeliğini desteklemeyeceği öğrenildi.

Bu ülkeler tarafından henüz resmi olarak doğrulanmayan bu gelişme, BM Güvenlik Konseyi’nin kapalı bir oturumunda yaşandı.

BM yetkilisine göre İngiltere, Fransa ve Kolombiyalı diplomatlar ülkelerinin takınacağı tavrı, Filistin’in üyeliği hakkındaki bir oturumda Güvenlik Konseyi üyelerine açıkladılar.

Aynı yetkili Almanya’nın da Filistin’in üyeliğini desteklemeyeceğini belirtirken, Almanya’nın hayır oyu kullanıp kullanmayacağını açıkladığını söyledi.

ABD’nin Filistin’in talebini veto edeceğini açıklamış olması sebebiyle, diğer ülkelerin hangi yönde oy kullanacakları sürecin sonucunu değiştirmeyecek.

Ancak İngiltere, Fransa ve Almanya’nın olumsuz tavır alacak olmaları, Avrupa ülkelerinden devlet olma yolunda destek toplamaya çalışan Filistin kanadı için bir darbe olarak yorumlandı.

Zira Filistin kanadı olabildiğince çok üyeden destek bularak Amerika’yı izole edip veto kararını gözden geçirmesini sağlamak amacındaydı.

Filistin yönetiminin BM Güvenlik Konseyi’ne yaptıkları üyelik başvurusu konuyla ilgili bir komite tarafından inceleniyor.

Komitenin raporunu konseye önümüzdeki hafta teslim etmesi bekleniyor.

(Yeşil Gazete)

Son yılların en tehlikeli virüsü

Windows kullanıcıları yeni çıkan ve Office dokümanlarındaki açığı kullanan bir virüsün tehdidi altında.

Eski tehlikeli yazılımlar bulaştığı bilgisayardaki sistem dosyalarına zarar verirdi. Yeni nesil virüslerse önemli bilgileri bulup bunları kullanıcıya fark ettirmeden geliştiricilerine yolluyor. Geçtiğimiz yıl ortaya çıkan ve İran’daki nükleer santrali ele geçiren Stuxnet’ten sonraki en tehlikeli virüs bilgisayarları tehdit etmeye başladı.

Windows’taki açıkları kullanarak bilgisayarla bulaşan Duqu adeta dijital bir ajan gibi çalışıyor. Symantec’in ortaya çıkardığı Duqu ele geçirdiği bilgisayardaki istihbarat ve önemli bilgileri topluyor. Özellikle devlet daireleri, istihbarat birimlerini hedef alan Duqu’yu durdurmak şimdilik bir çözüm yolu da yok.

Techno-labs’in derlediği habere göre Sorunun bir numaralı muhatabı olan Microsoft bugün yaptığı açıklamayla Duqu’nun farkında olduklarını ve bir çözüm aradıklarını duyurdu. Microsoft Word dosyaları sayesinde bilgisayarlara bulaşan Duqu Fransa, İsveç, Hindistan, Ukrayna, Sudan ve Vietnam’a saldırı da bulunuyor.

Güvenlik uzmanları Duqu’nun kaynak dosyaları içerisinde Stuxnet’e ait kodlar bulduklarını belirtti. Peki, Duqu’yu ve Stuxnet neden diğer virüslerden daha tehlikeli. Stuxnet ve Duqu gibi bir virüsü geliştirmek için 60 kişilik hacker grubunun en az 6 ay boyunca kod yazması gerekiyor.

Kendi yapay zekalarına sahip olan bu virüsler bulaştıkları bilgisayarları tarayıp kişisel bilgilerinizi tıpkı bir istihbarat uzmanı gibi toparlıyor. Duqu gibi bir virüsü geliştirmek için ise milyonlarca dolarlık kaynak gerekli.

Sosyalist partiler son operasyonları değerlendirdi

Yaşanan son KCK operasyonun ardından sosyalist partilerin yöneticileri bir basın toplantısı düzenlendi. Toplantıda parti temsilcileri Kürt sorununda gelinen durumu ve buna karşı yapılması gerekenleri dile getirdi.

Aralarında Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı’nın da bulunduğu ve 46 kişinin tutuklandığı KCK operasyonun ardından 9 sosyalist partinin temsilcileri bir araya gelerek bir basın toplantısı düzenledi. Basın toplantısına TKP Merkez Komite üyesi Erkan Baş, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, ESP Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, Sosyalist Parti Genel Başkanı Sevim Belli, EMEP Genel Başkanı Selma Gürkan, DİP Genel Başkanı Sungur Savran, EHP Genel Başkanı Sibel Uzun ve İKP Genel Başkanı Şadi Ozansu katıldı.

Basın toplantısında ilk sözü ÖDP Genel Başkanı Alper Taş aldı. “Türkiye Orwell’ın 1984 adlı kitaptaki ülke haline gelmiş durumda” diyen Alper Taş, ülkede bir büyük biraderin herkesi izlediğini ve tutukladığını söyledi.

TKP MK üyesi Erkan Baş ise, bugün AKP iktidarının 9. yıldönümünün yaşandığını belirterek, bu 9 yılın ülkenin büyük bir cezaevine dönüşmesine tanıklık ettiğini söyledi. Aklını ve yüreğini sermayeye ve halk düşmanlarına teslim etmeyenlerin içinden geçilen süreci büyük bir kaygıyla izlediğini belirten Baş, AKP’nin gerici bir sermaye iktidarı olduğunu ve 9 yıl boyunca emperyalizmin kendisinden beklediği yeni gerici rejimi kurmak için mücadele ettiğini dile getirdi.

Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı’nın tutuklanmasının saldırı politikalarında yeni bir eşik olduğunu belirten Ezilenlerin Sosyalist Partisi Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ise yaptığı konuşmada, AKP saldırıların intikam alma saldırısına dönüştüğünü söyledi. AKP’nin Kürt halkını teslim alamayacağını bildiğini belirten Yüksekdağ, işçilerin, ezilenlerin ve Kürtlerin boyun eğmeyeceğini söyledi.

Nereden tutulsa elde kalan bir tablo olduğunu belirten Sosyalist Demokrasi Partisi Genel Başkanı Rıdvan Turan ise, son olarak 44 kişinin KCK’den tutuklandığını söyleyerek, bu durumun tam bir maskaralık olduğunu dile getirdi. Azıcık onuru ve adalet duygusu olanların bu yapılanların tezgâh olduğunu göreceğini belirten Turan, “Gelsinler bizi de alsınlar. Bizde KCK’liyiz, biz de ders verdik, biz de Kürt halkının yanında yer aldık” dedi.

İşçi Kardeşliği Partisi Genel Başkanı Şadi Ozansu ise yaptığı konuşmada, AKP’den demokrasi ve demokratik bir anayasa beklemenin büyük bir hayalcilik olduğunu dile getirdi. Referandumda “yetmez ama evet” diyenlerin barikatın diğer tarafında olduğunu vurgulayan Ozansu, 12 Eylül referandumundan önce sınırlı da olsa var olan hukukun referandumun ardından tamamıyla son bulduğunu dile getirdi.

Emek Partisi Genel Başkanı Selma Gürkan ise yaptığı konuşmada, AKP’nin siyasi gericiliğin bir numaralı temsilcisi olduğunu ve bölgede emperyalizmin temsilciliğini yaptığını dile getirdi.

Emekçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sibel Uzun ise yaptığı konuşmada, AKP’nin Kürt sorununda çözümü emperyalist politikalarda gördüğünü dile getirdi. Kürt hareketinin verdiği kimlik mücadelesine karşı AKP hükümetinin alan daraltma politikası güttüğünü belirten Uzun, yine sosyalistlere karşı da AKP hükümetinin saldırılarını sürdürdüğünü dile getirdi.

Sosyalist Parti Genel Başkanı Sevim Belli ise, AKP’nin şimdiye kadar daha sakin görüntü çizmeye çalıştığını ancak aldığı destekle artık atılgan bir politika yürüttüğünü söyledi. Türkiye’de iş savaş planlarını dahi yapılmış olabileceğini belirten Belli, bununla ancak solun mücadele edebileceğini dile getirdi.

Son olarak söz alan Devrimci İşçi Partisi Genel Başkanı Sungur Savran ise, Malatya’da ölen 24 gerillanın cenazesinin ailelerine gösterilemediğini bu yüzden bilgisayardan teşhis etmeleri istendiğini hatırlatarak AKP’nin savaşı ve vahşeti yükselttiğini dile getirdi.

(Yeşil Gazete, Sol)

Star TV’nin Doğuş’a satışı tamamlandı

Doğan Yayın Holding A.Ş., bünyesinde Star TV‘ye ait tüm hakları bulunduran Işıl Televizyon Yayıncılık A.Ş‘nin, Doğuş Yayın Grubu‘na satışının tamamlandığını bildirdi.

Doğan Yayın Holding A.Ş’nin Kamuyu Aydınlatma Platformu’nda (KAP) yayımlanan özel durum açıklamasında, bünyesinde Star TV’ye ait tüm hakları, yayın lisans ve ruhsatlarını, marka (Star TV, Eurostar vb.) ve isim hakları ile internet sitesi alan adlarını barındıran, dolaylı bağlı ortaklıkları Işıl Televizyon Yayıncılık A.Ş’nin, tamamı ödenmiş 391 milyon 500 bin lira olan sermayesinin tamamını temsil eden hisse senetlerinin toplam 327 milyon doları bedel ile Doğuş Yayın Grubu’na satışı ve devri konusunda anlaşma sağlandığının 17 Ekim 2011 tarihinde kamuya açıklandığı hatırlatıldı.

Bugün, söz konusu hisse senetlerinin devri ve satışı Doğuş Yayın Grubu’na yapılmak suretiyle, kapanış işlemlerinin tamamlandığı belirtilen açıklamada, “Bu kapsamda, 327 milyon dolarlık toplam satış bedelinin nakden ve peşin olarak ödenmesine karar verilen 151 milyon dolarlık kısmı da bugün ödenmiş ve hesaplarımıza intikal etmiştir” denildi.

‘Wall Street’i işgal et’ hareketi Oakland Limanı’nı işgal etti

Amerika’nın California eyaletinde binlerce eylemci Oakland şehrindeki limanı işgal etti. New York’ta başlayan Wall Street’i İşgal Hareketi’nin Oakland’daki uzantısı olan grubun çağrısıyla düzenlenen yürüyüşe çok sayıda kişi katıldı.

Polisin dört bin beş yüz kişi olduğunu açıkladığı grup Oakland Limanı’na yönelerek, limanın kapanmasına sebep oldu. ABD’nin beşinci en büyük limanı olan Oakland Liman’ından yapılan açıklamada tüm denizcilik faaliyetlerinin durmuş olduğu belirtildi.

Eylemcilerden yapılan açıklamada Oakland’da uzun zamandır yaşanan en geniş katılımlı protestonun düzenlendiği bildirildi. Sendikaların yasal gerekçelerle grev ilan edememesine rağmen eyleme çok sayıda çalışanın da katıldığı gözlemlendi. Bazı göstericiler yirmi bin kişinin eyleme katılığını belirttiler.

Bu arada ABD’nin farklı şehirlerinde Wall Street’i İşgal eylemleri düzenlendi.

New York’ta yüz kadar savaş gazisi üniformalarıyla borsa binasının önünde toplandılar.

Boston’da üniversite öğrencileri ve sendikalılardan oluşan kalabalık grup Amerikan Merkez Bankası önünde toplanarak öğrenci borçlarını protesto etti.

Philadelphia’da ise Amerika’nın en büyük iletişim şirketlerinden Comcast’in binasında oturma eylemi yapan göstericilerden dokuzu polis tarafından gözaltına alındı.

Oakland’da geçen hafta düzenlenen kapitalizm karşıtı bir eyleme katılan bir savaş gazisi polis müdahalesiyle ciddi bir biçimde yaralanmıştı.

Bu olay Oakland’ı Amerika’daki eylemlerin odak noktası haline getirdi.

Bugünkü eylem kapsamında Scott Olsen isimli gazinin yaralandığı kavşak noktasında bir konuşma yapıldı.

Ülkenin zenginliklerinin nüfusun yüzde 1’i tarafından paylaşılmasını eleştiren göstericilerin taşıdıkları pankartlar arasında “Kapitalizme ölüm” de vardı.

(Turnusol)

Şahin’den BDP’ye yönelik ağır itham

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, katıldığı televizyon programında BDP‘nin KCK‘nin legal unsuru olduğunu ileri sürerek, BDP’li vekilleri ve BDP’yi KCK’nin yönettiğini iddia etti.
İçişleri Bakanı Şahin, TRT Haber’de yayınlanan Büyüteç programına katılarak, “KCK” tutuklamalarına ilişkin açıklamalarda bulundu. Şahin, PKK’nin depremi bir fırsata çevirmeye çalıştığını ileri sürerek, “Örgüt 5. kol faaliyetleri ve kara propaganda yaparak Türkiye’nin görüntüsünü kötülemek gibi bir yola başvuruyor. Örgüt dün de (önceki gün) 4 tane silahlı elamanını Van merkezine gönderdi. Bunların ikisi yabancı uyruklu. Bu yapı tamamı ile bölge insanın katıldığı bir yapı değil” dedi.

Şahin, konuşmasının devamında ise BDP’yi ve BDP’li vekilleri hedef aldı. Şahin programın spikeri Savaş Genç’in “KCK” adı altında yapılan operasyonlara ilişkin sorduğu soruya, KCK’nin BDP’nin üstünde bir yapılanma olduğunu, BDP’nin ise KCK’nin legal yapılanması olduğunu ileri sürerek, “BDP’nin milletvekilleri KCK yapısının sözde legal unsurlarıdır. KCK’nin alt birimleridir. KCK’nin illegal unsurları bu yapıyı yönetirler. Bir büyükşehir belediye başkanını o şehirdeki KCK’nin siyasi temsilcisinin nasıl yargıladığının görüntülerini izledik, gördük. Bu yapıdaki gayri resmi görevliler aynı zamanda BDP milletvekillerini de emirleri ile yönetiyorlar” dedi.

BDP’li vekil Aysel Tuğluk’un Taraf Gazetesi’ne yolladığı mektubu örnek gösteren Şahin, bazı yayın organlarında mektubun Tuğluk’un olmadığını iddia eden haberleri gerçek kabul ederek, “Ama o mektup vekile ait değildi. Kim kimi yönetiyor?” ifadesini kullandı. Şahin, BDP’nin birçok çalışanının aslında BDP çatışında olmalarının göstermelik olduğunu ileri sürerek, “Bunlar içinde üniversite hocası, gazetecisi, çiftçisi var. İllegal yapının birer unsurudur bunlar. Bunlar dağa malzeme ve eğitilmiş eleman gönderiyor. KCK yapısının yaşamasına müsaade etmemiz mümkün değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu yapıyı kabullenip yaşatması mümkün değildir” ifadesini kullandı. Şahin, Sivil Cuma’ların tamamen göstermelik olduğunu ileri sürerek, “Bunlar KCK’nin talimatı ile yapılmaktadır. KCK tamamı ile inançsızlık üzerine kurulmuştur. İnanan insandan kimseye zarar gelmez kan akıtmaz” diye konuştu.

(Yüksekova Haber)